Cengiz DAĞCI       

                                                            

Abdullah CİNKARA

Cengiz DAĞCI Kırım’ın Gurzuf kasabasında 9 Mart 1919’da dünyaya geldi. Çocukluğu kıtlık, yoksulluk, deprem gibi tabii âfetler yanında Rus emperyalizminin zulmü ve büyük baskılar altında geçti. Babası Emir Hüseyin Dağcı, annesi Gurzuflu Emir Salih Bey’in Kızı Fatma Hanım’dır. Cengiz Dağcı dört yaşına geldiğinde ailesi Gurzuf’tan Kızıltaş köyündeki evlerine taşındı. İlkokulu da burada tamamladı. 1932 yılında ailesi Akmescit’te taşınınca,  Onikinci Numune Mektebine gitmeye başladı. 1936 yılında eğitimine Onüçüncü Tam Ortaokulunda devam etti. 1937 yılında Akmescit Pedagoji Enstitüsü’ne girmeyi başardı. Enstitüyü bitirip öğretmen olmak istiyordu, ancak daha ikinci sınıfında iken İkinci Dünya Savaşı çıktı. Bunun üzerine, henüz tahsilini bitiremeden, Ruslar tarafından 22 Aralık 1940’da askere alındı. Odesa’da subaylık eğitimini tamamladıktan sonra, Almanlara karşı savaşa iştirak etti. 1941’de Ukrayna cephesinde subay olarak savaşırken yaralandı ve, Almanlara  esir düştü.

Hayatının en güzel yılları savaşlara, sürgün ve göçlere tanıklık etmekle geçen Cengiz Dağcı’yı anlayabilmek için, Kırım Türklerinin tarihinden kısaca söz etmek gerektiğini düşünüyorum.

1441 yılında Hacı Giray tarafından kurulan Kırım Hanlığı,  1475 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı Devletine bağlanmıştır. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasına kadar Osmanlı devletine bağlı olan Kırım Hanlığında, “Han” bizzat padişah tarafından belirleniyordu. Sıcak deryalara inme emelinden hiçbir zaman vaz geçmeyen Ruslar öncelikle Karadeniz’e ulaşmalıydı. Önlerindeki en büyük engelse Karadeniz ve kıyılarına hâkim olan Osmanlı devletiydi. 1768 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşı Osmanlının mağlubiyetiyle sonuçlanması üzerine 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca anlaşmasıyla Kırım Hanlığı’na bağımsızlık verilmiştir. Bu durum, Kırım’ı işgâl etmek için fırsat kollayan Ruslar için önemli bir adım olmuştur. Bu yıldan sonra, Kırım Hanları Ruslar tarafından belirlenmeye başlanmıştır. Rus desteğiyle tahta oturmuş olan yeni Han sayesinde ilk aşamada Kırım’a 10 bin Rus askeri yerleştirilmiştir. Yine aynı anlaşma ile Kuban ve Bucak Tatarlarına bağımsızlık verilmiş ve böylece, Kırım Hanlığı’nın ileride ─Rusya’yı tehdit edecek şekilde─ yeniden güçlenmesinin önüne geçilmiştir.

Hülâsa, 296 yıl Osmanlı himayesinde ─iç işlerinde özerk, dışişlerinde ise Devlet-i Aliyye’ye bağlı olarak─ varlığını sürdüren Kırım Hanlığına, Ruslar ─mâhut anlaşma sonrasında─ “hile ve zor kullanmak suretiyle” ayakbastılar.  Sonrasında, 1783’e kadar geçen yaklaşık on yıllık süre içinde Kırım, Rusların “Kırım’ı Ruslaştırmak” gâyesiyle yaptıkları kasıtlı müdahâlelerin sebep olduğu büyük karışıklıklara ve kanlı bir iç savaşa sahne oldu. Bu dönemde, üst rütbelerdeki pek çok Kırımlı idareci ile, halktan ve askerlerden oluşan büyük kitleler Osmanlı ülkesine iltica etmek zorunda kaldılar. Çariçe II. Katerina 1783’te Kırım’ı tek taraflı olarak Çarlığa ilhak ettiğini ilân edecekti. Osmanlı Devleti Küçük Kaynarca ile bağımsızlık verdiği Kırım’ın Rusya tarafından işgalini kabullenmemiş, çıkan savaşı ise kaybetmişti. Savaş sonunda 9 Ocak 1792’de imzalanan Yaş Antlaşması ile Osmanlı devleti Kırım’ın Rus toprağı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.

İşgâlden sonra, Rusların Kırım’a yönelik kesin ve gâyet açıkça uygulamaya koyduğu siyaset, burayı yerli Türk-Müslüman ahâlisinden, yâni Kırım Türklerinden (Tatarlarından) temizleyip, gidenlerin yerini Ruslarla, bu mümkün olmazsa diğer Hıristiyan unsurlarla, doldurmak yönünde olmuştur. 1783-1922 yılları arasında Osmanlı ülkesine göç eden Kırım Türklerinin sayısı, birkaç milyon olarak tahmin edilmektedir.

Ruslar, Kırım’ı “sıcak sulara açılan bir kapı” olarak görmüş ve buradaki demografik yapıyı (nüfusu) doğal olmayan bir şekilde, cebir ve şiddet kullanmak suretiyle, kendi lehlerine çevirmeye çalışmışlardır. Bu politika, sonraki yüzyıllarda da kesintisiz denilebilecek şekilde sürdürülmüştür. Nitekim, Stalin devrinde 1944’de kitle sürgünü dehşet verici bir şekilde uygulanmıştır. 18 Mayıs 1944 günü, hazırlanmaları için sadece on beş dakika mühlet verilen Kırım Türkleri, hayvan vagonlarına doldurularak insanlık dışı bir yolculuğa çıkarılmıştır. Öyle ki, vagonlar açıldığında, içeridekilerin çoğunun havasızlıktan ve açlıktan öldüğü görülmüştür. Götürüldükleri yerlerdeki yeni yaşam koşulları ise, zâten onları yok etme amacına yönelik olarak hazırlanmıştır. Kırım Türklerinin ─toplu sürgünün hemen sonrasında başlayan─ “var olma, ayakta kalma ve anavatanlarına geri dönme” mücâdelesi, günümüze kadar aralıksız devâm etmiştir. Denilebilir ki, Kırım Türkleri, Rus işgâlinden sonraki asırlar boyunca, mütemâdiyen sürgün, göç ve katliamlara mâruz kalmışlardır. Sürgün sırasında henüz “bir” yaşında olan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, gençlik çağlarından itibaren verdiği destansı mücâdele ile “Kırım Türklerinin efsanevi lideri” ünvanını lâyıkıyla haketmiştir.

Kırım Türklerinin yaşadığı felâketlerin canlı tanıklarından biri olan Cengiz Dağcı, eserlerinde, çocukluk çağlarından itibâren yaşadıklarını romanları ve hikâyeleri ile hafızalarda canlı tutmaya çalışmıştır.

Savaşın acı yüzüne şâhit olan üstâdımız, kendi topraklarını işgal eden, halkına zulmeden Rusların tarafında “zorunluluktan ötürü” savaşan ─ve, her biri Rus işgâlindeki muhtelif Türk yurtlarından gelmiş olan─ birçok silâh arkadaşının yaşadıkları acılara şâhit olmuş; bunların bir kısmı ─kâh kollarında, kâh yanıbaşında─ hayâtını kaybetmiştir.

Yazarımız, savaş sırasında, Alman esir kamplarında yaşanan vahşete de tanıklık etmiştir; yaralıların iyileştirilmesine yönelik çabaların ─çoğunlukla, bilinçli olarak─ aksatılması, kötü şartlar altında hastalıktan, açlıktan ölen esirler ya da Almanların ─sudan sebeplerle─ esirleri insafsızca kurşuna dizmesi ilh… Almanlar tarafından esir Türklerden Türkistan Lejyonunun kurulması ve Cengiz DAĞCI’ nın da bu lejyona alınması ile, kamp işkencesi bir nebze hafiflemiştir. Ne var ki, Almanların savaşı kaybetmesiyle, bu lejyon, başarısız bir girişim olarak, tarihteki yerini almıştır.

Polanyadaki Esir Kampı Auschwitz

Polonya’da iken, bütün hayâtı boyunca en büyük destekçisi olacak, kıymetli eşi Regina Hanım ile Nazi kampında tanıştı  ve O’nunla 1945 yılında evlendi.  1945-46 yıllarında pek çok Türkistanlı ile birlikte Türkiye’ye gelmek için müracaat etti. Fakat devrin siyâsetçileri/bürokratları tarafından bu istekler kabul görmedi. Dağcı da, eşi ve kızıyla 1946 yılında önce Edinburgh’a, 1947’de de Londra’ya yerleşti.  Geçimini temin etmek için lokantada çalışırken,  geceleri de evinde eserlerini yazmak için çalışıyordu. Durumunu biraz düzeltince, iki katlı ev satın aldı. İkinci katında kendileri otururken, alt katını lokantaya çevirdi.  1990’da kalp ameliyatı geçirene kadar Londra’da bu lokantayı işletti. İşten sonra bulabildiği bütün zamanını okumak ve yazmakla geçirdi. Yaşadıklarını bütün gerçekliğiyle aktarmaya çalıştı. Bu yüzden, hüzünlü bir anlatımı vardır. Şahsen, Genç Timuçin hâriç, birkaç damla da olsa gözyaşı dökmeden okuduğum bir kitabı yoktur.

Cengiz DAĞCI ve Eşi Regina Hanım

En büyük destekçisi, eşi Regina’yı 1998 yılında kaybetti. Onu ilk gördüğü andan beri sırılsıklam âşıktı, seksen yaşında iken de sırılsıklam âşıktı. Bu aşka eserlerinde, hatıralarında ve söyleşilerinde tanık olmaktayız.  Büyük zorluklara beraberce göğüs gerdiği eşini kaybetmek, O’nun için, Kırım Türklerin elemli târihi ve yaşadıklarından sonra, en büyük acı olmalıydı.

Cengiz Dağcı, içinde büyük milliyetçilik duygusu olan memleket hasretlisi bir yazardı. Ömrü boyunca yurdundan uzaklarda yaşamışlığın vermiş olduğu hasretlik duygusuyla hep romanlarında konu olarak hangi kimliğe mensup olduğunu ve nereye ait olduğunu ele almıştır. Yurtsuzluk ve yurdundan ayrı düşme yazarı hayatı boyunca derinden etkileyerek onu yazmaya teşvik etmiştir. Kırım’a olan hasret ve özlemini hemen her romanında dile getirdi. Yurdunu unutmayan yazar, kendi öz kimliğine, kültürüne yabancılaşmamış, dilini, toprağını ve kendi öz kimliğini oluşturan değerlere sâhip çıkmıştır.

Cengiz Dağcı, kendisi gibi bir Kırım Türkü olan, Türk dünyasının yetiştirdiği müstesnâ şahsiyetlerden İsmail Gaspıralı Bey’in açtığı yolda yılmadan-yorulmadan ilerlemiş; O’nun “Dilde, fikirde, işte birlik” düsturunu kendisine rehber edinerek, eserlerini Türkiye Türkçesiyle yazmıştır.  Ömrünün 66 yılını Londra’da geçirmiş olmasına rağmen, Cengiz Dağcı “Türkçe bana anamın konuştuğu dil” diyerek, yazı dili olarak Türkçeyi kabûl ettiğini, ifâde etmiştir.  

Yazı hayâtına başladıktan sonra, aralarında Yazarlar Birliği’nin ve İlesam’ın “yılın yazarı”, Türk Ocakları’nın “üstün hizmet ödülü” de olmak üzere, sayısız ödül alan; Türkiye’ye hiç gelmediği hâlde, eserlerini Türkiye Türkçesiyle yazan, Kırım Türk Edebiyâtının ünlü yazarı Cengiz Dağcı’yı tanımak, okumak, O’nun aziz hatırasını yaşatmak, târihimize, kültürümüze, edebiyâtımıza ve Türkçemize yapılabilecek en büyük hizmetlerden birisidir, diye düşünüyorum…

ESERLERİ

Romanları

  •     Korkunç Yıllar (1956)
  •     Yurdunu Kaybeden Adam (1957)
  •     Onlar da İnsandı (1958)
  •     Ölüm ve Korku Günleri (1962)
  •     O Topraklar Bizimdi (1966)
  •     Dönüş (1968)
  •     Badem Dalına Asılı Bebekler (1970)
  •     Üşüyen Sokak (1972)
  •     Anneme Mektuplar (1988)
  •     Benim Gibi Biri (1988)
  •     Yoldaşlar (1991)
  •     Biz Beraber Geçtik Bu Yolu (1996)
  •    Regina (2000) 

 Tarihi Roman

  •     Genç Temuçin (1969)

 Hikâyeleri

  •     Bay Markus Burton`un Köpeği (1998)
  •     Bay John Marple`ın Son Yolculuğu (1998)
  •     Oy Markus Oy (2000)
  •     Rüyalarda Ana ve Küçük Alimcan (Bir Kırım Öyküsü) (2001)

 Denemeleri

  •     Yansılar 1 (1988)
  •     Yansılar 2 (1990)
  •     Yansılar 3 (1991)
  •     Yansılar 4 (1993)
  •     Ben ve İçimdeki Ben (Yansılardan Kalan 5) (1994)
  •     İhtiyar Savaşçı (2005) (Yansılar 1.2.3.4)

 Hatırat

  • Hatıralarda Cengiz Dağcı (1998)

Mektupları

  • Haluk’un Defterinden ve Londra Mektupları (1996)

 

KAYNAKLAR

1-     Prof. Dr. İbrahim SAHİN, Cengiz Dağcı’nın Hayatı ve Eserleri, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, 604 s.

2-    Necip HABLEMİTOĞLU, Kırım’da Türk Soykırımı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2003, 432 s.

3-    M.Akif Kireçci – Selim Tezcan, Kırım’ın Kısa Bir Tarihi ; çeviri: Can E. Çekiç. – Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2015

4-   Yrd. Doç. Dr.Sebine ABİD, Cengiz Dağcı’nın Romanlarında Tatarlık Ve Türklük Kimliğine Mensupluk Algısı,  AVRASYA Uluslararası Araştırmalar Dergisi Cilt:4 •Sayı:8•Ocak 2016

5- Arş. Gör. İbrahim TÜZER, Toprağından Koparılmış Bir İnsan: “Cengiz Dağcı’nın Hayatı ve Eserleri” Üzerine, “http://www.ibrahimtuzer.com/?&Bid=230757”

6- Hüsna KAVAKLIÇEŞME , Ölümünün I. Yılında Büyük Türk Romancısı Cengiz Dağcı, “http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunitaed/article/view/1020008319”

7-  Cengiz Dağcı Biyografisi, Ötüken Neşriyat, “https://www.otuken.com.tr/index.php?p=Writers&view=58”

8-  İsa Kocakaplan,  Kırım’dan Londra’ya Cengiz DağcıDamla Yayınevi, İstanbul, 1998

9-  İsa Kocakaplan, Kırım’ın Ebedî Sesi Cengiz Dağcı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları – Mart 2010.

10- Cengiz DAĞCI, Hatıralarda Cengiz DAĞCI, Ötüken Neşriyat, 1998, 272 s.

11- Cengiz Dağcı, Üşüyen SOKAK, Ötüken Neşriyat, “https://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/u/s/usuyen-1476969438.pdf”

Resim Kaynağı

Resim1: “http://qha.com.ua/tr/toplum/unlu-kirim-tatar-yazari-cengiz-dagci-istanbul-da-anilacak/152832/”

Resim 2: “https://www.haberler.com/polonya-da-en-yasli-auschwitz-kampi-tutuklusu-4036134-haberi/”

Resim 3: “http://www.kardeskalemler.com/nisan2014/yurdunu_kaybeden_adam.htm”

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen