Bir Kimlik Siyaseti Olarak Osmanlıcılık

Dr. Mehmet Kaan ÇALEN[i]

 
*****

Yeni Bir Kimliğe Duyulan İhtiyaç

Bernard Lewis, Fransız İhtilâli’nin, İslam dün­yası üzerinde gerçek bir etkide bulunan Batı menşeli ilk büyük fikir hareketi olduğunu belir­tir1. Bu etkinin zihnimizdeki ilk çağrışımı, milliyetçilik hareketleridir. İhtilâl, milliyetler meselesinin ortaya çıkışı için milât kabul edilmektedir ve Osmanlılar milliyetçilik fikrinin imparatorluk yapılarını tehdit eden etkileriyle çok erken bir zamanda tanışmış­lardır. İhtilal’den sadece kırk yıl sonra memâlik-i Osmaniye’nin bir parçası üzerinde Yunan millî dev­leti kurulmuştur. Yunan ve Sırp isyanları, Osmanlı ricâlinde milliyetçilik konusunda bir farkındalık ve hassasiyet yaratmıştır. Bu farkındalık ve hassasi­yet, ayrılıkçı milliyetçiliklere karşı cevap olmak üze­re zamanla bir başka milliyetçilik türüne, Osmanlılık üst kimliği altında farklı bir milliyetçilik modeline dö­nüşmüştür.

Osmanlı Devleti çeşitli dinî ve etnik toplulukları “millet sistemi” adı verilen bir yapı içerisinde orga­nize ediyordu2. Sistemin esasını teşkil eden millet kavramı, “nation” mukabilinde değil, “dinî cemaat” anlamında kullanılıyordu. Dinî aidiyetlere dayalı bu yapı içinde milletler arası farklılıkların, bilhas­sa sistem Müslümanların hâkimiyeti üzerine mü­esses olduğu için Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki farklılıkların, belirtilmesi ve muhafaza edilmesi gerekiyordu3. Sistem, bu yönüyle farklı etnik grupların mevcudiyetlerini muhafaza edebil­melerini temin etmek suretiyle 19. yüzyılın ayrılıkçı milliyetçilikleri için bir etnik depo vazifesi görmüştür. Osmanlıcılık siyaseti, millet sistemine dayalı söz konusu yapının ayrılıkçı milliyetçilikler karşısında parçalanmaya başlaması ve modern merkezî dev­letin kurumlaşmasıyla birlikte değişmeye başlayan devlet-vatandaş münasebetleri hususunda ihtiyaç­ları karşılayamaması sebebiyle doğmuştur. Bu iti­barla, Osmanlı devlet adamları yeni ve modern bir kimliğe ihtiyaç duymuşlar ve bu kimliği yeniden ta- mmladıklan Osmanlı kavramı etrafında inşa etmeye çabalamışlardır.

Osmanlıcılığın Kısa Tarihi

Ülkemizde, bizzat kendisinin de ifade etti­ği üzere, Osmanlı Devleti’ndeki siyaset tarzlarını isimlendirip tasnif, tayin ve tahlil eden ilk kişi Yu­suf Akçura olmuştur ki, günümüzde de konu hâlâ büyük ölçüde Akçura’nın çizdiği çerçeve içerisinde tartışılmaktadır4. Akçura, meşhur eseri “Üç Tarz-ı Siyaset”te Osmanlıcılığı, “hükûmet-i Osmâniye’ye tâbi’milel-i muhtelifeyi temsîl ve tevhîd ile bir Millet-i Osmâniye vücûda getirmek;”5 şeklinde tanımlamak­tadır. Akçura’nın milliyetçilik konusundaki kavrayışı çağdaşlarının çok üzerindedir. “Millet-i Osmâniye vücûda getirmek” siyasetinin, “nesebî ve ırkî ol­maktan ziyâde, taleb-i vicdânîye müstenid” Fransız tipi milliyetçiliğe göre kurgulandığı vurgulanmak suretiyle Osmanlıcılığın aslında bir tür milliyetçilik olduğuna isabetle dikkat çekmektedir. II. Mahmud zamanında başlayıp, Ali ve Fuad Paşalar zama­nında zirve noktasına ulaşan bu siyasetin esasları, Osmanlı memleketindeki Müslim ile Gayrimüslim ahâliyi aynı hak ve vazifelerle mücehhez kılarak aralarında tam manâsıyla eşitlik tesis etmek ve din ve nesep ihtilâflarına bakmaksızın ayrı milletleri bir­birine karıştırarak Amerikan milleti gibi yeni bir Os­manlı milleti inşâ etmekti6.

19. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak İmpara­torluğun son günlerine kadar gelen süreç içerisin­deki bütün Osmanlıcı uygulama ve düşünceleri bir potada değerlendirmek doğru değildir. Çok çeşitli uygulama ve düşünceleri içeren Osmanlıcılık, güçlü bir düşünür veya düşünürler grubu tarafından sis- temize edilmiş fikrî bir yapı değildir. Bu itibarla Os­manlıcılığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğü­nü muhafaza edebilmek için etnik kimlik taleplerini aşmaya veya en azından belli bir düzeyde tutmaya çalışan her türlü pratik ve düşünceyi tanımlamak için kullanıyoruz. Nitekim Selçuk Akşin Somel, “Os­manlıcılık düşüncesinin 1839-1913 devresinde dört farklı aşama hâlinde geliştiğini görmemiz olasıdır’ demektedir:

“1. 1830’lardan 1875’e süren dönemde ağırlıklı olarak Bab-ı Âli’nin otoriter merkeziyetçi siyaseti,

2.  1868-1878 devresinde Yeni Osmanlı muha­lefeti ve Meşrutiyetçi pragmatizm çerçevesinde Os­manlıcılık yaklaşımı,

3. II. Abdülhamit mutlakiyetine karşı Jön Türk muhalefetinde görülen Osmanlıcılık,

4.  II. Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılık düşün­cesi.”7

“İttihad-ı anâsır-ı Osmaniye” şeklinde formül- lendirilen Osmanlıcılık siyaseti, yukarıda değindi­ğimiz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı dinî ve etnik grupları klasik yönetme modeli olan “millet sistemini”nin, milliyetçilik hareketleri karşısında par­çalanmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır8. Gayri­müslimler arasında Avrupa ile ticaret yapan bir orta sınıfın ortaya çıkışı, bu sürecin temel etkenidir. Millî ayaklanmalar büyük ölçüde Avrupa ile ticaret yapan burjuvaların ve Avrupa’da tahsil görmüş aydınların eseriydi9. II. Mahmut devrinden başlayarak bütün 19. yüzyıl reformları, bir yandan devleti modern­leştirmeyi amaçlarken diğer yandan da söz konu­su ayrılıkçı talepleri ortadan kaldırmak adına bütün dinî ve etnik grupları kuşatacak, aralarındaki fark­ları asgarî seviyeye indirecek bir Osmanlı kimliği yaratmaya yöneliktir. 19. yüzyılın ilk yarısında daha çok bir idarî tedbir pratiği olarak doğup gelişen Os­manlıcılık, ayrılıkçı hareketlerin kötü idareden neşet ettiğini, dolayısıyla iyi bir idare ile önlenebileceğini varsayan bir iyimserliğin ürünüydü. Meselâ Mithat Paşa’nın vilâyet yönetimlerinde bu durumu görmek mümkündür. 19. yüzyıl reformlarından Jön Türk ide­olojisine kadar Osmanlıcılığın süreklilik arz eden en temel vasıflarından birisi belki de bu iyimserliktir.

Modern merkezî devlet, bürokrasi tarafından yapılandırılırken, devlet-tebaa ilişkileri ve aynı za­manda Osmanlı, devlet ve vatan gibi kavramların anlamları da dönüşüme uğradı. Kendisi ile tebaası arasındaki aracı kurumları ortadan kaldıran devlet, çeşitli işleri uhdesine alarak bunları bir devlet hiz­meti formuna sokuyor ve tebaa ile doğrudan temas kurmaya başlıyordu. 1829 kıyafet düzenlemesi10, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı11, 1864 Vatan­daşlık Kanunu gibi Osmanlıcılığın ilk dönemine ait belgeler, değişen “devlet-tebaa” ve “devlet-fert” iliş­kilerinin göstergesidir. Artık vatan kavramı insanla­rın yaşadığı köy veya kasabayı değil bütün Osman­lıların müşterek vatanını ifade ediyordu. Osmanlı ol­mak artık sadece bir hanedana veya yönetici seçkin bir gruba mahsus bir ayrıcalık olmaktan çıkarak bü­tün “vatandaşların” paylaştığı müşterek bir aidiyet hâline geliyordu. Devlet de vatandaşa hizmetin bir aracı olarak görülüyordu. Otoriter Tanzimat reform­larına bir tepki olarak ortaya çıkan ve Osmanlıcılık düşüncesini meşrutiyetçi bir çerçevede tanımlayan Yeni Osmanlılar, devlet ve vatan kavramlarındaki dönüşümü çok iyi yansıtmaktadırlar. Nâmık Kemâl, Osmanlıları, “hukukta birbiriyle müsâvi, menfaatte yekdiğeriyle müşterek ve fakat lisanda, cinsiyette ve hele efkârda mecmûu birbirine ve her biri mecmûuna mugâyir birçok eczânın içtimaından hâsıl olmuş bir heyet” şeklinde tanımlamakta12 ve cinsiyet, lisan ve mezhep gibi unsurların müşterek menfaatler ve va­tan duygusu etrafında birleşmeye mani olmadığını savunmaktadır13. Yeni Osmanlılar meşrutî bir yöne­timin, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma tehlike­sini bertaraf edeceğine inanıyorlardı14. Osmanlılara eşit siyasî hakların verilmesi durumunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğü sağlanacaktı15. Jön Türkler hürriyet, kanun-i esasî, meclis-i mebusan, vatan gibi kavramları Yeni Osmanlılardan tevarüs ederek hürriyetçi ideolojinin takipçisi olmuşlardır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk isminin “İttihad-ı Osmanî” olması milliyetler meselesine yaklaşımla­rını göstermektedir. Hürriyet, müsavat, uhuvvet ve adalet dövizleriyle birlikte ilân edilen II. Meşrutiyet, Osmanlıcılık siyasetinin zirve noktası olmuştur. An­cak çok geçmeden yeni rejimin yaşadığı gaileler ve bilhassa Balkan savaşları, Osmanlıcılık siyasetine büyük bir darbe vurmuştur. Şükrü Hanioğlu’nun ifa­desiyle “bir siyasal ideal olarak Osmanlıcılık 1913 yılından sonra çok sınırlı bir kullanıma sahne ol- muştur16”.

Türkçü Tepki

Osmanlı İmparatorluğu’nda kimlik tartışmalarına esas teşkil eden üç temel kimlik kategorisi vardır: Osmanlılık, Müslümanlık ve Türklük. Her üç kimlik de Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük olmak üze­re üç ayrı siyasetin varlık zemini olmuştur. Mesele­nin devletin bekâ problemi çerçevesinde tartışılma­sı ve Türklerin söz konusu üç kimlik kategorisinin her üçüne birden dâhil olması bu kategoriler arasın­daki münasebetleri muğlaklaştırmıştı. Meselâ bu üç kimlik de aynı anda anayasal düzeyde karşılık bulmuştur. 1876 Kanun-i Esasîsi’nin 8. maddesine göre din ve mezhep farklarına bakılmaksızın Os­manlı sınırları içerisinde yaşayan herkes Osmanlı­dır. Bununla birlikte devletin resmî dininin din-i İslâm ve resmî dilinin de Türkçe olduğu 11. ve 18. mad­delerde belirtilmiştir17. Türkçülüğün Osmanlıcılık ve İslâmcılıktan önemli bir farkı vardır. Osmanlıcılık ve İslâmcılık bahsi geçen üç kimlik kategorisinden kendilerine esas ittihaz ettikleri kimlik dışında kalan diğer iki kimliği görmezden gelme veya esas kimlik içinde eritme eğilimi taşırken Türkçülük, Türklüğü merkez almakla birlikte diğer iki kimliği de yeniden tanımlayarak yeni bir model inşa etmeye çalışmak­tadır. Bu itibarla Osmanlı İmparatorluğu’nun bir Türk devleti olduğu gerçeğine vurgu yapan ve devlet, ümmet, millet formülasyonuyla üç kimliği sistemli bir şekilde birleştiren Türkçülerin, Osmanlıcılık ko­nusundaki görüşlerine kısaca temas etmek faydalı olacaktır. Bu noktada Türkçülüğün iki kurucu babası olan Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in düşüncelerini ele alacağız.

Akçura, Osmanlı sınırlarını mevcut hâliyle mu­hafaza edebilmek için yegâne çarenin Osmanlıcılık siyaseti olduğunu teslim eder ancak iki kışkırtıcı so­ruyu da tartışmaya açar:

1. “Osmanlı Devleti’nin hakikî kuvveti, şekl-i hâzır-ı coğrafîsini muhafaza etmekte midir?”

2. “Muhtelif cins ve dine mensûb olup şimdiye kadar birbirleriyle nizâ ve cidâlden hiç hâli kalmayan anâsırın, şimdiden sonra, terkîb ve meczi mümkün müdür?”18

Osmanlılık siyasetinin başarıya ulaşması hâ­linde, meydana gelecek karma Osmanlı milleti dâhilinde Türkler eriyeceği ve devlet üzerindeki bü­tün hâkimiyet ve nüfuzunu kaybedeceği için, bu ba­şarının Osmanlı Devleti’ne katacağı kısmî kuvveti, Akçura’nın pek anlamlı bulmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Akçura, böyle bir birleşmeyi ne Türklerin ne Müslümanların ne gayr-i Müslimlerin ne Rusya’nın ne Balkan hükümetlerinin ne de Avrupalıların iste­mediğini belirtir. Dolayısıyla onun nazarında “Os­manlı milleti vücûda getirmekle uğraşmak beyhûde bir yorgunluktu…’’19 Akçura, daha eserinin başında, “Millet-i Osmâniyye vücûda getirmek arzusu pek âlî bir gâye-i hayâlîye, pek yüksek bir ümîde doğ­ru teâlî etmiyordu” diyerek Osmanlıcılık siyasetiyle kendi idealizmi arasına bir mesafe koymuştu. Ha­riçteki Müslümanlara ve Türklere taalluk etmemesi sebebiyle mahallî ve dâhili bir mesele olarak kalan Osmanlıcılık siyaseti, Akçura’ya yeterince çekici gelmiyordu. Millet tanımında ırkı (soyu) esas alan Alman milliyetçilik tipolojisini daha doğru bulduğu için Fransız tipi iradî milliyetçilik anlayışı üzerine ku­rulu ve Türklüğü bir referans olarak kabul etmeyen Osmanlıcılık siyasetini reddediyordu20.

Akçura gibi, Gökalp de Osmanlıcılığın bir iradî millet yaratma teşebbüsü olduğunu ifade eder. “Muâsırlaşmak cereyânına tâbi olanlar, Tanzi­mat fikirlerini yaydıkları sırada… Tarihî bir mânâyı haiz kadîm ‘Osmanlı’ tabire yerine, millî renkler­den tamamıyla ârî olmak üzere, yeni bir mânâ yapıştırmışlardı.”21 Bir Türk lisanı yerine, unsurlar arasında ortak bir Osmanlı lisanının, Türk milleti yerine de bütün unsurların kaynaşmasıyla vücuda gelmiş yeni bir ırkın, bir Osmanlı milletinin mevcut olduğunu savunan Tanzimatçılar, Gökalp’e göre “Türklüğün yüzüne aldatıcı bir örtü çekmek iste­mişlerdi.” Elim tecrübelerin de gösterdiği üzere bu sadece faydasız değil aynı zamanda Türklük ve Os­manlı Devleti için zararlı neticeler doğuran bir çaba olmuştu. Bu yalana sadece Tanzimatçı Türkler inan­mış, diğer kavimler okullarında kendi tarihlerini ve lisanlarını öğretmeye devam etmişlerdi22.

Türk milliyetçiliğinin tarihî gelişimini konu edinen hemen her çalışmada tekrar edildiği üzere Osmanlı Devleti içinde milliyetçilik fikri en geç Türklerde or­taya çıkmıştır23. Bu gecikmede, Türklerin her üçüne birden dâhil olduğu Osmanlılık, İslâmlık ve Türklük kategorileri arasındaki belirsizlik, küçümsenmeye­cek derecede pay sahibi olmuştur. Gökalp, Türk milliyetçiliğinin önündeki bu açmazı “devlet, üm­met, millet” formülasyonuyla aşmaya çalışmıştır. Gökalp’a göre Türklerin millet mefküresinden ka­çınmaları, “Türklük yok, Osmanlılık vaf demeleri, devlet ile milleti bir manâda algılamalarından kay­naklanıyordu. Oysa devlete, ümmete ve millete ait mefküreler başka başkaydı ve birbirleri arasında çatışma ve çelişki yoktu. Hedefi muâsır bir İslâm Türklüğü vücuda getirmek olan Gökalp, bu suretle Türk milliyetçiliğine bir yaşam alanı açmış ve kimlik meselesini sosyolojik bir yaklaşımla ele alarak Türk­çülük ve Türk kimliği için Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak şeklinde üç prensip vaz’ etmiştir. Türkçülüğün, devletin dağılmasını hızlandıracağı yönündeki tenkitlere karşı da Türklük üzerinden yeni bir model tasarlayarak Türklüğü kozmopolitli­ğe karşı İslamiyet ve Osmanlılığın hakikî istinatgâhı addetmiştir24.

Netice

Osmanlıcılık, Osmanlı İmparatorluğu’nun bü­tünlüğünü muhafaza etmeye yetmemiş, daha çok tercih edilen bir başka tabirle başarısız olmuştur. Bu başarısızlık umumiyetle bir kimlik olarak Osmanlı­cılığın suniliğine atfedilir. Ancak şahsî kanaatimize göre Osmanlıcılığın başarı şansını düşüren diğer haricî ve dâhilî faktörleri de unutmamak gerekir. Evvelâ 19. yüzyıl Osmanlısını, düvel-i muazzama- nın “hasta adamın” mirasını paylaşmak hususunda­ki ihtiraslarından soyutlayabilmek mümkün değildi. İkincisi, Osmanlıcılığın hedef kitlesi olan gayrimüs­lim cemaatler açısından Osmanlılık pek de anlam­lı bir kimlik değildi. Onların nazarında Osmanlılık daha çok Türk ve İslam kelimelerinin bir muadiliydi ve Osmanlıcılık da bir asimilasyon aracından başka bir şey değildi. Bu açıdan Osmanlıcılık, İmparator­luğun sadece Müslüman Türk unsuru tarafından ka­bul görmüştür. Zaten onların da zihin haritalarında Müslüman, Osmanlı, Türk kelimeleri aynı anlamla­ra sahipti25. Üçüncüsü ve konumuz açısından en önemlisi, yorgun ve güçsüz devlet, millet inşasında kullanabileceği araçlardan mahrumdu. Osmanlıcı­lık iyi işlenmiş bir resmî ideoloji mevkiine yüksele- memiş; gerçek manada romantik bir edebiyata, bir tarih tasavvuruna, eğitimsel süreçlere sahip olama­mıştır. Osmanlıcılık hiçbir zaman bu tarz psikolojik ve ideolojik unsurlarla desteklenmemiş, destekle- nememiştir26.
 

Kaynaklar

1     Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara 1998, s. 41.

2     Millet sistemi için bakınız: Bahaeddin Yediyıldız, “Klasik Dönem Osmanlı Toplumuna Genel Bir Bakış”, Türkler, C. 10, Ankara 2002, s. 189-191; İlber Ortaylı, “Osmanlı Millet Sistemi ve Sosyal Boyutları”, Türkiye Günlüğü, S. 77, Yaz 2004, s. 143-148.

3     Süleyman Seyfi Öğün, “Türk Milliyetçiliğinde Hakim Mil­let Kodunun Dönüşümü”, Türkiye Günlüğü, S. 75, 2003, s. 66.

4     Akçuraoğlu Yusuf, “Türkçülük”, Türk Yılı 1928, İstanbul 1928, s. 406-407.

5     Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”, Üç Tarz-ı Siyaset Ve Düşünce Akımları, İstanbul 2004, s. 167.

6     Akçura, a.g.m., s. 168-169.

7       Selçuk Akşin Somel, “Osmanlı Reform Çağında Os­manlıcılık Düşüncesi (1839-1913), Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, C. 1, İstanbul 2003, s. 88.

8       Şükrü Hanioğlu,                   “Osmanlıcılık”,     Tanzimat’tan

Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul 1985, s. 1389-1390.

9     Selçuk Akşin Somel, a.g.m., s. 90; Kemal H. Karpat, “Aydınlar ve Kimlik: Tarihsel Bir Bakış”, Doğu Batı, S. 35, 2006, s. 73.

10   Donald Quataert, bu düzenlemeyi meslek, statü ve ce­maat gibi farklılıkların gösterilmesine dayalı geleneksel sistemden önemli kopuş ve bu itibarla Tanzimat ve Isla­hat Fermanlarının bir habercisi gibi telâkki eder. Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922, İstanbul 2005, s. 219-222.

11     İlk defa olmak üzere vatandaşlık kavramına atıfta bu­lunan Islahat Fermanı, bütün Osmanlı vatandaşlarına hukukî eşitlik getirerek Hıristiyanların zimmî statüsü­nü kaldırması sebebiyle Osmanlıcılık siyasetinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Kemal H. Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması, İstanbul 2005, s. 136-137. Müslüman unsurun, fermana yönelik tepkileri ise öğreti­cidir. Cevded Paşa, “Tezkire 10”, Tezâkir, Ankara 1991, s. 67-86.

12   Nâmık Kemâl, “İmtizâc-ı Akvâm”, Osmanlı Modernleş­mesinin Meseleleri Bütün Eserleri 1, İstanbul 2005, s. 98.

13   Nâmık Kemâl, a.g.m., s. 98-99.

14     Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Ankara 2001, s. 25

15   Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İs­tanbul 2002, s. 366.

16   Hanioğlu, a.g.m., s. 1393.

17   Bkz: Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Me­tinleri Senedi İttifaktan Günümüze, Ankara 1985, s. 32­33.

18   Akçura, a.g.m.,    s.         178, 180.

19   Akçura, a.g.m., s.   185.

20   Akçura, a.g.m.,    s.         168-170.

21   Ziya Gökalp, Türkleşmek İslâmlaşmak Muâsırlaşmak, (Kitaplar-1 içinde), İstanbul 2007, s. 46.

22   Gökalp, a.g.e., s. 63.

23   Ziya Gökalp de aynı kanaattedir: “Milliyet mefkûresi ibtidâ gayr-i Müslimlerde, sonra Arnavut ve Araplarda, en nihâyet Türklerde zuhur etti.” Bkz. Gökalp, a.g.e., s. 45.

24    Gökalp, a.g.e., s. 45-47, 65.

25    Meselâ Nâmık Kemâl’de de Osmanlı tabiri giderek Müslümanları ve özellikle Müslüman Türkleri ifade ede­cek bir muhtevaya kavuşmuştur. Karpat, Vatan Yahut Silistre’yi Osmanlı-Müslüman kimliğinin en açık ifadesi olarak görür. Karpat, a.g.m., s. 73-74. Şerif Mardin de Nâmık Kemâl’in vatan, millet, ümmet, Osmanlı, Müs­lüman ve Türk kavramlarını kullanma şekillerine dik­kat çeker. Mardin, a.g.e., s. 361-368. Fazıl Gökçek, Kemâl’in romanlarında “Osmanlı kimliğinin Müslüman/ Türk’ten meydana geldiğini, bu kimliğin içine Tanzimat reformlarının öngördüğü şekilde gayrimüslim Osman­lıların gir(e)mediğini” söyler. Fazıl Gökçek, “Tanzimat Türk Romanında Osmanlı Kimliği”, Doğu Batı, S. 52, 2010, s. 251.

26     Süleyman Seyfi Öğün, bu konuda şöyle demektedir: “Osmanlı kimliği, son derece yapay kalmıştır. Ama söz konusu yapaylık, Osmanlı kimliğinin bizatihi yapay olu­şundan kaynaklanmamaktadır. Osmanlı kimliği yeterin­ce saflık içermediği için değil bu kimliği gerçek hayatta rasyonalize edecek ve politik küreye taşıyacak süreç­lerin Osmanlı’da mevcut olmaması ile ilişkilidir.” Süley­man Seyfi Öğün, “Türk Milliyetçiliğinde Hâkim Millet Kodunun Dönüşümü”, Türkiye Günlüğü, S. 75, 2003, s. 66. Somel’in değerlendirmesi de şu şekildedir: “Osman­lıcılık düşüncesinin İslâmcılık, Türkçülük ve diğer milli­yetçi hareketlerin aksine romantik bir söylem ve motif­lerden yoksun olduğunu, bir “Osmanlıcılık ethos”unun yaratılamadığını görüyoruz. Daha ziyade akla, mantığa ve sağduyuya dayalı soğukkanlı bir yaklaşım olan Os­manlıcılık, bürokratik veya seçkin kökeninden kurtulup kitlelere mal olamamıştır.” Somel, a.g.m., s. 115. 



[i] Dr., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi E-posta: [email protected]
 

Kaynak:

Türk Yurdu, Nisan 2013, Sayı: 308, Sf. 88-91

Eğer bu makaleye atıf yapılmak istenirse, yukarıdaki kaynağın mehaz gösterilmesini önemle rica ederiz.

 

Yazar
Mehmet Kaan ÇALEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen