Müstesnâ Devlet Adamı Hasan Celâl GÜZEL Vefât Etti

2018.03.20 Hasan Celal Guzel

Hasan Celâl GÜZEL, soyadı gibi güzel, yeri geldiğinde adı gibi celâlli bir insandı. Tevfik İleri’den sonra gelen “en millî” Eğitim Bakanı olduğu söylenebilir. Eğer Bakanlığı devam etseydi, muhtemelen “yabancı dillerde eğitim”e son verecekti. Ne yazık ki, O’nun millîyetçi tavırları ─Özal dâhil─ pekçoklarını ürküttüğünden, ülkeye en faydalı olabileceği bir çağda, siyâset dışı bırakıldı, önü kesildi.

Enerjisini, yeni kurduğu parti için harcadı, fakat siyâset bâzen anlaşılması zor bir alan. Tıpkı Muhsin Yazıcıoğlu gibi, O’da çok sevildi, ancak oy alamadı.

Bir siyâsetçi için fazla duyguluydu. İyi bir devlet adamı idi, ama siyâsetçi olamadı.

Partisini kapattıktan sonra, ömrünü Türk Kültürünün gelişmesine vakfetti. Her sayısı âbidevî bir ansiklopedi evsafında olan Yeni Türkiye Dergisi/Yayınları, Türklüğün bugüne kadar günyüzüne çıkmamış değerlerinden pek çoğunun ortaya çıkarılmasına ve araştırmacıların hizmetine sunulmasına imkân verdi.

Hastalık derecesinde dürüsttü. Gündelik siyâsette yalnız bırakılmasının önemli sebeplerinden birisi de ─muhtemelen─ dürüstlüğü idi. Kendisi ve muhterem eşleri uzun yıllar boyunca bürokrasinin zirvelerinde görev yapmış olmasına ve yine yıllarca bakanlık da yapmasına rağmen, bildiğimiz kadarıyla, vefat ettiğinde, Güzel Ailesi kirada oturmaktaydı.

Hasan Celâl GÜZEL, milletin gönlünde taht kurmuş olan Recep YAZICIOĞLU, Muhsin YAZICIOĞLU, Adnan KAHVECİ gibi dürüstlük, çalışkanlık, yüksek ahlâk ve erdem, memleketperverlik timsâli devlet adamları neslinin belki de son temsilcilerinden idi.

Ümid ederiz ki, hatıralarını kaleme almıştır. Gelecek nesiller, böylesine mümtaz insanların her türlü şahsi ikbál duygusundan âri olarak yapacakları nasihat ve değerlendirmelerden çok istifâde edeceklerdir.

Daha önce Galip ERDEM için kullandığımız biri ifâdeyi burada tekrar etmek isteriz. Bâzı insanların en büyük eseri, yaşadıkları hayattır. Her türlü kişisel çıkara ulaşma imkânı elinin altında iken, ilkeleri uğruna yıllarca emrindeki insanlardan daha az maaş almaya tahammül edecek kadar ilke sâhibi olan ve pir u pak olarak uhrevî yolculuğuna çıkan Hasan Celâl GÜZEL Bey’in de en büyük eseri, kanâatimizce, gelecek nesillere ders olacak nitelikteki “dosdoğru ve tertemiz yaşanmış” ömrüdür.

Hasan Celâl GÜZEL Bey, ülkemizde ahlâkî çöküntünün giderek derinleştiğinin farkında idi ve bundan ziyâdesiyle rahatsızlık duyuyordu. Aşağıdaki yazıyı, Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde, bundan tam “5” yıl önce yazmıştı.

Kırmızılar Âilesi olarak, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyoruz.

Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, nur göllerinde yatsın. 

*****

HASAN CELÂL GÜZEL’DEN NÂİF BİR HAYIFLANMA

“Ben avanak, budala ve enayiyim !”

Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir ‘enayi’ olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren ‘beytülmal’ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse ‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti.

Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana ‘uykusuz müsteşar’ adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama ‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.

Üzerinde ‘T.C. Hükümeti’ yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.

Meğer ben ne enayiymişim!…

***

Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur… Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman ‘beleş’ cep telefonlarımız da yoktu.

Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.

Benim anladığım mânâda siyasete ‘Zengin girilir, fakir çıkılır’. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP’taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran’daki daireyi; YDP’nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya’daki ev ile dedemden kalan Gaziantep’teki evin bana düşen hisselerini harcadım.

Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği ‘Vakıflar Genel Müdürü’ olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.

Sadece bununla kalsa neyse… ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan ‘kıyak emekliliği’ reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı’yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.

Meğer ben ne enayiymişim!…

***

Şimdi 70’ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım… Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‘Dikili ağacım dahi yok’. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, ‘Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?’ lâfım vardı.

Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.

Beni bütün ‘enayiliğime’ rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.”

***

Sabah / 14.03.2013

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen