Suriyelilere Vatandaşlık Ulufesi ve Milliyetçilere Düşen Vazife

Ülkemiz ne yazık ki bir ateş çemberinin tam ortasında, dört bir yandan üzerimize gelen ateş toplarının arasında, ayakta ve hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bu mücadeleyi zorlaştıran sebepler hem harici hem de dâhili. Harici nedenleri saymamıza lüzum yok. Çeşitli komplo teorileri ile hakikatler arasında gidip gelen malum nedenler: Petrol, doğalgaz, güç geçişi [1] vs. temalı problemler…

Yazımızın asıl konusu bizim yaptığımız ve yapmakta ısrar ettiğimiz hataları kapsıyor. Kuzey Afrika’da başlayan Arap Baharı rüzgârından, Suriye’ye sıçrayan silahlı mücadeleye değin ne yazık ki devletimiz hayati politika hatalarını ısrarla sürdürdü. Komşularla ‘sıfır sorun’ politikasından ‘sorunsuz komşu arıyoruz’ seviyesine geldik. Kuzey Afrika’daki ekonomik yatırımlarımızın neredeyse tamamını kaybettik. Suriye ve Irak merkezi yönetimi ile yaşadığımız sıkıntılar transit yük taşımacılığı ile ticari faaliyetleri durma noktasına getirdi. Rusya ile yaşanan kriz ertesi turizm sektörü ciddi darbe aldı. Yani; neredeyse Beşiktaş’ın ‘şerefli yalnızlık’ rolünü dünya arenasında biz devraldık.

Bu problemlerin en büyük sebebi; ham meyve kıvamındaki diplomatik gücümüzü pazarda tezgâha koyulacak nevinden olgunlaşmış bir seviyeye geldi zannederek hareket etmemiz. Davutoğlu’nun derinliği müphem stratejisinin ekseninde, bölgenin en büyük gücü olma iddiasından, sınırlarımızın öte yanı ile ilgili yapılan toplantılara dahi çağrılmayan ülke konumuna gelmiş olmamız. Realitelerle ütopyaların karşı konulmaz çarpışması.

Tüm bu hataların sonuçlarını henüz lehimize çevirememişken, yine ciddi politika hataları yapmakta ısrar ediyoruz. Son günlerin gündeminde ciddi yer tutan ‘Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesi’ meselesinden bahsediyorum.

Kime, nasıl ve hangi şartlarda vatandaşlık dağıtılacağı henüz net değil. Ama bu, Türkiye’nin orta vadeli geleceği açısından kabul edilemez ve aynı türden tehlikeli bir mesele. Türkiye’nin demografik yapısı başta olmak üzere, kültürel ve ekonomik iklimini yerle yeksan edecek bir politika bu. Bugün bize basit gelen, yine bir ‘oldu bitti’ ile sonlandırılacak olan bu vatandaşlık meselesi bizim nezdimizde yeni bir Kuvayi Milliye ruhu ile topyekûn karşısında durulması gerekilen bir fırtına.

Sokaklarımız dilenciden, hırsızdan, kapkaççıdan geçilmezken, 3-4 milyonluk ‘ne idiğü belirsiz’ koca bir kitlenin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile ödüllendirilecek olmasını kabul edebilmemiz mümkün değil. Teröre senelerden beri binlerce vatandaşını, askerini, polisini, öğretmenini kurban vermiş bir milleti, bu türden geçmişi, cibiliyeti, kimliği sorgulanamayacak türden kalabalık bir kitleyle karşı karşıya getirmek deyim yerindeyse bu millete yapılan en büyük zulümlerden biri.

Vatanını en küçük bir fırtınada bırakıp kaçanlara verilecek vatandaşlık ile hangi katma değer ülkemize kazandırılacak?

Hâlihazırda, PKK denen eli kanlı terör örgütü ile ciddi bir mücadeleye girişmişken, bu yeni yetme vatandaşların içerisinde hangi radikal İslamcı terör örgütü mensuplarının yer alıp almadığı nasıl belirlenecek? Burnunun dibinde gerçekleşen hadiseleri televizyondan öğrenen istihbarat ağımızla mı?

Yaşadığımız sıkıntıları ve hali pür melalimizi anlatmaya sahifeler yetmez. Her gün yeni bir acı ve elemli hadiseyle uyandığımız günleri saymaya matematiğimiz kâfi gelmez.

İşte tam da burada daha evvel vurguladığımız Kuvayi Milliye ruhunun ortaya çıkması gerekiyor. Milliyetçi kuruluşlara ve milli değerleri, vatanın menfaatini ve güvenliğini birinci derece kaygı konusu yapan vatandaşlara ciddi bir vazife düşüyor. Bu denli tehlikeli bir politika karşısında çok etkili kampanyalar ve nümayişlere ihtiyacımız var. Milliyetçi dernekler; Türk Ocakları, Ülkü Ocakları, Alperen Ocakları ve bunları siyasi arenada destekleyecek olan MHP başta olmak üzere herkes en kısa zamanda etkili demokratik tepkileri koymak zorunda. Kanımızı akıtarak, canımızı vererek, ekmeğimizi feda ederek büyük mücadeleler sonucu sahibi olduğumuz, elimizde tuttuğumuz vatanımızın, ‘vatan kaçkınları’na ulufe olarak dağıtılmasına göz yummak, ses çıkarmamak bize yakışmaz.

Zalimin zulmü altında ezilen her mazlumun yanında olmak bizim genlerimizden gelen vazifemizdir. Ancak her mazlumu yatak odamıza kadar sokmak akıl kârı değildir. Türkçe konuşana rastlanılmadığından sitem edilen bazı İstanbul semtlerinin bugünkü halini görmeden Suriyeli mültecilere vatandaşlık vermek tam manasıyla Sevr’in modern zamanlara güncellenmesinden başka bir şey değildir. ‘Türk’süz ve ‘Türkçe’siz Anadolu fikrinin uygulama alanını kendi elimizle açmaktan başka bir şey değildir.

Mazluma, ezilene yardım Allah’ın emri, Türklüğün kadim vazifesidir. Ama Türk’ün ülkesi etnik açıdan bulamaç çorbasına çevrilecek bir yer değildir. Bu, hiçbir şey değilse toprağın altında yatan yüzbinlerce şehidin hakkı meselesidir.

 Dipnot

[1] Bahsi geçen kavram ve yazımızda detaylandırmayacağımız harici nedenler üzerine daha ayrıntılı malumat için Doç. Dr. Mehmet Akif Okur’un yazısına başvurulabilir: http://www.kirmizilar.com/tr/haber-yorum/item/136-ic-catismadan-yeryuzu-yanginina.html

Yazar
Fatih AKMAN

Fatih Akman, 1992 yılında Zonguldak'ta doğdu. Baba tarafından Karabüklü, anne tarafından ise Bartınlıdır. İlkokulu Ziya Gökalp İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini ise Kilimli Cumhuriyet Ortaokulu'nda bitirdi. Atatürk Anadolu Lisesi'nde ba... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen