Balık Kavağa Çıkmış, Zift Turşusun Yemeye…

Sait BAŞER

Balık kavağa çıkmış, zift turşusun yemeye
leylek koduk doğurmuş, bak a şunun sözünü…

Cinsi birbirine tamamen yabancı, varlık türleri itibarıyle aralarında hiç bir ilgi barındırmayan, ortak tek yanı olmayan, hiç bir “yakınlaşma” ihtimali bulunmayan türlerin birbirlerine dair anlama ve bilme imkanı olamaz.

Allah da olsa böyle, kul da olsa!

Bilmenin imkanı özden yakınlıklar, yakınlaşma ihtimalleri, benzerlik ve farklardan kaynaklanır. Fark da “benzerlik zemininde fark”tır!
Benzerlik zemini, farkı imkana çeviriyor… Can’ı kendinde tanıyan için, amip de fil de “anlaşılabilir farklar”dır…

Herşeyi her an “bilen” bir Tanrı, eğer gerçekten biliyorsa, bilinen “varlık” O Tanrı’dan ayrı gayrı olabilemez! Ayrı gayrı ise bildiğini nereden biliyorsun cancağızım? Onun bilişine ünsiyet imkanı taşıyorsan da o “ünsiyet”e azıcık bir bak!

“Kul” ise ve aslî “öz”ü “Nefha-i İlâhî(İlâhî Nefes)” ise de Allah’ı bilmesi, “O’nunla O’nu bilmek” şeklinde cereyan edecektir. Cenâb-ı Hakk’ın “Bilinmek isteği”, ancak “kendi bilişi cinsinden bir biliş”le tahakkuk edebilir. Hakk’a değmeyen bir “biliş türü” ile ne O’na visal, ne O’nun rızasına ulaşmak ne de O’nunla temassız bilişin gerçekten “bilme” olarak telakkisi mümkün… Farz edelim ki vasıl olundu, bilinmeze visalin O’na olduğunun ölçüsü ne?

*

İlk şartı “şehâdet” olan bir din bu.

Yani bu din ya insanlardan yalan söylemeyi daha müslüman olurken istiyor, veyâ “görünebilir”lik reddedilemez. Siz bu görünebilirlik (El Zâhir) kavramını sevilebilirlik, ulaşılabilirlik, O’nda durma, içinde taşıma… olarak anlayabilir, çoğaltabilirsiniz…

Görünebilirlik söz konusuysa, “varlık” kelimesinin ilk harfinin daima büyük harf olarak algılanması şart.
O olmasaydı varlık da olamazdı! Varlık cevherini O’ndan almadıkça “var” olamaz. İki “var”, düalizmdir, Tevhid değil…

*

Şimdi kocaman kocaman sıfatlara sahip “ulemâ”, şehadetin bu alemde imkansızlığı fikrini öne sürerek,
“Hakk’dan âyan(açık seçik) bir nesne yok
Gözsüzlere pinhân(gizli) imiş”
diyen büyük geleneğin bütün ulvî mensuplarını birden “yalancı şahitler” sayıyor.

Mübarek Müceddidilerimiz nezdinde varlık Hakk’dan ayrı ya!
Madem ayrı, ama (ne yazık ki) şehadet şartı da var!
Şehadeti red edemiyorsunuz!

O halde varlık, Hakk’dan ayrı ama O’na “şahitler birliği” olacak!!! Yani Vahdet-i Şuhud olacak. Bunlar Hakk’ın Zât-ı İlâhîsi’nden ayrı türler ama aynı zamanda da “şahitler”! Kendi göremediklerine varlık şahitlik edecek!..

Kör ve sağırların, nesnelerin şehadeti makbul; Hz. Ali gibi “Görmediğim Allah’a tapmam” diyen şâhitlerin şehadeti meşkük?!

*

Aslında bu “yüksek ulemâ” bütün dinî gösterilerine, şekil ve söylemlerine rağmen, apaçıkça: “Ben görenlerden değilim! Ağzımdaki laflara bakmayın aslında şâhitlerden değilim…” diye bas bas bağırıyorlar…

İslam’ın daha ilk şartına girmemişler ulemâ olacak, Yunus’lar, Mısrî’ler sapkın!

Varlığı sıradanlaştıranlar bunlardır. Varlıkta göremediğini, bir varlığı kalmadığında ahrette görecekler! Ne ile? Ruhlarıyla. Ruh nereden? Hakk’dan. O ruh bu hayatta aktif değil miydi? Evet! Niye göremiyordun?

Ad verirken olsun, bir meramın ifadesi maksadıyla kelime tercihi esnasında olsun, insan o tercihe sebep olan muhakemesi ve psikolojisi adına öyle zımnî itiraflarda bulunur ki…

*

Daima huzurda duranın edebiyle, ahlakıyla; Huzur’a varmayı ahirete tehir etmiş Müceddidi’nin tutum ve davranışları aynı olmuyor işte!

Şekil şartlarına, ezber ve taklide dayanan bir din çıkıyor ortaya ve o yaratıcı düşüncenin şahikalarında dolaşan toplumun muhakemesi darmadağın oluyor…

Aslında sekülerleşmeyi meşrulaştıranlar da bunların kör taassuplarıdır. Yeryüzünde “Tanrı’yı ilk öldürenler” bunlar! Niçe’nin günahını almayalım… Sekularizmin köklerini bu dindar ulemada aramalı.

*

Tuhaflık şurada ki, din adına bu körlerin meydanı doldurduğu bir devirden geçiliyor…
Şahitler sus pus!
Bir de onlara bakıp bakıp bakıp: “Eyy Ümmet-i Muhammed! Neredesiniz!..” mi demeli, ne dersiniz?
“Akıllı lafını deliye söyletir”miş ya!

Öncülüğü gene “deliler”e mi bırakmalıyız?

Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen