Edebiyatımızda bir devir: FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

C:\Users\alialpercetin\Desktop\FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL\faruk-nafiz1.jpg

Ali Alper ÇETİN

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…

Gidiyordum, gurbeti gönlümde duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…

Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…

(…)

Şair, bir çift yağız atın çektiği yaylı arabayla tozlu yollardan Anadolu yolculuğuna çıkar. Bu onun sanat yoludur. Sanatta seçtiği Anadolu yoludur. Nitekim bir şiirinde şöyle seslenir:

Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken

Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken

Sana uğurlar olsun. Ayrılıyor yolumuz.

Hecenin büyük ustası, memleketçi şair Faruk Nafiz Çamlıbel hakkında söyleşelim dedik, önümüze, han duvarlarıyla çoban çeşmeleriyle, efeleri, kızları, kızanlarıyla, ardıçlı dağları, çakıl yolları, gıcır gıcır kağnılarıyla tüm Anadolu yaprak yaprak açıldı, Anadolu konuştu Faruk Nafiz’den, Anadolu seslendi, tel tel:

İçinden tanırım ben o elleri

Onlar zâhire viran olurlar,

Ardıçlı dağları çamlı belleri

Aşanlar seyrine hayran olurlar.

 

Orada yaşayan erlerin içi

Bir tasta yoğurur derdi sevinci,

Onlar ki sapansız, tarlasız çiftçi

Davarsız, kavalsız çoban olurlar.

Ve alır başını gider dağlara, ovalara… O köy benim, bu oba senin dolaşır, dinler, söyler, oturur bir çoban çeşmesinin başında görelim ne söyler:

Bir zaman başında aşkındı derdi

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

 

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,

Kerem’in sazına cevap veren bu,

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

1898 yılında İstanbul’da doğan Faruk Nafiz Çamlıbel daha öğrencilik yıllarında yayınladığı şiirlerle dikkatleri çekmiş, kısa sürede sanat çevreleri onu tanımış, onunla ilgilenmiştir.

Anadolu insanının duygularını işleyerek Milli edebiyat akımının Yurtçu duyarlılığını zengileştirdi. Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı. Anayurt adlı dergiyi sekiz sayı çıkardı. “Çamdeviren”, “Deli Ozan” gibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı. Fıkra, manzum oyun, roman türünde de eserleri vardır.

İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini yarım bıraktı. 1922 yılından sonra Kayseri, İstanbul ve Ankara’da liselerde ve öğretmen okullarında edebiyat dersleri verdi.

1946 yılında Demokrat Partiden İstanbul milletvekili seçilerek parlamentoya girmiş, bu görevini dürüst ve faziletli bir şekilde 1960 yılına kadar sürdürmüş. 27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra bir süre Yassıada’da tutuklu kalmıştır. Çoban Çeşmesi adlı şiir kitabıyla Anadoluya, yurt güzellemeleriyle dolu şiir pınarları akıtan şiirlerindeki hece ölçüsünü, Türk şiirine millî ölçü yapan Faruk Nafiz Çamlıbel; Türk şiirinde “hecenin 5 şairi” diye bilinen şairlerden biridir.

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde de yeni bir çığır açmıştır. Anadolu coğrafyası ve insanını, romantik duygulardan uzak tüm gerçekliğiyle anlatmıştır. Dil konusunda Genç Kalemler dergisinin izinde yürüyen Faruk Nafiz, eserlerinde yalın ve akıcı bir dil kullanmıştır. “Ana Dili” isimli dörtlüğünde, Türkçe sevgisini ve saygısını şöyle belirtmiştir:

“Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,

Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.

Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,

Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime.”

Yenilikçi edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbullu kişiliğiyle de olsa Anadolu gerçeğine açılmıştır. Türkçenin gelişmesine büyük katkı sağladı. “Milli edebiyat akımına” verdiği güçle kendisinden sonra gelen kuşaktaki birçok şairi etkiledi. Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir küme oluşmasına neden oldu. Faruk Nafiz, ardından kendisi gibi yazan ve söyleyen pek çok şairi sürükleyecek, onları etkileyecektir.

Han duvarları konuşacaktı bir şiir:

Bir sarsıntı… Uyandım uzun süren uykudan

Geçiyordu araba yoIa benzer bir sudan

Karşıda hisar gibi Niğde yükseIiyordu

Sağ taraftan çıngırak sesIeri geIiyordu,

Ağır ağır önümden geçti deve kervanı.

Bir kenarda göründü beIdenin viran hanı.

AIaca bir karanIık sarmadayken her yeri

AtIarımız çözüIdü, girdik handan içeri.

Bir deva buImak için bağrındaki yaraya

TopIanmıştı garipIer şimdi kervansaraya.

Bir noktada birIeşmiş vatanın dört bucağı,

Gurbet çeken gönüIIer kuşatmıştı ocağı.

Bir pırıItı gördü mü gözIer hemen daIıyor,

GöğüsIer çekiIerek nefesIer daraIıyor.

Şişesi is bağIamış bir Iambanın ışığı

Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.

Gitgide birer ayet gibi derinIeştiIer

YüzIerdeki çizgiIer, gözIerdeki cizgiIer…

Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,

Üstünde yazıIarIa hatIar karışmışIardı.

Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimIer,

Aygın baygın maniIer, açık saçık resimIer…

Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,

Kapanmayan gözIerim duvarIarda gezerken

Birdenbire kıpkızıI birkaç satırIa yandı;

Bu dört mısra değiI, sanki dört damIa kandı.

Ben garip çizgiIere uğraşırken başbaşa

RastIamıştım duvarda bir şair arkadaşa.

 

“On yıI var ayrıyım Kınadağı’ndan

Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atıImışım ben”

(…)

C:\Users\alialpercetin\Desktop\FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL\faruk-nafiz-camlibel-han3.jpg

Şair Han Duvarları adlı bu şiirinde Anadolu’yla konuşur. Maraşlı Şeyhoğlu’nu tanır, onun derdini dinler, onunla söyleşir. Faruk Nafiz (Han Duvarları) şiiriyle Anadolu coğrafyasında Anadolu ve Anadolu halkını tanır, sever ve sevdirir.

Yirmiden fazla eseri olan Çamlıbel, 1932’de yayınladığı “Bir Ömür Böyle Geçti”, 1934’te “Elimle Seçtiklerim”, 1959’da “Heyecan ve Sukûn” ve son olarak “Han Duvarları” adıyla yayınladığı eserlerinde, şiirlerinden seçmeler yapmış, okuyucularına buket buket sunmuştur. Onun “Akın”, “Canavar”, “Kahraman” adlı manzum piyesleri de vardır. Akın’da Türklerin ilk yurdu Ortaasya’da geçen olayı, Canavar adlı piyesinde Anadolu’nun yıllanmış bir meselesini konu alarak ele almış, Kahraman piyesinde ise Atatürk’ü dile getirmiştir.

Başlıca eserleri ise;

Şiir:

  1. Şarkın Sultanları, Orbaniye Matbaası, İstanbul 1918
  2. Gönülden Gönüle, Hukuk Matbaası, İstanbul 1919
  3. Dinle Neyden, Kitapbane-i Sudî, İstanbul 1926
  4. Çoban Çeşmesi, Yeni Şark Kütüphanesi, Marifet Matbaası, İstanbul 1926
  5. Suda Halkalar, Sanayi-i Nefise Matbaası, İstanbul 1928
  6. Bir Ömür Böyle Geçti (Seçme Şiirler), Suhulet Matbaası, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul 1932
  7. Elimle Seçtiklerim (Seçme Şiirler), Yeni Şark Kütüphanesi, İstanbul 1934
  8. Boğaziçi Şarkısı, (Sadettin Kaynak ile), İstanbul 1936
  9. Akıncı Türküleri, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1938
  10. Tatlı Sert (Mizahi Şiirler), Kanaat Kitabevi, İstanbul 1938
  11. Akarsu, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1940,
  12. Heyecân ve Sükûn (Seçme Şiirler), İnkılâp ve Aka Kitabevi, Yeni Matbaası, İstanbul 1959
  13. Zindan Duvarları, Tan Matbaası, İstanbul 1967
  14. Han Duvarları, Milli Eğitim Basımları, 1000 Temel Eser Serisi, İstanbul 1969
  15. Gurbet ve Saire (Seçme şiirler), 2003

Roman:

Yıldız Yağmuru, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1936

Ayşe’nin Doktoru (1949)

Oyun:

Canavar (1926), Numaralar (okul piyesi, 1928), Akın (1932), Özyurt (1932), Bir Demette Beş Çiçek (okul piyesi, 1933), Yangın (okul piyesi, 1933), Kahraman (1938), Ateş (1939), Dev Aynası (1945), Yayla Kartalı (1945), Sevk-i Tabiî (1925), İlk Göz Ağrısı (1922), Kambur (1922)

İnceleme:

Tevfik Fikret: Hayatı ve Eserleri, Cumhuriyet Kitabevi, İstanbul 1937

Makale, Sohbet, Fıkra Türündeki Yazıları 100’ün üzerindedir.

1918 yılında yayınladığı Şarkın Sultanları, 1919’da yayınlanan Gönülden Gönüle ve Dinle Neyden adlı eserlerinde aşk şiirlerini toplamış, şair bu konuda da sade bir dille, romantik, dokunaklı lirizmini başarıyla sürdürmüştür. Onun “Aşk İlahîleri” adlı şiirlerinden biride şöyledir:

Yapraklarla dökülen acı bir güz yağmuru
Beni gözyaşı içmiş çevrem kadar ıslattı
Sensin diye inledim kim gelse bana doğru
Kim gitse sensin diye yüreğim hızla attı


Bütün bir gün bekledim sığınıp bir serviye
Esen rüzgârla döndü yarı yoldan dileğim
Son geçen yolcu sordu “Beklediğin kim?” diye…
Beklediğim mi?.. Ben âh onu nerden bileyim?…

 

Bir kaldırım taşını bağrına basıp yatan

Çıplak adam soğuğu nasıl içten duyarsa,

Nasıl aç yavrusuna bin bir masal anlatan

Dul ananın içinde dinmez bir ağrı varsa…

 

Benim de ufkum geniş benim de kollarım dar! 
Çekiyorum varılmaz güneşlerin yasını.
Çekiyorum, ümîdsiz, aç kadar, çıplak kadar,
Gönüllüsü olmayan bir gönül sıtmasını.

Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu gözleri uzun uzun burkulu kaldı bende Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu‘nu? dedi: “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende.”


Böyle diyordu Faruk Nafiz… Ulukışla yolundan Anadolu’ya giderken savrulmaya başlayan karların etrafı beyaz bir karanlığa gömdüğü ve gönlünde, köye varabilme emelinin söndüğü sırada, Han Duvarlarında:

Garibim namına Kerem diyorlar 
Aslımı el almış harem diyorlar 
Hastayım, derdime verem diyorlar 
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben.


mısralarını okuduğu Şeyhoğlu’nun acı haberini Hancı’dan öğrenince, yaşaran gözlerinde artık her şey değişen, yaslı yolların garip yolcusu, ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel’di. Biz, bugün onu yâd ederken, yine kendisinin yazdığı:

Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın 
Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın


mısralarını, hanların gönülleri sızlatan duvarlarına kazmak istiyoruz…

Şiiri, kristal bir menşurdan geçip binbir renge dönüşen sesli ışıklara benzeten Goethe: “Hayatın da, ölümün de sırrına erip ve rûha gömülen bir hazine ve batmayan bir güneşle kucak kucağadır” diye devam eder. İşte, şiirlerinde bu sırra erip, o ruhu yakalamış büyük şairlerimizden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel, bugün artık gök kubbemizde bıraktığı hoş sedalarla anılmakta ve yaşamaktadır.

Altmış yıllık verimli sanat hayatında Anadolu’yu söyleşen, Anadolu’yu aydınlatan Faruk Nafiz Çamlıbel, 8 Kasım 1973 günü, bir Anadolu gezisi yaptığı sırada Akdeniz’de seyreden Samsun vapurunda yaşamını yitirerek aramızdan ayrılmıştır. Kabri İstanbul Zincirlikuyu mezarlığındadır.

Yazımızı onun, Atatürk’ün ölümünde yazdığı Ebedîyyet Yolunda başlıklı şu şiiri ile tamamlıyoruz.

Fecre benzettiği bayrakla kefenlenmiş Ata,
Çıktı bir kor gibi mermer kapısından sarayın.
Gönlümüz, bayrağı öğrendiği günden beri tâ,
Duymamıştır bu kadar hüznünü yıldızla ayın!

 

Gidiyor, gizleyerek sır gibi bizden sesini,
Çıkıyor, ilk olarak bir yola Başbuğ bizsiz.
Biz ki dünyada bırakmazdık onun gölgesini,
Bu ne hicranlı seferdir ki beraber değiliz!

 

Sen ki Gayyâya düşen on yedi milyon Türk’ün
Dehşetinden sararırken yüzü yaprak yaprak,
Onu bir hızla çevirmiştin ölümden daha dün,
Tunç elin, yalçın iradenle kolundan tutarak…

 

Ve bugün on yedi milyon geliyor bir yere de,
Ebedî yolculuğundan seni döndürmek için,

–Seni hicranlı yolundan alıkoymak nerede?—

Gücü ancak yetiyor kabrine yüz sürmek için!

C:\Users\alialpercetin\Desktop\FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL\Faruk Nafiz Çamlıbel kabri - Zincirlikuyu-İstanbul.jpg

Ali Alper ÇETİN

Araştırmacı

[email protected]

Kaynakça:

1.www.turkedebiyati.com

2.www.antoloji.com

3.www.biyografi.net

4.Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara.

5.Abdullah Satoğlu / Türk Edebiyatı: Kasım 1986.

Yazar
Ali Alper ÇETİN

1955 yılında Ceyhan’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ceyhan’da tamamladı. 1980 yılında Çukurova Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Makina bölümünü başarı ile bitirerek Makina Mühendisi unvanını aldı. Devlet Lisan Okulu İngiliz... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen