Güvenlik kuşağı Türkiye’ye kurulan bir tuzak

‘Zeytin Dalı’ harekâtının 10’uncu günü. Hükümet operasyonların Menbiç ve Fırat’ın doğusuyla devam edeceği mesajı veriyor. ABD’li yetkililer iki gün önce YPG terör örgütüne silah vermeyeceklerini açıkladılar. Güven problemi sürüyor. TSK nasıl ilerleyecek, yolda hangi risklerle karşılaşacak, atılması gereken adımlar neler? NATO ve Birleşmiş Milletler’de de görev yapan Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu’na göre Türkiye Fırat’ın doğusuna el atmalı, Amerikan üslerini kapatmalı ve Süleyman Şah Türbesi yerine konuşlandırılmalı. 

*****

Güvenlik kuşağı Türkiye’ye kurulan bir tuzak

 

Konuşan:        İpek ÖZBEY

Fotoğraf:        Levent KULU

Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin’deki Zeytin Dalı operasyonuyla terör odaklarına nasıl bir darbe vurmuş olacak?

Fırat’ın batısında, Kilis ve Hatay sınırındaki PKK terör örgütünün Afrin’den temizlenmesiyle, teröristlerin Amanoslar’a giriş çıkışları engellenecek. Dolayısıyla, PKK orada büyük bir üssünü kaybetmiş olacak. Giriş-çıkışın önlenmesiyle, Kilis ve Hatay’ın emniyeti sağlanacak. Amanoslar’da bulunan teröristler için de gerekli lojistik destek kesintiye uğratılacak. Fırat Kalkanı ile kontrol edilen alanın batıdan emniyeti alınmış olacak. Bu arada Fırat’ın batısındaki Afrin’in kontrol altına alınmasıyla Fırat’ın doğusundan batıya doğru uzanan terör koridorunun bir halkası da kopmuş olacak. Bu bölgede oturan sığınmacıların evlerine dönmesi sağlanacak. Ayrıca, Türkiye’nin Arap coğrafyasıyla olan bağlantısının kesilme riski yok edilecek.

Ya diğer halkalar?

Stratejide ve savaş sanatında, askeri hedef belirlenmeden önce harekatın siyasi hedefleri ortaya konulur. Suriye’de yapılan operasyonlara ilişkin Türkiye’nin üç siyasi hedefi vardır. Birincisi, beka sorunu oluşturan ve 911 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırında yerleşen PKK-PYD terör örgütünü etkisiz duruma getirmek. İkinci hedef, 911 kilometrelik Suriye sınırından Doğu Akdeniz’e ulaşan terör koridorunu engellemek. Üçüncü hedef, Suriye’nin coğrafi bütünlüğünü sağlamaktır. Siyasi hedefleri karşılayacak askeri hedeflerden birincisi, Fırat Kalkanı harekâtıyla El Bab kontrol altına alındı. El Bab’ın kontrolü, Fırat’ın batısında terör koridorunu kısmen önledi. Ama Fırat Kalkanı, PKK-PYD terör örgütünü Suriye’de tamamen etkisiz duruma getiremedi.

Afrin temizlenince güvenlik tümüyle sağlanmış sayılacak mı?

Afrin’deki PKK-PYD terör örgütü Fırat’ın doğusuna kaçacak. Menbiç ve özellikle Fırat’ın doğusu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından etkisiz duruma getirilmediği veya kontrol edilmediği sürece bu üç siyasi hedefimiz gerçekleştirilemeyecektir. Fırat’ın doğusu, 550-600 kilometre uzunluğunda bir sınırdır. O sınırda ABD, PKK-PYD terör örgütünü eğitti, donattı, danışmanlık hizmeti yaptı ve oraya yerleştirdi.

Fırat’ın doğusunu El Bab, Afrin, hatta Menbiç’ten daha önemli kılan ne?

Fırat’ın doğusunda ABD, PKK-PYD terör örgütüne, Suriye coğrafyasının yaklaşık yüzde 30’unu; Suriye enerji kaynaklarının da yaklaşık yüzde 50’sini teslim etti. Orada  şu anda eğitimli 60 bin PKK-PYD’li terörist var. Afrin’de 8-10 bin terörist olduğu kabul edilirse, en az sekiz katı diyebiliriz.

Diyelim ki; TSK, Fırat’ın Doğusu’nda operasyona başladı. Sonra?

Suriye iç savaşından önce, her yıl yapılan PKK tehdit değerlendirmesinde; yurt dışında 3500-4000, yurt içinde 1800-2000, İran’da 350-400 terörist mevcudu ortaya çıkardı. Toplam terörist sayısı yaklaşık 6-7 bindi. Suriye’deki 60 bin kişilik PKK-PYD dikkate alındığında, tehdit 10 kat arttı. Suriye’de, PKK’ya göre daha modern silahlarla donatılan bir PYD var. IŞİD’e karşı mücadele ettiğinden, özellikle batı ülkeleri tarafından meşru bir örgüt olarak görülen bir PYD var. Sonuçta, Türkiye’nin tehdit değerlendirmesi de değişmiş oldu. ABD’nin hedefi, PKK-PYD gücünü 100 bin kişiye çıkarmak. O zaman, tehdit 15 kat artmış olacak. İşte, Fırat’ın doğusu bu yüzden harekatın ağırlık merkezidir ve bu nedenle, ancak Fırat’ın doğusuna el atıldığında, harekatın siyasi hedefi karşılanmış olacaktır. 

Peki; Irak sınırına doğru gidilmedi; harita nasıl şekillenir?

PKK terör örgütü, Fırat’ın doğusunda 550-600 kilometrelik sınırda sizin komşunuz olur. Daha fazla güçlenir. Ve Türkiye’ye güneyden baskı yapar. Güneydoğu Anadolu’daki PKK unsurlarıyla koordineli olarak sizi sürekli rahatsız eder. Savaş stratejisi yönünden iç hat durumuna, yani dezavantajlı bir konuma düşersiniz. Coğrafi derinlik kazanmış olur. Bu nedenle, Türkiye Fırat’ın doğusundaki PKK-PYD oluşumunu etkisiz duruma getirmek zorundadır. 5-10 yıl sonra, Türkiye’nin zayıf olduğu bir anda, Fırat’ın doğusunu kontrol eden bir PKK’ya, özerk/federe bir yapı sonra da bağımsızlık verilebilir. Doğu Akdeniz’e koridor tekrar gündeme gelebilir. Demek ki Fırat’ın doğusuna el atmadan, ne PKK’yı etkisiz hale getirebiliyoruz, ne de koridoru da tam olarak önleyebiliyoruz. Fırat’ın doğusunda bir operasyon için öncelikle, orada yaklaşık 13 tane üssü olan ABD ile uzlaşmanız gerekiyor.

ABD’nin Menbiç açıklamaları bunu olanaklı kılıyor mu?

Yapılacak görüşmeler sonucunda Fırat’ın doğusuna yaklaşmamanız şartıyla Menbiç’e onay verebilir. Ama Fırat’ın doğusu için yeşil ışık yakmayacaktır. O zaman Türkiye, kendi göbeğini kendisi kesecektir. Türkiye riskleri dikkate alarak, Fırat’ın doğusunda ABD’ye, NATO’ya, diğer ülkelere ve ambargoya rağmen operasyon yapmalıdır. Rusya ve İran’la yapılan işbirliği gibi, PKK-PYD terör örgütünü, ABD’yle işbirliği yaptığı gerekçesiyle düşman kabul eden Suriye ile de doğrudan işbirliği yapılmalıdır. Bu üç ülkenin hedefi Amerika’nın buradan çekilmesidir. ABD’nin buradan çekilmesi, Türkiye’nin de dile getirdiği bir konu. ABD, Suriye’den çekilmediği sürece, PKK-PYD kökleşecek ve Türkiye’ye olan tehdit artacaktır.

Risklere rağmen dediniz; nedir o riskler?

NATO’ya, ambargoya rağmen yapmak! Sonuçta, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, BEKA sorunuyla karşı karşıya kalan bir Türkiye var. ABD askeriyle çatışma riskinin olduğunu varsayalım. Bu durumda, Türkiye’nin oynayabileceği satranç taşları var. Türkiye, Rusya’yı ve İran’ı kaybetmeden, Suriye rejimiyle işbirliği hatta ittifak yaparak ABD’ye karşı önemli bir hamle atmış olur. Rusya’nın da desteğiyle Suriye’yle yapılacak ittifak sonucu, Suriye rejimi, “Türkiye’yi Suriye’ye davet ederse”, ABD’nin etkisi azalır. Ama bu stratejik hamleden önce Türkiye’nin atması gereken önemli bir adım var.  ABD’nin Türkiye’de bulunan üs ve tesislerinin tümünü kapatması lâzım. Bunu bir günde, Bakanlar Kurulu kararıyla yapabilir.

Nitekim bunun örneğini Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında yaşamadık mı?

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Ecevit’in Başbakan olduğu koalisyon hükümeti döneminde NATO’ya, ABD’ye, hatta TSK’nın o zamanki donatım yetersizliğine rağmen başarıyla yapıldı. Kıbrıs’ta bulunan soydaşlarımız zulümden kurtarıldı ve kendi topraklarında özgür yaşama olanağı sağlandı. Bunun üzerine, ABD ambargo uyguladı. Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bir yıl sonra, 25 Temmuz 1975’te ambargoyu kaldırmadığından dolayı, Demirel’in koalisyon hükümeti İncirlik dâhil Türkiye’de bulunan ABD’nin 21 üs ve tesisini kapattı. O dönemde, Türkiye-ABD ilişkilerinde bugünkü kadar derin uçurum yoktu. Fırat’ın doğusundaki PKK-PYD terör örgütünün etkisiz duruma getirilmesi için, ABD ile uzlaşma sağlanamadığı takdirde, Türkiye bu üsleri kapatmalıdır.

Kapatmayı kaçınılmaz mı görüyorsunuz?

Menbiç ve Fırat’ın doğusuna TSK’nın operasyonu gündeme geldiğinde, ABD’yle uzlaşmaya varılamayacağını düşünüyorum. Bu durumda Türkiye, ABD’nin üs ve tesislerini kapatmak zorunda kalacaktır, kapatmalıdır. Bununla beraber, diplomatik çabalar ve girişimler sonuna kadar sürdürülmelidir. Menbiç’in doğusunda, Fırat’ın kenarında, sınırdan 37 kilometre derinlikte Süleyman Şah Türbesi vardı. Türbe, Türk toprağıdır. Birleşmiş Milletler 51.maddesi gereği Türkiye’nin Türbe’yi koruma hakkı, meşru müdafaa hakkı vardır. 22 Şubat 2015’te orada, PKK-PYD terör örgütü değil sadece IŞİD vardı. PKK-PYD, Menbiç ve civarını ABD desteğiyle IŞİD’ten alınca, Süleyman Şah Türbesi’nin konuşlu olduğu yer, PKK tarafından işgal edildi. 37 kilometre derinlikteki Süleyman Şah Türbesi, uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkı kapsamında Tel Abyad, Menbiç istikametinde yapılacak bir operasyonla eski yerine konuşlandırmalı. Buna kimse bir şey diyemez, Türkiye’nin meşru hakkıdır.

Konuşlandırınca ne elde edeceğiz?

Süleyman Şah Türbesi’nin emniyetinin alınması, Türkiye’nin en doğal hakkı. Birinci adım, Fırat’ın doğusunda PKK-PYD’nin işgal ettiği coğrafyada, Tel Abyad’tan Fırat’a kadar olan bölge ile Tel Abyad’tan yaklaşık 20 kilometre doğuya kadar olan alan kontrol altına alınmalıdır. İkinci adımda, bu alandan, 37 kilometre güneydeki Süleyman Şah Türbesi’ne intikal ve lojistik ihtiyaçlar için bir şerit açılmalı. Böylece, Fırat’ın batısında olduğu gibi Fırat’ın doğusundaki koridor da önlenmiş olur.

Klasik oyalama taktiklerinden biri de ‘Afrin’le ilgim yok’ mesajı mıydı? Bu ‘Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmek istiyor’ diye yorumlandı. Ne diyorsunuz?

Doğrudur, ancak operasyon, Rusya ile koordine edilerek başlatılınca, ABD’nin oyunu bozuldu. Rusya da, NATO üyesi olan Türkiye’yi kendi tarafına çekmeyi başardı ve ABD’yi yalnız bıraktı. Bu arada, ABD’nin Suriye’de savruluşu, Rusya için büyük bir başarıdır. Bakın, ABD’nin savunma bütçesi yıllık yaklaşık 700 milyar dolar. Rusya’nın ise yaklaşık 85-100 milyar dolar. Savunmaya ABD’nin sekizde biri kadar harcayan bir ülke; stratejinin kuvvet, zaman, mekân faktörlerini kullanarak satrancı iyi oynadı. Bu Putin için önemli bir başarıdır, Amerika içinse başarısızlık. Hamurda maya ne ise stratejide lider odur. Putin, iyi bir satranç oyuncusu; az maliyetle stratejik sonuçlar alan biri.

Türkiye için…

Şu anda Türkiye, Irak, İran ve Rusya ile işbirliği yaparak doğru bir stratejik adım atmıştır. Suriye’de siyasi hedefleri uygun şekilde belirlemiştir. Ancak, stratejik bir adım daha atmalı ve Suriye rejimiyle doğrudan işbirliği yapmalıdır. Türkiye, böyle bir adım attığı takdirde Suriye’deki gücü üç-dört kat artacaktır. Uluslararası ilişkilerde ebedi dostluklar olmadığı gibi ebedi düşmanlıklar da yoktur, esas olan ulusal çıkarlardır. Beka sorunu yaşayan bir ülkenin bu adımı atması yaşamsal önemde.

Bir de 30 kilometrelik güvenlik kuşağı teklifi var. Bir tuzak mı, oyalamaca mı, yoksa kabul edilebilir bir öneri mi?

Güvenlik kuşağının, öteden beri Türkiye’ye kurulan bir tuzak olduğunu düşünüyorum. Daha önce de Türkiye teklif etmişti. Ben hep karşı çıktım. 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak’taki Kürtleri o zamanki Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı korumak için ABD liderliğinde İngiliz, Fransız uçak ve helikopterlerinden oluşan kuvvet, İncirlik ve Diyarbakır’daki Pirinçlik üzerinden ‘Çekiç Güç’ denilen harekâtı gerçekleştirdi. 1991 yılında, Irak Hava Sahası’nda 36’ncı paralelin kuzeyiyle 32’nci paralelin güneyi ‘uçuşa yasak bölge’ ilan edildi. Bu bölge, Irak hava kuvvetlerine yasaklandı. Bu uygulama, ABD işgalinin başladığı 2003 yılına kadar sürdü. 12 yıl boyunca ‘Çekiç Güç’, Kuzey Irak’taki Kürt devletinin kurulmasına şemsiye oldu. PKK’nın canlanmasına uygun ortamı sağladı. ‘Çekiç Güç’ten dolayı Türkiye pişman oldu; sonra bilindiği gibi Kuzey Irak’ta bağımsızlık referandumu yapıldı ve Türkiye başarılı bir diplomasi atağıyla bunu önledi.

‘Bugün de aynı sonuç çıkar’ kaygısını mı taşıyorsunuz?

Diyelim Afrin’in kuzeyinde ve Fırat’ın doğusunda 30 kilometrelik bir güvenlik kuşağı ilan edildi.  Bununla kalınmaz, ‘uçuşa yasak bölge’ ilan edilir. Böylece, Suriye ve Rusya hava kuvvetlerinin orada uçması engellenir. ABD teklif ettiğine göre, güvenlik kuşağını ABD, İngiltere, Fransa gibi koalisyon ülkeleri koruyacak. Uçaklar, yine Türkiye’deki üslerden kalkacak. Bu da, Kuzey Irak’ta ‘Çekiç Güç’ harekatında olduğu gibi, 30 kilometrelik şeritte PKK-PYD terör örgütünün daha da palazlanmasına ve orada adım adım bir devletçik oluşturmasına neden olacak. Türkiye, ‘Çekiç Güç’ten aldığı dersle bu tuzağa düşmeyecektir, düşmemelidir. Tarih, ulusların tarlasıdır ne ekerseniz onu biçerseniz. Cevabımız şu olmalı: Bir, Fırat’ın doğusu ve Menbiç’te bulunan 60 bin kişilik PKK-PYD terör örgütünü dağıtın. İki, IŞİD yeteri kadar zayıflatıldı, Suriye’den çekilin. Üç, PYD’yi terör örgütü listesine dahil edin, silah, eğitim ve danışmanlık desteği vermeyi kesin.

 

Ki tüm bunlar söyleniyor da. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Ulusal Güvenlik Danışmanı’yla görüştü. Silah verilmeyeceği hususu teyit edildi. Ne diyorsunuz?

Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster, Aralık 2017’de Washington’da yaptığı konuşmada, “Katar ve Türkiye’nin Müslüman Kardeşler gibi aşırıcı örgütlerin sponsorluğunu yaptıklarını” iddia etmişti. Şimdi,  PYD/YPG’ye silah verilmeyeceği hususunu teyit etmiş. Korgeneral rütbesine gelmiş ABD’li bir generalin, 60 bin kişilik güce getirdikleri PYD/YPG’ye silah desteğini kesemeyeceklerini bilmesi lazım. PYD/YPG’ye silah desteğini kesmek, ABD’nin Suriye’den çıkması demektir. ABD samimi ise, öncelikle PYD’yi terör örgütleri listesine alsın. Suriye’den de çekilsin, çünkü IŞİD yeteri kadar zayıflatıldı. Ben Mc Master’in bu açıklamasını samimi bulmuyorum.  Zaman kazanma ve oyalama taktiğinin bir parçası.

Bir görüşe göre de “Sınırımızdaki terör odaklarına verilen bu desteğin asıl amacı İsrail’in hedefindeki İran’ı kıstırmak.” Doğru mu?

ABD’nin tehdit algılamasında önceliği hiçbir zaman Ortadoğu olmadı. Önceliği Çin, yani Pasifik’tir. Çin, hızla güçleniyor ve jeopolitik etki alanlarını genişletiyor. Ortadoğu’ya gelirsek; ABD’nin bir pençesi Afganistan’da, diğer pençesi Irak-Suriye’de olacak ve bundan vazgeçmeyecek. Bunun birinci amacı, petrol ve enerji kaynaklarının kontrolüdür. İkincisi İsrail’in güvenliğini sağlamak; üçüncüsü Irak’ın ve Suriye’nin bölünmesiyle beraber bu bölgede PKK-PYD terör örgütünün de içinde yer aldığı sözde bir Kürt devletini kurmaktır. Bu üç hedefe, arada aksaklıklar olmasına rağmen, hızla ilerlediğini Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı’ndan görüyoruz. İsrail’e karşı çıkan Irak ve Libya parçalandı. Suriye de fiilen bölündü. PKK’yla bağlantısını bildiği halde, PYD’ye yardımı sürdürüyor. Neden, çünkü, sırada İran ve Türkiye var. Şimdi Türkiye’de basında az yer bulan ve önemsenmeyen iki önemli husustan bahsedeceğim.

Nedir?

Birincisi, ABD Silahlı Kuvvetler Akademisi’nde Temmuz 2017’de NATO müttefiki bir ülkeye yakışmayacak şekilde, 2017-2027 yılları arasında Türkiye’de bir iç çatışma yaşanacağı senaryosu üzerinde çalışıldı. İkincisi, İsrail ve Suudi Arabistan temsilcileri, 4 Haziran 2015’te ABD’de Washington’da CFR (Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi)  adlı düşünce kuruluşunda Türkiye’nin de bir bölümünü içine alacak bir Kürt devleti kurulması yönünde anlaştıklarını açıkladılar. İsrail’in Suudi Arabistan’la anlaşması demek, ABD’nin anlaşması demektir. Bu iki olayı ele aldığımızda, Türkiye’nin dile getirdiği BEKA sorununu önemsemek gerekir. ABD neden bu kadar silahı terör örgütüne verdi? Efendim, IŞİD ile mücadele için. Türk hükümeti, zaten “Biz IŞİD’le birlikte mücadeleye hazırız” dedi, ABD neden kabul etmedi? Amaç belli. ABD, hedeflerine ilerlemeye devam ediyor. Oyalama, yanıltma, bazen yerinde sayma taktikleri uyguluyor, fakat stratejik istikamette sapma yok.

Güvenlik kuşağı Türkiye’ye kurulan bir tuzak

Bu senaryo çalışmasında bir ülkenin ismiyle cismiyle hedef gösterilmesi olağan mı?

Bakın, NATO’da görev almış biri olarak şunu söyleyebilirim; NATO’da senaryo çalışmalarında, hiçbir zaman gerçek ülke ismi kullanılmaz. Gerçek coğrafya adı yazılmaz. Jenerik harita kullanılır. Türkiye’de 10 yıl içerisinde çatışma senaryosu üzerinde çalışan böyle bir müttefik samimi olabilir mi? Fırat’ın doğusundaki 550-600 kilometrelik hat kaldığı sürece Türkiye’ye yönelen ana tehdit devam eder.

Batı terörist PKK örgütünü IŞİD’le savaşan bir örgüt olarak görüyor. Bu işimizi ne kadar zorlaştırıyor?

Bazen ayrıntıları kaçırıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir Fransa ziyareti oldu. Bu ziyaretten bir gün önce 4 Ocak 2018’de, Fransa hükümet sözcüsü şu açıklamayı yaptı: “Suriye’de PYD elinde bulunan IŞİD’çi Fransız vatandaşlarının PYD mahkemeleri tarafından yargılanmasını saygıyla karşılıyoruz” dedi. Bu ne demek; Fransa Suriye’deki PYD’yi devlet gibi görüyor, yargısını kabul ediyor demek.

Peki aynı Batı, Afrin’deki IŞİD’liyi kendi saflarında savaşmak üzere serbest bırakan PKK’ya niçin bir şey demiyor?

Bu onlar için önemli bir delil olmalıydı. Ancak, Batı, PKK-PYD terör örgütünü destekler durumda. Terör örgütü temsilcilerinin Fransa Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda kaç kez kabul edildiğini gördük. Dolayısıyla, Batı’nın bu tutumu sürpriz değil. 14 Ocak 1992 yılında biz bölgede görev yaparken, Cudi dağında sıkıştırılan PKK teöristlerine gıda yardımını, bölgede bulunan ABD helikopterleri yapıyordu. Bu bir sır değil, Genelkurmay kayıtlarında var. Yanlışlıkla atmışlardı! Şu anda da, sehven çok yanlışlık yapıyorlar!

Soçi Zirvesi bugün… Suriye’deki savaşa ve çözüme etkisine ilişkin görüşleriniz?

Soçi çok önemlidir. Bu zirvede Türkiye’nin, Suriye’deki varlığından da kaynaklanan  bir ağırlığı var. Dolayısıyla, karar alma sürecinde Türkiye’nin etkisi ortaya çıkıyor. PYD terör örgütünün zirveye katılmasını engelleyebiliyor. Ben bir adım daha atıyorum ve şunu söylüyorum Türkiye’ye: Stratejik bir adım atın ve Suriye rejimini masaya siz davet edin. O zaman hem Suriye’de hem de masada ağırlığımız artacaktır. Bu adım, Türkiye açısından olumlu yönde stratejik sonuçlar oluşturacaktır.

SURİYE’NİN UYARISI DİKKATE ALINACAK BİR TEPKİ DEĞİL!

Suriye “Türkiye’nin işgaline karşı hava savunma sistemlerimiz hazır” diye uyarıyor. Ciddiye alınacak bir çıkış mı?

Sayın Başbakan, “Biz bu operasyonla ilgili alt düzeyde Suriye ile görüştük” dedi. Ayrıca, Zeytin Dalı Operasyonu yazıyla Suriye’ye bildirildi. Rusya ve İran’la koordineli hareket etmek demek dolaylı olarak Suriye’yle işbirliği demektir. Fırat’ın batısındaki hava sahasının kontrol ve yönetimi, Rusya’nın elindedir. Hava sahasının açılmasına yeşil ışık yakan Rusya olunca, elbette Esad yönetimi de dolaylı olarak kabullenmiş oluyor. Suriye, şu anda Birleşmiş Milletler’de resmi bir devlet. Bu devlet; davet etmediği bir ülkenin askerlerinin kendi topraklarında operasyon yapmasına tepki gösterdiğini kendi halkına ve dış kamuoyuna bu tür demeçlerle anlatmak zorundadır. Dikkate alınacak bir tepki değildir. Rusya’nın ne dediği önemlidir. ABD’nin düştüğü durumdan, Rusya’nın, özellikle Putin’in çok mutlu olduğu kesin.

BU MÜLÂKATIN TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

****

KİMDİR?

Naim BABÜROĞLU

1981’de Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun oldu. Piyade Okulu, 1992’de Kara Harp Akademisi, 1995’te Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda tugay komutanlığına kadar yükseldi.. 1996-1997’de Kuveyt ve Irak’ta, Birleşmiş Milletler’de Askeri Gözlemci olarak çalıştı. 1998-2001’de NATO’da görev yaptı. Avrupa, Kafkasya ve Balkan ülkelerinde ikili ve çokuluslu toplantıların başkanlığını yürüttü. 2004-2006’da Van Hudut Alay Komutanlığı görevinden sonra, tuğgeneralliğe yükseltildi. 2011’de emekli oldu. ABD Oklahoma Üniversitesi’nde İnsan İlişkileri-İnsan Kaynakları konusunda; Türkiye’de Uluslararası İlişkiler ve Ulusal Güvenlik alanında yüksek lisans yaptı. Doktora çalışmasını, Cumhuriyet Tarihi bilim dalında tamamladı. Çok sayıda kitabı bulunan Naim Babüroğlu Birleşmiş Milletler Madalyası sahibidir.

———————————————-

Kaynak:

http://www.hurriyet.com.tr/guvenlik-kusagi-turkiyeye-kurulan-bir-tuzak-40724449

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen