Prof.Dr. Galip YÜKSEL: PISA Sonuçları Üzerine Düşünceler

“Yapılan araştırmalar, Türk öğrencilerinin OECD ülkeleri arasında okullarında en fazla stres yaşayan öğrenciler olduğunu göstermektedir. Okulda hissedilen stres  çocuğun mutluluğu üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.”

******** 
“Bir ülkenin geleceği o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır.”

A. Einstein

****


Prof.Dr. Galip YÜKSEL*
Bu yazının savı, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sonuçlarının eğitim sistem değişiklikleri, öğretmen yetiştirme sistemi, öğretim programı, eğitim yönetimi, öğrenci kişilik hizmetleri, merkezi sınavlar, ders sayısı, okulöncesi eğitim, okul mimarisi ve eğitim felsefesinin olmaması vb. gibi ögeler tarafından belirlendiğidir. 

PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesidir. Bu proje kapsamında öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır. OECD’nin yaptığı PISA 2015 sonuçları 6 Aralık’ta açıklandı. Türkiye’nin PISA’ da elde ettiği puanlar beklentilerin altında kaldı.. Türkiye’nin puanları 2003-2012 yılları arasında, OECD ortalamasının altında kalmasına rağmen belirli bir düzeyde yükseliş göstermekte iken 2015 değerlendirmesinde her üç alandaki puanları düşmekle kalmayıp, 2003 seviyesinin de altına inmiştir. Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada yer alırken, önceki testlere göre gösterdiği performans da gerilemiştir.

PISA 2015 yılı sonuçlarına göre, Türkiye, fen bilimleri alanında 425 puanla 72 ülke arasında 52. olmuştur.  Bunun yanında bilim alanında, yirmi ülke öğrencilerin sadece yüzde 1’inden azının en yüksek notlar aldığı 20 ülkeden biri de Türkiye’dir. Türkiye’de bu oran yüzde 0,3 seviyesindedir.

Türkiye okuma becerilerinde 428 puanla 50. Olmuştur. Okuma alanında, OECD ülkeleri arasında Kanada ve Finlandiya başı çekerken, Türkiye ve Meksika ise en son sırada yer almaktadır.  Bu sonuçlardan, PISA sınavına katılan 15 yaş öğrencilerimizin çoğunluğunun okuduğunu anlamadığı anlaşılmaktadır.

Matematik alanında, 420 puanla 49. sırada yer alan ülkemiz öğrencilerinin matematik testindeki başarı ortalaması da OECD ülkeleri ortalamasının altındadır. Türkiye’nin başarı seviyesi Birleşik Arap Krallığı, Şili, Moldova, Uruguay, Karadağ, Trinidad ve Tobago, Tayland ve Arnavutluk ile benzerlik göstermektedir.

PISA 2015 Türkiye sonuçları 2012’ye göre matematikte 28 puan gerileyerek 420 puan, fende 38 puan gerileyerek 425 puan ve de okumada ise 47 puan gerileyerek 428 puan seviyesine inmiştir. Bu sonuçlar son 10 yılda Türkiye de eğitimle ilgili kararların nasıl alındığı, kimin aldığı ve bu insanların neden bu kararları aldığı konusunu sorgulamamız gerektiğini göstermektedir.

PISA raporunun ayrıntılı analizini yapan araştırmacılar, Türkiye’nin PISA performansını değerlendirirken ülkeler arasındaki sıralamaya değil, aynı zamanda yeterlilik düzeylerine ve diğer ayrıntılara da bakmak gerektiğine işaret etmektedirler. PISA, öğrencilerin hangi düzeyde ne yapabildiklerini anlamak için sonuçları altı yeterlilik düzeyine ayırıyor. 5’inci ve 6’ncı düzeyde performans gösteren öğrenciler üst düzey yeterliğe sahip olarak kabul edilirken, 1’inci ve 2’nci düzeyde performans gösteren öğrenciler sadece temel bilgi sahibi olarak değerlenmektedir. PISA sınıflamasında 1’inci düzey altı performans gösteren öğrenciler ise okula devam etmelerine rağmen fen, matematik ve okuma alanlarında temel becerilere bile sahip olmayan öğrenciler olarak değerlendirilmektedir.[1]

Türkiye’nin 2015 PISA yeterlilik düzeyleri 2012 yılı ile karşılaştırıldığında ileri düzeyde performans gösteren öğrencilerin oranlarının azaldığı görülmektedir. Bu durum okullar arası kalite problemine işaret etmektedir. Örneğin; 2012 yılında okuma alanında yüksek düzeyde performans gösteren öğrencilerin oranı yüzde 4.4 iken, bu oran 2015 yılında yüzde 0.6’ya düşmüştür..

PISA sonuçları aile sohbetleri, akademik çevreler, kitle iletişim araçları vb. ortamlarda tartışılmaktadır. Bu tartışmalar konunun çeşitli boyutları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Örneğin; PISA soru türleri, örneklem seçimi gibi değişkenler ele alınıp açıklamalar yapılmaktadır. Bu tür değerlendirmeler her ne kadar konunun sadece bir boyutuna odaklansa da kamuoyunun dikkatini eğitim sürecine yöneltmesi bakımından etkilidir. Bununla birlikte sınav sonuçlarının bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuçlarda etkili olan faktörlerin tanımlanması daha sağlıklı değerlendirmeler yapılması için gereklidir.

Sınav sonuçları, sistem değişiklikleri, öğretmen yetiştirme, öğretim programları, öğrenci kişilik hizmetleri, eğitim yönetimi, merkezi sınavlar, okul mimarisi, okul öncesi eğitim ve eğitim felsefesinin olmaması ile birlikte bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde sonuçlardan yapacağımız çıkarımlar daha anlamlı ve gerçeği yansıtır nitelikte olacaktır. Diğer bir deyimle, PISA sonuçlarındaki düşüşün sebeplerinin ayrıntılı analiz edilmesi gerekmektedir.  Aşağıda PISA sonuçlarında etkili olduğu düşünülen faktörler verilmektedir:

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken birinci nokta Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim sistemine ilişkin yaptığı değişikliklerdir.

Aynı parti hükümeti içinde Milli Eğitim Bakanı’nı değişmekte ve her bakanla birlikte eğitim politikası değişmektedir. Bir bakan bir sınavı önce kaldırmakta, sonra yeniden ihdas etmekte, diğer bakan sınav sayısını üçe çıkarmakta, öbür bakan tekrar bire indirmektedir. MEB eğitim sistemiyle ilgili değişiklik yapmak istediği zaman, bu değişiklikle ilgili bilimsel kuramları ve bilimsel süreçleri yeterince kullanmamaktadır. Hızlı düşünülüp hızlı kararlar verilmektedir. MEB bir uygulama başlatmakta, uygulamada ortaya çıkan aksaklıklar karşısında onu terk edip başka bir uygulamayı tercih etmektedir. Oysa her uygulamanın aksaklıkları, eksiklikleri olacaktır. Uygulamanın değerlendirilerek düzeltilmesi ve geliştirilmesi gerekir. Onu terk edip başka bir uygulama getirmek her şeye yeniden başlamak demektir. Oysa kişiler gibi kurumlar da tecrübe ile olgunlaşırlar.[2]

Türkiye de eğitim sisteminde yaşanılan problemlerle ilgili deneysel çalışma yapılıp yapılmadığı merak konusudur. Örneğin, el yazısı uygulaması öğrencilere nasıl yansıdı? Kamu ve özel sektör eğitim alanındaki deneysel çalışmaları teşvik etmemektedir. Nisbett’e (2015) göre toplum, gerçekleştirilmemiş deneylerin bedelini ağır öder. İnsanlar, varsayımlarıyla ileri atıldığı, yapacağı müdahaleleri uygulamaya koymadan önce testten geçirmediği için bugüne kadar yüzbinlerce kişi öldü, milyonlarca suç işlendi ve milyarlarca dolar çöpe gitti. Millî Eğitim Bakanlığı, öğretim programları, öğretim kademeleri, geçiş sistemleri vb. konularda değişiklikler yapmaktadır. Ancak bakanlığın elinde bu değişikliklerin yapılması gerektiğine dair deneysel araştırma sonuçları veya bilimsel kanıtlar var mıdır? Yaptığımız değişiklikler deneye ve bilimsel kanıta dayanmadığı sürece yapmadığımız deneylerin bedelini kan, servet ve refah olarak öderiz.[3] Bu nedenle deneysel çalışmaların dışında yapılan çalışmalarla elde edilen bilgilere şüphe ile yaklaşmak ve deneysel olarak etkililiği saptanmamış değişiklikler yapmaktan kaçınmak gerekmektedir.

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken ikinci faktör öğretmen yetiştirme sistemidir. PISA, sonuçlarında eğitim fakültelerinin önemli bir sorumluluğu vardır. PISA sonuçları ile birlikte, eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirme programı ve öğretim elemanları ayrıntılı olarak incelenmelidir.

Bu kapsamda, öğretmenin ekonomik koşulları kadar, ekonomik olmayan, ancak, öğretmen motivasyonunu olumsuz etkileyen bazı uygulamaların da altını çizmekte yarar vardır. Örneğin, Finlandiya da, eğitim alanında kaydettikleri başarının arkasında öğretmenlerin maaşlarında yapılan iyileştirme ve üniversitelerden mezun olan en parlak gençleri öğretmen olarak istihdam etme politikası vardır. Ancak Finlandiya’nın başarısını sadece bu faktörlere bağlamak haksızlık olur.

Öğretmen, eğitim sürecinde önemli rol oynar. Bu rol onun özerk olmasını gerektirirP. Dreier’in deyimiyle, öğretmenler ne söyledikleriyle olduğu kadar ne söylemedikleriyle de öğrencilerin düşüncelerinin, değerlerinin ve seçimlerinin şekillenmesine yardımcı olur.[4] Bugün öğretmen sisteme ve kendilerine yabancılaştırılmıştır. Eğitim sürecinin önemli kolaylaştırıcısı olan öğretmen mezuniyet sonrası kendi haline bırakılmaktadır. Bir öğrencinin başarılı ya da başarısız olduğuna MEB’ lığı  karar vererek, öğretmeni sadece yapılanları uygulayan bir kişi konumuna getirmektedir. Öğretmen, temel gereksinmelerini karşılamak için ek iş yapma gereği hissetmektedir. Öğretmenin içinde bulunduğu bu ekonomik ve sosyal koşullar, öğrenciyi etkilemektedir.

PISA sonuçlarını değerlendirilirken dikkate alınması gereken üçüncü nokta öğretim programlarıdır. MEB öğretim programları değişikliklerini niçin yaptığını gerekçeli olarak açıklamadan değişiklik yapmaktadır. Öğretim programlarında son 10 yılda hangi değişikliklerin neden yapıldığını ve nasıl yapıldığını alan uzmanlarının açıklamaları beklenir. Uygulanan öğretim programları program değerlendirme modellerine göre incelenip, hangi boyutlarının güçlü, hangi boyutların zayıf olduğu belirlendikten sonra iyileştirme yapılmalıdır. Öğretim programı değişiklikleri Türkiye’nin kültürel, siyası, sosyal ve ekonomik koşullarına göre düzenlenmelidir.  Bu değişiklik bilimsel ve değişen eğitim anlayışına uygun olmalıdır.[5] Bu değişikliklerin  deneysel çalışmalar ile incelenmesi gerekmektedir.

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken dördüncü faktör eğitim yönetimidir. Güç, zenginlik ve yoksulluğun kökenlerinin tartışıldığı “Ulusların Düşüşü” adlı kitapta yazarlar yönetim ve işlevlerinin ulusların kaderini nasıl etkilediğini açıklamaktadır[6]. Yönetimin toplumlar için bu önemini de göz önüne aldığımızda, Eğitim yöneticisi atamalarının liyakate dayalı olup olmadığını düşünmemiz gerekiyor. Okul yöneticilerinin çoğunluğunun yönetim yeterliği tartışma konusudur. Özellikle son zamanlarda din kültürü öğretmenlerinin çoğunlukla yönetici olarak atanmaları yöneticilerin yeterliğini düşürmüştür. Kuşkusuz din kültürü alanından öğretmenler arasında da yönetici yeterliğine sahip olabilecek insanlar vardır, ancak bu kişiler arasındaki oran diğer alanlardaki kişiler arasındaki orandan farklı olmasa gerekir.[7] Yöneticinin rehberlik hizmetleri ve öğretim programlarının yönetimiyle ilgili uygulamaları öğretmenlere vizyon oluşturacak nitelikte midir? Yoksa öğretmen motivasyonunu azaltacak nitelik midir? Eğitim yönetimi sistemine ilişkin yapılacak araştırmaların ve yaşanılan problemlerin çözülmesinin Türkiye Cumhuriyetine ve Milli Eğitim Bakanlığına maddi hiçbir yükümlülük getirmeyeceği bunun yanında ülkeye önemli kazanımlar sağlayacağı açıktır. Eğitim yöneticileri ve politika yapıcıların, eğitimde beklenen duruma ulaşmak için eğitim sürecinin ne olduğu ve nasıl olması gerektiği hakkında bilgi ve bilinç sahibi olmaları gerekmektedir ve bu bilgiler deneysel yöntemlerle denenmiş ve etkililiği kanıtlanmış bilgi niteliği taşımalıdır.

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken beşinci nokta geçiş sınavlarıdır. Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemi ile birlikte sınav odaklı bir eğitim sistemi vardır. Bu sistem öğrenciyi, öğretmeni ve veliyi olumsuz etkilemektedir.  Bu uygulama, konu merkezli bir eğitim anlayışının yansımasıdır. Günümüzde çağdaş eğitim öğrenciyi merkez alan bir eğitim anlayışını benimsemektedir. Bilimsel araştırmalarla (deneysel araştırmalarla)  bu geçiş sistemi organik hale getirilebilir.

PISA sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken altıncı nokta öğrenci kişilik hizmetlerine yeterince yer verilmemesi ve bu hizmetin yönetilememesidir.  Eğitimi sadece “başarı” odaklı bir süreç olarak görmemek gerekir. Eğitim öğrencinin kendini tanımasına yardımcı olan bir süreçtir. Socrates (M.Ö 5.yy) “Kendini bil, bir kez kendimizi bildiğimizde kendimize nasıl bakacağımızı öğrenebiliriz, aksi halde asla öğrenemeyiz” demektir.

Eğitim hem toplumlar hem de bireyler içindir. Bugün, toplumlar hızlı bir şekilde değişmektedir. Bu yüzden, eğitimin işlevleri de hızlı bir şekilde değişmek durumundadır. İçinde bulunan çağda, eğitim hala klasik rolünü oynamayı sürdüremez. Program geliştirme alanında, insan davranışları bilişsel, duyuşsal ve psiko-motor davranışlar olmak üzere üç grupta toplanmaktadır. Eğitim sürecinde bu üç davranışa da önem verilmesi beklenir. Duyuşsal davranış eğitimi, duyuşsal alanının gelişmesinde, hatta bilişsel alanının kapasitesini tam olarak ortaya konulması için gerekli görülmektedir. Günümüzde beyin araştırmaları sağ ve sol beynin işlevlerinin farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Sol beynin bilişsel davranışlarla ilgili olduğu, sağ beynin duyuşsal davranışlarla ilgili olduğu tartışılmaktadır. Beynin kararları nasıl verdiği incelenmektedir.[8]  Sağ ya da sol beyni geliştirecek tek yönlü bir eğitimin günümüz için yeterli olmayacağı açıktır.

Yapılan araştırmalar, Türk öğrencilerinin OECD ülkeleri arasında okullarında en fazla stres yaşayan öğrenciler olduğunu göstermektedir. Okulda hissedilen stres  çocuğun mutluluğu üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. HBSC (Health and Behaviour in School-aged Children Study, 2010)’nin 11, 13 ve 15 yasındaki öğrencilerden okulda hissettikleri baskı ve stresin şiddetinin “hiç” ve “çok fazla” aralığında belirtmelerini istediği anket sonuçları bu konuda çarpıcı veriler ortaya koymaktadır. OECD ülkelerindeki 10 çocuktan 1’i okulda çok fazla stres hissettiğini ifade etmektedir. Bu tabloda Türkiye (%29,2), öğrencilerin okulda en fazla stres hissettiği ülke olarak ilk sırada yer almaktadır. Okulda hissedilen baskı ve stres çocuğun öğrenmesini olumsuz etkileyebileceği gibi, sağlık, riskli davranışlar, genel iyi olma hali gibi akademik olmayan konularda da olumsuz sonuçlara yol açabilecektir. [9] Öğrenci mutlu olmadığı bu süreçte yeterliklerini nasıl geliştirecektir? Öğrenme sürecinde oyunu ve eğlenmeyi dışlayan bir uygulama, sabah ezanından önce uyanıp okula gitmek zorunda kalan ilkokul öğrencisini nasıl mutlu edeceğini ve başarılı yapacağını açıklamalıdır.

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken yedinci nokta ders sayısı ve öğretim programlarının ağırlığıdır. Ders sayısı ve öğretim programının ağır olması, öğrencilerin bir konuya yoğunlaşmasını engellemekte, öğrencinin öz yetkinliğini düşürmektedir. Ayrıntılı kazanılmayan bir konu ya da becerinin öz yetkinliği (self efficacy)  düşürmesi beklentilere uygundur.

PISA sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken sekizinci faktör okul mimarisi ile ilgilidir. Bu gün okullarımızın ve sınıfların durumu öğretmeye destek sağlayacak şekilde midir?  21. yüzyılın eğitimi ancak adına ve içeriğine yakışır öğrenme mekânlarında gerçekleştirilebilir.  21. Yüzyılda okul binalarının bizatihi kendileri öğrenmenin ve öğretim programlarının bir parçasıdır. Okul binası, çevre dostu ve enerji tasarrufunu ön plana çıkaran eğitim-öğretim yapıları, ‘sürdürülebilir binalar’ şeklinde düşünülmektedir. Okul binaları ihtiyaçlar, öğretim kademeleri, okul mevcutları, okul türleri, ülkenin iklimi, kültür gibi faktörler tarafından etkilenmektedir.

Okullarımızda, spor, sanat ve bilim için uygun ortamlar var mıdır? Bu alanlar etkili bir şekilde yönetilip kullanılabilmekte midir?  Bu konuyu ayrıca tartışmakta yarar vardır.  Okullarımız güvenli, sevgi dolu ve sakin bir ortam mıdır? Neden; bahçe ve parkta oyun oynaması gereken çocuklara stres yaşatıyoruz?  Öğrencinin bir insan olmasından kaynaklanan ve değişmeyen ihtiyaçları ile değişen ihtiyaçları vardır. Örneğin, öğrencinin nefes almak, su içmek, eğlenmek, oyun oynamak, özerklik, fiziksel gelişim gibi değişmeyen ihtiyaçları vardır. Ergenlik dönemini ve kimlik oluşum sürecini bilmeden ya da dikkate almadan ilgili yaş döneminin öğretim programını geliştirmek çocuklarda benlik bilgisi, benliğe ilişkin senaryo ve sonunda kimlik oluşumlarını etkileyebilir.  Siz plan ve program hedeflerinizi ilk sıraya koyarsanız, öğrencinin bu süreçten mutlu olmasını ve yeterlik kazanmasını beklemek yersizdir.

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken dokuzuncu nokta okulöncesi eğitimin zorunlu olmamasıdır.

Anne Çocuk Eğitim Vakfı (ACEY), Eğitim Reformu Girişimi (ERG) vb. ulusal vakıf ve organizasyonların yaptığı çalışmalar ile uluslararası (UNİCEF, OECD vb.) organizasyonların yaptığı araştırmalar okul öncesi eğitiminin bireysel ve toplumsal anlamda yararlarına işaret etmektedir.

Türkiye de okulöncesinde okullulaşma oranları OECD ortalamasının altındadır.[10] Avrupa’da 3-5 yaş arası çocukların hemen hemen hepsine sağlanan kurum bazlı Erken Çocuk Eğitimi (EÇE) programları vardır[11] . EÇE’nin çocuklar, yetişkinler ve toplumsal sermayenin biçimlendirilmesi ve eşitlik kapsamında yararları bulunmaktadır. EÇE’nin çocuklar için kısa süreli yararı eğitim alanında görülmektedir. Daha yüksek zekâ, gelişmiş muhakeme, göz-el koordinasyonu, işitme ve konuşma, okumaya hazırlık, daha iyi okul başarısı, daha az sınıf tekrarı ve okulu bırakma, okula devamın artışı.[12]

Sınav sonuçları değerlendirilirken dikkate alınması gereken onuncu nokta eğitim felsefesinin olmamasıdır.

Hepimiz kendimize şu soruyu sormalıyız. Benim zihnimde eğitimle ilgili senaryo nedir ? Sonra ikinci soruyu sorabiliriz. Türk toplumunun zihninde, eğitimle ilgili senaryolar nelerdir? Toplum, eğitimin doğası, süreci, amacı ve idealleri konusunda ne düşünmektedir?

Özetle PISA sonuçlarının bir bütün olarak eğitim sistemindeki değişiklikler, öğretmen yetiştirme sistemi, öğretim programları, eğitim yönetimi, öğrenci kişilik hizmetleri, merkezi sınavlar, ders sayısı,  okul mimarisi, okulöncesi eğitim ve eğitim felsefesi faktörlerinin birlikte ele alınmasıyla açıklanması gerekmektedir.

Bir milyon elemanı ve yirmi milyon müşterisi olan bir kurum olmak zordur. Böyle bir kurumu yönlendirmenin de sıkıntıları büyüktür. Ancak bilimsel yöntemleri kullanarak PISA sonuçlarını iyileştirmek ve eğitimle ilgili diğer sorunları çözmek mümkündür. Öğrencilere 21’inci yüzyıl yaşam becerilerini kazandırmak için eğitimle ilgili senaryolarımızı tanımamız ve değiştirmemiz gerekmektedir.
—————————————————– 


[1] Dr. Aysel MADRA – Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Politika Analisti
[2] Bacanlı, H. (2016). Eğitim Sisteminin Sorunları Üzerine Düşünceler. Türk Yurdu. Sayı 350
[3] Nisbett, R.  (2015). Etkili düşünme araçları, İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları.
[4] Yüksel, G. (2014) Türkiye‘de ‘Eğitimde Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulamaları ve Öneriler, Yeni Türkiye, sayı 58, s 883.
[5] Yüksel, G. (2014) Türkiye‘de ‘Eğitimde Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulamaları ve Öneriler, Yeni Türkiye, sayı 58, s 883.
[6] Acemoğlu, D. ve Robinson, J.A. (2014). Ulusların Düşüşü: Güç, zenginlik ve yoksulluğun kökenleri. İstanbul: Doğan  Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık A.Ş.
[7] Bacanlı, H. (2016). Eğitim Sisteminin Sorunları Üzerine Düşünceler. Türk Yurdu. Sayı 350.
[8] Lehrer, J. (2013). Karar anı. Beynimiz karar vermemizi nasıl sağlıyor. 3. Baskı. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
[9] 2015. Eğtim Değerlendirme Raporu. Ankara: Tedmem Yayını.
[10] Eğitim Reformu Girişimi, Eğitim izleme raporu 2015-16.
[11] Kağıtçıbaşı,   Ç.   (2010).   Benlik, aile ve insan gelişimi: Kültürel psikoloji.   İstanbul:  Koç Üniversitesi  Yayınları.
[12] Van der Gaag, J.  (2002). ‘From child development to human development’ In M.E. Young (Ed.), From Early Childhood Development to Human Development (pp. 63-78). Washington, D.C.: The Word Bank


[i] Galip YÜKSEL, Prof. Dr. Gazi Üniversitesi.


 
Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen