Prof.Dr. Orhan OKAY: “Beyefendilik Kalmadı !”

“İstanbullu kimdir? Nasıl giyinir, nasıl konuşur, insanlara nasıl davranır? Nasıl  bir eğitim almıştır? Bu soruları ‘Son İstanbul Beyefendileri’nden biri olarak nitelenen Prof. Dr. Orhan Okay’a yönelttik. Eğitimin önemine dikkat çeken Okay’a göre asıl beyefendi Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan ve Tanpınar.”

*****

Selim Efe ERDEM / Star

*****
 

Orhan Okay nasıl bir ailenin çocuğu? 1931 de dünyaya geldiği ‘Babaocağını’ tanımlamak gerekirse nasıl bir benzetme yapar?

Efendim, aile şecerem tipik bir Osmanlı terkibi görünümündedir. Ben İstanbulluyum. Annem, babam ve babamın babası da İstanbul doğumludur. Onun babası, yani babamın dedesi Arapkirli Abdullah’tır. Bilinen en eski ceddimiz odur. Abdullah Efendi’nin Tanzimat yıllarında, tahminen 1840’larda Arapkir’den İstanbul’a göçtüğünü biliyoruz. Bir çeşit sendika yahut oda başkanı manasında elbise boyacılarının kâhyası olmuş. Dedem Mehmet, Şehremaneti Kantar Cibayet memuru imiş. Böylece aile de bürokrasiye bulaşmış olur. Babaannem Bulgaristan Lofçalı. 93 harbi diye bilinen 1877-78 Rus Savaşı sırasında ailece İstanbul’a göç etmişler. Annemin babası ve annesi ise Erzurumlu. Anneannem de Rus işgalinde Erzurum’dan ayrılmış. Anne tarafından büyükbabam Hüseyin Hüsnü Efendi Balat’ta Ferruh Kethüda Camii’nin imamı ve bir özel iptidai mektebin sahibi ve hocası. Ben 1931’de babamın bir yıl evvel satın aldığı Balat’taki evimizde doğmuşum. Benden sekiz yaş büyük olan ablam Melahat, 2009’da vefat etti. Babaocağı dediğiniz ev olarak ben 1953 yılına yani yirmi iki yaşıma kadar oturduğumuz Balat’taki evi bilirim. Bu evi pek çok ayrıntılarına, mahalle arkadaşlarıma, komşularımıza kadar hatırlarım. Rüyalarıma da girer. 

Size isim verilişin sıradışı öyküsü varmış?

Polis olan babama o sırada görevde bulunduğu karakola doğduğumu haber vererek ne ad konulacağını sormuşlar, o da kız mı erkek mi olduğunu sormadan “Orhan” demiş. Göbek adım Mehmet’tir, yani dedemin adı. Asıl adımın yerinde geçmesin diye sadece M. Orhan diye yazdığım oluyor.

“Anneannem gibi namaz kılardım.”

Çocuklar her ikisini de çok sever ama daha çok ya ‘anne çocuğu’ ya da ‘baba çocuğu’dur. Siz daha çok kimin çocuğu olarak görüyorsunuz kendinizi?

Balat’taki evimizin alt katında dul olan anneannem ile onun kardeşi büyük teyzem ve fabrikada çalışan bekâr dayım otururdu. Babam ve dayım işe, ablam okula gittiği için ben çocukluk yıllarımı bu iki yaşlı kadınla annem arasında geçirdim. Ama daha çok anneannemle. Onunla pazara çıkıp alışverişe gider, camilere gidip vaaz dinlerdik. Evde de hem oyun arkadaşım, hem namaz arkadaşım olmuştu. Onu taklit ederek namaz kıldığım için tekbir almak, el kavuşturmak gibi namaz hareketlerim de önceleri kadınlarınki gibiydi. Annem ve bazen de babam da katılarak Kapalıçarşı ve Eminönü gibi daha büyük alışverişlere giderdik. Hasıl anne çocuğu, baba çocuğu özelliğim olmadığını sanıyorum.

‘Karne’ günlerinde nasıl bir çocukluk yaşadınız?

Edebiyat ve Fen fakültelerinin bulunduğu Zeynep Hanım Konağı’nın yandığı gece, gökyüzünün kıpkızıl kesildiğini ve çok korktuğumu hatırlarım. İkinci Dünya savaşı yıllarında projektörle gökyüzünün tarandığı, bazan uçaksavar toplarının atıldığı ürpertici geceleri de.

MÜBECCEL NİYETİMİ HİÇ BİLMEDİ

Eşinizle nasıl tanıştınız, nasıl evlilik teklif ettiniz?

Eşim Mübeccel Vefa Lisesi son sınıfından arkadaşımdı. Aynı fakültede fakat ayrı bölümlerde okuduk. Fakülte son sınıfına kadar niyetimi bilmedi. Son sınıftayken yaptığım teklifi kabul etti. 1957’de nişanımız oldu. İki yıl, çok güzel bir nişanlılık dönemi geçirdik. 1959’da da evlenip bir ay sonra Erzurum’a gittik.

Mübeccel Hanım’ı tarif etmenizi rica etsek onu nasıl tanımlarsınız? Hangi kelimeyle sevginizi ifade edersiniz?

Sevgi kelimelerle ifade edilmez. Birbirimizi kırmadan, kötü söz söylemeden geçen 53 yıl. Elbette münakaşalarımız, anlaşamadığımız konular olurdu. Bir yemekten, bir kıyafetten birinin hoşlanıp diğerinin hoşlanmaması kadar tabii ne var? İşte bunları tabii görüyorsak aile hayatının sevgiyle, huzurla devam etmesi de tabii olur.

Kütüphanesini  İSAM’a bağışlayacak

Prof. Dr. Orhan Okay, 15 bin kitaplık dev bir kütüpheneye sahip. Levent’teki evinde muhafaza ettiği ve çok sayıda nadide eserin yer aldığı kitaplarını İSAM’a bağışlayacağını belirten Okay,  İSAM’ın kendi alanının önde gelen 1500’ü aşkın akademisyeniyle birlikte hazırladığı “İslam Ansiklopedisi”nin, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde yapılmış, devlet kurumlarınca yapılanlar dahil en iyi eser olduğunu söyledi.

BEYEFENDİLİK KALMADI

Dört kuşak İstanbullu olarak, İstanbul beyefendiliğini nasıl tanımlarsınız?

Bu sıfat da artık bana olduğu gibi başkaları için de çok kullanılmaya başladı. İşin tuhafı artık İstanbul efendiliğinin kalmadığı bir zamanda… Bunun şartları o kadar ağır ki anlatmaktan ziyade böyle bir insanı göstermek lazım. Rahmetli Süheyl Ünver bunlardan biriydi. Onu artık nerede bulup da kime örnek diye gösterelim? Çelebi, zarif, kimseyi kırmayan, çevresiyle iyi geçinen, kıyafetine itina eden, oturuşunda, yürüyüşünde, hareketlerinde dikkatli ve itinalı olan, karşısındakini  istemese de toparlanmaya sevk eden… Hasılı Osmanlı’nın kaç asırda hangi imbiklerden süzerek geçirdiği İstanbul beyefendisi, hanımefendisi.  

KAPLAN ve TANPINAR’ın öğrencisi

Vefa Lisesi ve İstanbul Üniversitesi’nde sıradışı isimlerle okudunuz. Tanpınar ve Kaplan sizi nasıl bir etkiledi?

Vefa Lisesi’nde çok değerli hocalar ve çoğunun araştırmaları, yayınları, ders kitapları vardı. Bizim derslerimize girenler arasında yukarıda belirttiğim Nurettin Topçu’yu, son sınıfta derslerimize gelen Behice Kaplan’ı, boş saatlerimizde sohbete gelen Reşat Ekrem Koçu’yu sayabilirim. Sınıf ve devre arkadaşlarım arasından daha sonra eserleriyle ve çalışmalarıyla tanınacak olan Turan Oflazoğlu, Sadık Göksu, İzzet Tanju, Ülkü Azrak’ı sayabilirim. Üniversitede felsefede okurkense Macit Gökberk, Takıyettin Mengüşoğlu, Mustafa Şekip Tunç, Halil Vehbi Eralp ve büyük bir Alman felsefecisi olan Heimsoeth, Mümtaz Turhan hocalarım oldu. Türkoloji’de okurken de başta Mehmet Kaplan olmak üzere Tanpınar, Ali Nihat Tarlan, İsmail Hikmet Ertaylan, Caferoğlu, Rahmeti Arat gibi değerli hocalarım oldu. Yardımcı sertifikada Mazhar Şevket İpşiroğlu, Kurt Erdman, Oktay Aslanapa, Ahmet Ateş’in derslerine devam ettim. Buradaki sınıf ve devre arkadaşlarımdan çoğu da iyi birer araştırıcı ve öğretim üyesi oldular. Kemal Erarslan, Şinasi Tekin, Ali Karamanlıoğlu, Muammer Kemal Özergin, Mehmet Akalın, Necmettin Hacıeminoğlu gibi. Kendi çalışma alanım olduğu için en verimli hoca Mehmet Kaplan’dı. Disiplinli araştırmada ve hocalıkta ölçüm oydu. Tanpınar daha başkaydı. Onu öğrencilik yıllarımda gereği kadar yakından tanıyamamaktan, dolayısıyla faydalanamamaktan üzgünüm. Kaplan’ın derslerinde referanslar hep yerli ve yabancı edebiyatçılar ve edebiyat araştırıcılarıydı. Tanpınar’da ise bunlarla beraber yine yerli ve yabancı sanatkârlar, ressamlar, musikişinaslardı.

MİNNET BORCUM VAR

Sizi en çok etkileyen isimler kimler oldu?

Adlarını zikredeceklerimin hiçbiri ne bir cemaat ne kendi adlarına bir ideoloji ne de bir ekonomik güç oluşturmuşlardır. Üzerimde tesiri ve emeği geçen büyüklerim arasında başta Nurettin Topçu gelir. Dünya görüşüm bakımından ona bağlıyım. Mesleğimi kazanmamda, olabildiği kadar disiplinli çalışmamda hocam Mehmet Kaplan’a minnet borcum vardır. Kendi mütevazı köşesinde çevresini irşad eden Abdülaziz Efendi’ye, gençlik yıllarımızda ağabeyimiz olan Rahmi Eray’a, bir neslin mürebbisi olan Celâl Hoca’ya, hat hocam Halim Efendi’ye de çok şeyler borçluyum. Hepsini rahmetle anarım.

Nasıl öğretmen oldunuz? İstanbul doğumlu bir şehirli olarak Diyarbakır’da ve Artvin’deki öğretmenlik günlerinizde neler yaşadınız?”

İlköğretim yıllarımda Türkçe derslerimden sınıfımın her zaman iyileri arasında oldum. Ortaokula başladığımda, coğrafya bölümü öğrencisi olan ablamın anlattıklarıyla kendimi edebiyat fakültesinin Türkoloji bölümü için hazırlamaya başlamıştım. Bu da edebiyat öğretmenliği demekti. Bu niyetim lise son sınıfına kadar devam etti. O yıl felsefe derslerimize Nurettin Topçu girince ben de yine öğretmen olarak felsefeye bir eğilim başladı. Mezun olunca felsefe bölümüne kaydoldum. Daha sonra öğretmenliğimi garanti altına almak için Yüksek Öğretmen Okulu’na girince Türkoloji bölümüne geçmem gerekti. Bir Anadolucu olan hocam Topçu’nun tesiriyle Anadolu’ya hizmet götürmeyi adeta bir ideal olarak düşünüyordum. Nitekim ilk tayinim Artvin’e çıktığında o yıllarda çok zor olan yol şartlarında hiç yüksünmeden İstanbul’dan en uzak olan bu güzel kasabaya seve seve gittim. Bu bir yıl hayatımın en mesut yıllarındandır. Askerlik sonrası Diyarbakır için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Şehir güzeldi, çok iyi dostlarım ve dostluklarım oldu. Fakat lise, disiplini bozuk bir okuldu. Daha sonra da 36 yıl hiçbir şikâyetim olmaksızın ailece Erzurum’da kaldık.

————————————————————

http://www.haberkultur.net/HD4660_orhan-okay-ile-cok-ozel.html

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen