Tedkik u Tahkik’e Göre III. Selim’in Bulduğu Makamlar

Fatma Adile BAŞER

 GİRİŞ

      XVIII. yüzyılın en önemli müzik nazariyatı eserlerinden biri Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Abdülbâkî Nâsır Dede’nin Tedkîk u Tahkik adlı risalesidir. Yazara ait orijinal nüsha, Süleymaniye Kütüphanesi, Nafiz Paşa Bölümü 1242/1 de kayıtlıdır. Yazarın eserde verdiği bilgilere göre 1794 tarihinde III. Selim’in arzusuyla kaleme alınmış, 1795 de yine Padişah’ın ricasıyla, esere yeni oluşturulan terkipleri ihtivâ eden bir Zeyl konmuştur. Abdülbâkî Nâsır Dede, Tedkîk u Tahkîk’de, bu başlığın gereği ele aldığı konuları bir takım değerlendirmelere tabi tutmaktadır. Özelikle makam ve terkiplere dair verdiği bilgileri, kendisinden önceki dönemlerle mukayeseli olarak ele alması, nazariyat tarihimize ışık tutmakta, makamlarımızda ortaya çıkan değişiklikleri anlamamızı sağlayacak önemli ipuçları vermektedir. Tedkîk’i diğer nazariyat eserleri arasında ayrıcalıklı kılan Abdülbâkî Dede’nin bu yöntemidir. Zeyl kısmında işlenen devrin 11 yeni terkibiyle beraber eserin tamamında 14 makam, 136 terkibin açıklamaları yer almakta, 21 adet usul, zaman ve şekilleriyle gösterilmektedir.[1]

      Abdülbâkî Nâsır Dede, eserinde terkip oluşturmuş, günümüz ifadesiyle “makam icat etmiş” önemli bazı bestecilere bazı atıflar yapmaktadır. Bu atıflar söz konusu eserin, sadece nazariyat ve nazariyat tarihi bakımından değil; genel müzik tarihimiz açısından da değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor.[2] Bu yazımızda Abdülbâkî Dede’nin, mûsıkî eserleri yazması konusunda sultânî irâdesiyle kendisini teşvik eden devrin sultânı ve bestekâr III. Selim’e yaptığı atıfları sunmaya gayret edeceğiz. Söz konusu atıflar, Sultân’ın sağlığında yazılmış ve ona sunulmuş olması sebebiyle mûsıkîşinaslığına birinci derecede kaynaktır.

Sultan III. Selim (1761-1808)

      Yukarıda kısaca tanıtıldığı gibi, Tedkîk u Tahkîk hem III. Selim devri olarak bilinen dönemin müzik teorisine ait en önemli eseri, hem de genel müzik kütüphanemizin en değerli kaynaklarından biridir. Günümüz akademik çalışmalarında kaynak olarak kullanılma sıklığı da esasen bunun bir göstergesidir. Her şeyden önce böyle bir eserin, III. Selim sayesinde Türk kültürüne kazandırıldığını söylemeliyiz. Abdülbâkî Dede’nin III. Selim’e duyduğu hayranlığın samîmî ifadeleri olarak Tedkîk u Tahkîk ve diğer eserlerinde karşımıza çıkan kayıtlar, Sultan’ın müzisyenler üzerinde uyandırdığı derin etkiyi belgelemektedir. Bu notlar, bir sultan buyruğuna itaat etmekten çok daha fazlasını ihtivâ etmektedir. III. Selim’in kültür muhitleriyle, özellikle müzisyenlerle olan ilişkileri bir araştırma konusuna dönüştürülse, Abdülbâkî Dede’deki Sultan’a olan yakınlık ve bağlılık duygularının, zannediyoruz devrin diğer müzisyenleri için de geçerli bir ortak payda olduğu açıklıkla görülür. Nitekim dört padişahın huzurunda mûsikî ile görevlendirilme imkânı bulan nadir bestecilerden Hammâmizâde İsmâil Dede Efendi’nin (1778-1845), III. Selim’e olan sevgi ve hayranlığı aynı derecede dikkat çekicidir. Hayatı hakkındaki detayları öğrencisi Zekâî Dede’den öğrendiğimiz Dede Efendi’nin dünyasında III. Selim’in ne derece önemli bir yer tuttuğu, onun öldürülmesi olayından sonra, uzun süre saraydan ayrılıp uzlete çekilecek kadar sarsıldığı, müzik tarihimize geçmiş kayıtlar arasındadır.[3]

      Bilindiği gibi Sultan III. Selim devri, aslında Osmanlı devletinin askerî, siyâsî, iktisâdî…çeşitli gailelerle mücâdele ettiği, pek çok alanda çıkış yolları aradığı çetin bir dönemdir. Eksiklikleri tamamlama, düzeltme ve iyileştirme anlamına gelen “Islahat”, anahtar bir kelime olarak III. Selim devrini hatırlata gelmiştir. Gerçekten de ıslahatçı bir padişah olarak III. Selim’in başarısını, özellikle kültür ve sanat alanlarında aramamız gerektiği, hemen bütün araştırmacıların birleştiği bir noktadır. Kültür ve sanattaki bu “düzeltme ve iyileştirme” hamlesi, belki de en fazla Türk klâsik müziğinde kendisini hissettirdi. Bunda şüphesiz Sultan’ın sanatkar kişiliği ve yetenekleri de büyük ölçüde pay sahibidir. Ancak III. Selim’in, bir Itrî veya Dede Efendi gücünde, kurucu ve olgun, yol açıcı nitelikli bir sanatçı veya besteci olmadığını da biliyoruz.[4] Kaldı ki, kendisinden önce ve sonra pek çok bestekâr sultanın yetiştiği biliniyor. Sultan’ın, etrafındaki müzisyen veya bestecilerin önemli bir yekûn oluşturması konusu değerlendirildiğinde; bu durumun hemen her padişahın devri için söz konusu edilebileceği görülür. Nitekim, Osmanlı sarayı hatta sarayları, ülkede kültürün en üst seviyede temsil edildiği bir kurum olması bakımından, en iyi müzisyen ve bestecileri daima bünyesinde barındırma geleneğine sahipti. Sanatçıların himaye edilmesi konusu keza, sadece III. Selim’e ait bir tutum değil.              

      O halde, III. Selim’i büyük kılan, devrinin aynı zamanda bir “müzik okulu” olarak anılmasını sağlayan nedir? sorusunu kuvvetlice sormamız ve düşünmemiz gerekmez mi?             

      III. Selim ve dönemi, müzik araştırmacılarımızı meşgul etmeye devam edecek bir menba. Türk müzik tarihi bakımından açıklığa kavuşturulması gereken bu soruyu, elbette sınırlı bir cevapla geçiştirme peşinde değiliz. Ancak Abdülbâki Dede ve eserleri üzerinde yaptığımız çalışmalarda, ayrı bir başlığı hak edecek derecede karşımıza çıkan “III. Selim” motifini, yine Abdülbâkî Dede’den hareketle şu şekilde çözümleyerek okumak mümkün hale gelmektedir:         

      Evet, III. Selim çok yönlü sanat yeteneği taşıyan, sanatkâr yaradılışlı bir padişahtır. Ancak onun önemi sanatkarlığından çok, yüksek bir sanat ve kültür şuuru taşımasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bir devlet adamı oluşu, onun çaba ve tesirinin en üst derecede akis bulmasına yardım etmiştir denilebilir. Hemen her alanda ıslahatı öngören Padişâh’ın, müziği de yine bu  “eksiklikleri tamamlama, düzeltme ve iyileştirme” anlayışı içinde ele aldığı çok açıktır. Müziği çok iyi bilen Sultan III. Selim, bu alanda neler yapılması gerektiği hakkında bir karar, kıvam ve plana ulaşmıştı. Dolayısıyla ilgisini yönelttiği her musikîşinas bu büyük hamlede muhakkak bir rol üstlenmiş oluyordu. Belki de bu devrin konjonkturel yapısının bir sonucu olarak Osmanlı toplumunda etkisi gitgide artan Batılı değerler karşısında Türk Klasik Müziğinin, yeni bir hamle kazanmasını hedefleyen III. Selim’in bir kültür projesiydi denilebilir. Öyle ki, merkeze yakın veya uzak, yetenekleri ölçüsünde bütün müzisyenler doğal olarak bu projenin parçası olmuş, bütünü oluşturan parçalar misali görevlerini gönüllüce yerine getirmiş görünmektedirler. Nitekim, III. Selim’i bir kültür atmosferinin içinden tanıma ve takip etme fırsatı bulan Abdülbâkî Dede’nin ona atıfla kullandığı “hünerin kaynağı”, “hüneri ortaya çıkaran menba”, “hüner hazinesi”[5] gibi ibârelerde ve  Tedkik u Tahkik’in Zeyl’i  sonuna Sultan için yazdığı 19 beyitlik kasidede  adeta bu durumu, edebî bir tarzda ifâde etmektedir:     

1-  Rağbet-i şâhândır gavvâs-ı deryâ-yı güner     

     Rağbet-i şâhân ile peydâ gecherhâ-yı hüner

2-  Rağbet-i şâhâna arz eyler hüner ehl-i hüner     

     Rağbet-i şâhândır bâzâr-ı kâlâ-yı hüner

3- Her ne rütbe germ olursa iltifât-ı pâdişah

     Ol kadar mezrû’ olur fikr ile sahrây-ı hüner

4-  Şimdi âlem pür hünerse söz ne zîra kim ola

      Süddesi bir böyle Şâh-ı âlemin cây-ı hüner

5-  Şahsuvâr-ı pür haşem sâhib-i zamân, sâhib kırân

      Mâlik-i seyf ü kalem hem dürr-i yektâ-yı hüner

6-  Menba’-ı cûd-ı inâyet Hazret-i Sultân Selim

     Kim zamânında hünerver gark-ı âlâ-yı hüner

7-  Her hüner buldu revâcın ger kalem ger seyfte

      Gün be gün izhâr olur her gûne icrâ-yı hüner

8-  Tâb-ı hurşîd sehâsıyle hum-i ezhânda

      Cûş idüb sâf oldu rengin oldu sahbâ-yı hüner

9-   Sâgar-ı dikkat ile nûş eyleyüb mest oldular

      Ser-be-ser âlemde şimdi cümle dânâ-yı hüner

10-   Dirhem olmuşdu ne demdir mû-be-mû şimdi

         Dikkatiyle şânelendi zülf-i turrâ-yı hüner

11-   Ey Şehinşâh-ı mü’eyyed zâtın olsun tâ ebed

        Taht u baht-ı saltanatta rûh-bahşâ-yı hüner

12-  Tâ şu rütbe gark-ı in’âmındır erbâb-ı hüner

        Şimdi ihsânın sözüdür meclisârâ-yı hüner

13-  Devrine reşk eyler edvâr-ı selâtîn-i, selef

        Böyle âgâz eyledi izhâr-ı â’lâ-yı hüner

14-   Şöyle mümtâz oldu devrinde hünermendân kim

        Anların en kemteri bu abd-i cûyâ-yı hüner

15-  Tâb-ı feyz-i mânevîden gülistân tab’ımın

        Kaplamış her kûşesin âvâz gûyâ-yı hüner

16-   Söz uzatma Nâsır âgâz et duâ-yı devlete

        Az da olsa bellidür âlâ ve ednâ-yı hüner

 17-  Zeyl-i Tedkîk’in bu birkaç beyt ile ziynet buldu

        Goncelendi san gül-i Sadberk-i ra’nâ-yı hüner

18-   Saltanatda ber-devâm olsun hemîşe ‘izzile

        Himmetiyle eylesün her-bâr ihyâ-yı hüner [6]

 

1-Şâh’ın ilgisiyle hüner denizine dalınır. Şâh’ın ilgisiyle hüner cevheri ortaya çıkar.

2– Hünerli kişiler hünerlerini Şâh’ın ilgisine arz ederler. Şâh’ın ilgisi hüner pazarıdır. 3-Padişâh’ın iltifatı ne derece hararetli olursa, hüner sahrasındaki ziraatten o derece ürün elde edilebilir.

4-Şimdi dünya hünerle doluysa, söze ne (gerek var), bunun sebebi kim olabilir? Hüner yeri, (ancak) böyle bir dünya Şâhı’nın kapısı (pây-ı tahtıdır).

5– Maiyetini usta binici (maharetiyle yöneten) önder, devrin sahibi, her zaman üstün olan hükümdar. (Hem) kılıç ve kalem sahibi hem de hünerin tek ve eşsiz incisi

6-Yardım ve cömertliğin kaynağı Sultân Selîm hazretleridir. Hünerli kişiler (sanatkârlar) kimin zamanında hünere gark oldular?

7-İster kalem ister kılıçta olsun hünerin her türlüsü değerini buldu. Günden güne her türlü hünerin icrası ortaya konulmaktadır.

8-(III. Selim’in) güneşi (andıran) tabiatı, merkez akla (akl-ı külle) ulaştı Hüner şarabı coşup saflaştı, rengi parladı, güzelleşti.

9-İşlenmiş ince bir kadehle (onu) içip kendilerinden geçtiler. Dünyadaki bütün hüner bilenler baş başa (verdiler)

10-Ne zamandır kıl kadar ederi olmuştu, şimdi ne güzel, hünerin kıvırcık karışık saçları (O’nun) dikkatiyle tarandı.  

11-Ey şâhlar Şâhı sonsuza kadar zâtın kutlu olsun, saltanatının taht ve talihiyle hünere ruh bağışla

12-Hünerli kişiler öyle bir derecede senin nimetlerine boğuldular ki, şimdi senin bağış ve iyiliklerinin sözü hüner meclislerini süslüyor.

 13-Ortaya konan yüksek eserler (lisan-ı hal ile) derler ki: Selefin olan eski sultanların   devirleri senin zamanına gıpta ederler.

14-Senin devrinde sanatkarlar öyle seçkin oldular ki, hünerli olmaya çalışan bu kul, onların en gerisinde bulunmaktadır.

15-Manevi bereketin gücüyle meydana gelmiş bir gül bahçesi olan tabiatımın her köşesi hüner söyleyen seslerle kaplanmıştır.

16-Sözü uzatma NÂSIR devlete dua etmeye başla. Hünerin âlâsı da kötüsü de hemen belli olur.

17-Tedkîk’in Ek’i (Zeyl) bu birkaç beytle süslendi.Sanki hünerin o eşsiz güzellikteki yüz yapraklı katmerli gülü gonca verdi.

18-Şimdi (etrafı saran) sadece âlemin Pâdişâhının güzelliğidir. Yoksa burada amacım asla hüner sevgisini açıklamak değildir.

19-Saltanatı daima ululukla devam etsin. Her hüner yükünü gayret ve iradesiyle yeniden canlandırsın. [7]

 

         Unutulmuş makamların yeniden müziğe kazandırılması, yeni makamlarla müzik unsurlarının zenginleştirilmesi, eski ve büyük formlara yönelik ilginin yeniden uyandırılması, repertuarın güçlendirilmesi, makam bilgisinin yazıya geçirilmesi, eserlerin nota ile tespiti… gibi pek çok temel konu üzerinde gösterilen ciddi ve birbirini tamamlayan faaliyetler göz önünde bulundurulduğunda, yukarıdaki manzumenin anlamı ve bakış açısı doğrulanmış oluyor. Mûsıkî tarihimiz açısından dönem değerlendirildiğinde Sultan III. Selim’in Türk klâsik müziği ve onun geleceği için zihninde tasarladığı planı, büyük ölçüde hayata geçirme başarısı da gösterebildiğini söylemeliyiz. Nitekim bugün teorisi, tarihi ve en çok tanıdığımız bestecileriyle Türk klasik müziği, büyük ölçüde “III. Selim okulu” olarak adlandırılan dönemin eseri olmuş ve sonraki dönemler için model teşkil etmiştir. Türk klasik müziğinin apaçık bir odak noktası olan III. Selim Okulu’nun, kendisinden önceki dönemlerle karşılaştırılması, kültürel, tarihî, siyâsî, felsefî mihraklarının mûsıkî açısından gözden geçirilmesi, sadece dönemi iyi anlamak için değil; devlet ölçekli, başarılı bir sanat ve mûsıkî planlamasının ilkelerini ve yöntemini tespit etmek için de çok gereklidir.

****       

    Abdülbâkî Nâsır Dede, dönemin kültür ve sanat yoğunluğunu tasavvufî yorumla içinde barındıran bir kurumun, yani Mevlevîhane’nin üyesi olarak, yetişme çağlarından itibâren III. Selim’i yakından takip edebilme ayrıcalığına sahipti. III. Selim’in fırsat buldukça Cuma günleri Galata Mevlevîhânesi’ne gittiği, mukabeleden sonra hayranı olduğu büyük şâir Şeyh Gâlib’in sohbetinden yararlandığı bilinmektedir.[8] Abdülbâkî Dede’nin ağabeyi Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Ali Nutkî Dede, Şeyh Gâlib’in sakalına bile tarih düşürdüğü[9] onun sevgili mürşîdi, Şeyh Gâlip ise Nutkî Dede’nin biricik Dervişi Esat Gâlib’idir.[10] Yenikapı Mevlevîhanesi’nde sohbet meclislerine katılan III. Selim’in musahibi Ahmet Ağa’nın zaman zaman Padişah’tan haberler, hatta hediyeler getirdiği kayıtlardan anlaşılmaktadır. Abdülbâkî Dede’ye gönderilen 1790 tarihli “atiye-i hümâyûn”[11] haberi de bunun bir göstergesidir.[12]

        Şimdiye kadar araştırmacılar tarafından III. Selim’e atfedilen 18 makam bulunduğu ileri sürülmüştür.[13] Ancak bu makamlardan, açıklamaları Tedkik u Tahkik’te bulunanlar Abdülbâkî Dede’nin verdiği bilgi süzgecinden geçirildikten sonra, Tedkik’te bulunmayanlar ise bu eserin yazılmasının ertesinde (1794 sonrasında) tertiplenmiş olabilecekleri ihtimaliyle başka kaynaklardan araştırılmalıdır. Bu noktada Tedkik kaynak olarak birinci halkayı temsil etmektedir ki, bu duruma Fatih Salgar da işaret etmektedir.[14] Tedkik u Tahkik genel olarak değerlendirildiğine Abdülbâkî Dede’nin ancak doğruluğundan emin olduğu bilgilerde isim zikrettiği, emin olmadığı noktalarda daimâ ihtiyat payı bıraktığı dikkati çeker. Hem onun bu net tavrı, hem de yukarıda açıklanmaya çalışıldığı gibi, III.Selim’e ve Mevlevîhâne kanalıyla müzik çevrelerine olan yakınlığı onu en güvenilir kaynak haline getirmektedir. Bu noktadan hareketle şimdi Tedkik’teki III. Selim’e ait bilgileri değerlendirelim. 

       Tedkik u Tahkik’in Zeyl’iyle birlikte tanıtılan 14 makam 136 terkip içinde, sadece bir adet makam ve sekiz adet terkibin (bileşimin) açıkça III. Selim’e ait olduğu söylenmiştir.

      1Tedkîk’teki ana makamların sekizincisi olarak Sûz-i Dilârâ; Bu makam-ı cihanârâ bir menba-ı meyl-i hüner ve maârif-i şettâda serverin ihtirâ-ı safâ bahşlarındandır ki, bağ-ı tab’-ı şeriflerinden bir gonca-i lutuflarıdır.”[15] (Cihânı süsleyen bu makam, türlü bilgi, yetenek ve sanat yönelişlerinin kaynağı olan o ulunun hoşlukla bahşettiği ve şerefli fıtratları bahçesinden lûtfettiği bir goncadır.)

Bu makam, III. Selim’in mûsıkîşinaslığı söz konusu edildiğinde, onunla özdeş sayılacak ölçüde adıyla bileştirilmiştir. Nitekim Tedkik’te onun bulduğu diğer bileşimlerden bahsedildiği yerlerde “sâhib-i ihtirâ’-ı Sûz-i Dilârâ” (Sûz-i Dilârâ sahibinin buluşu…) şeklindeki ifâdeler ve III.Selim’in bestelediği Sûz-i Dilârâ Faslı ve Mevlevî Âyini, bu makamın Sultan’a olan âidiyetini tartışmasız hale getirmektedir.

     2- Tedkîk’teki terkiplerin yirmi yedincisi olarak Hüzzâm-ı Cedîd;Bu terkîb-i hoş edâ sâhib-i ihtirâ’-ı Sûz-i Dilârâ o maden-i ma’rifetin ihtirâ’ıdır.[16] ( Hoş tavırlı bu bileşim Sûz-i dilârâyı bulan o ustalık madeninin buluşudur.)

Zannediyoruz, bu bileşimden bugün elimize ulaşmış III. Selim’e ait bir eser bulunmayışına dayanarak bazı araştırmacılar Hüzzâm-ı Cedîd’i onun terkipleri arasına almamışlardır.[17] Ancak Tedkik’teki emin söyleyişten hareketle Abdülbâkî Dede’ye güvenebiliriz. Çünkü dikkat edilecek olursa Tedkik’te III.Selim’e atfedilen yeni terkiplerden bazıları için Sultan’a ait örnek beste tespiti her zaman mümkün olamamakla birlikte onun çok yakınında bulunmuş bir başka bestecinin  aynı terkipten bir bestesine ulaşılabilmektedir. Hüzzâm-ı Cedîd Muhammes Beste ve Yürük Semâi’nin Abdülhalim Ağa’ya ait oluşu gibi.

         Faslın diğer parçalarını belki de III. Selim bestelemişti.

        3- Tedkîk’teki terkiplerin yirmi sekizincisi olarak Evcârâ; Bu terkîb-i dil pezîr dahî yine sâhib-i ihtirâ-i makam-ı Sûz-i Dilârâ o kân-ı hünerin ihtirâ’ıdır.”[18] (Gönülden beğenilen bu bileşim de yine Sûz-i Dilârâ makamını meydana getiren o ustanın buluşudur.)

Türk klasik müziğinin önemli kadın bestecilerinden Dilhayat Kalfa’nın (1710-1780) Peşrev ve Saz Semâisi göz önünde bulundurulursa III. Selim’in bu bileşimi ilk gençlik yıllarında oluşturduğu, hatta bugün elimizde bulunan yegâne Evcârâ eseri Muhammes Beste’nin de yine  aynı döneme ait olduğu kabul edilebilir.

        4- Tedkîk’teki terkiplerin yüz yirmi altıncısı olarak Isfahânek-i Cedîd;Bu terkib-i ra’nâ sâhib-i ihtirâ-i  Sûz-i Dilârâ bir kenz-i hünerin ihtirâ’ıdır ve Cedîd kaydı ile Isfahânek-i Cedîd tesmiyesi ile şöhreti ensebtir ki atîkinden farkı buluna.”[19] (Bu güzel bileşim Sûz-i Dilârâ sahibi olan bir hüner hazinesinin buluşudur. Eski Isfahânek’ten farkını göstermek için “yeni” (Cedîd) kaydı ile “Yeni Isfahânek” adlandırmasıyla tanınması uygun olur.)

      Tedkîk’teki bu ikazın özellikle araştırmacılar tarafından dikkate alınması, makamlar konusunda karışıklıklara, yanlış anlamalara meydan verilmemesi ve tabii müzikolojik çalışmaların sağlıklı yürümesi bakımından önem arz etmektedir. Çünkü Isfahânek nazariyat eserlerinde zaman zaman karşımıza çıkan eski bir terkiptir.[20] Tedkîk’te Beste-Isfahan terkibinin eski adının Isfahânek olduğu açıkça ifâde edilmektedir. Isfahânek-i Cedîd ise kullandığı çeşniler ve hatta karar  perdesi ile Isfahânek yani Beste-Isfahan’dan ayrılmaktadır.[21] III Selim’in Isfahânek-i Cedîd bileşimine örnek olan Peşrev ve Saz Semâisi ise bugün elimizdedir.

         5- Tedkîk’teki terkiplerin yüz yirmi yedincisi olarak Hicâzeyn; Bu da ihtirâ’da ma-sebak gibidir.[22] ( Bu da buluş bakımından yukarıdaki gibidir.)

     Günümüzde unutulmuş bileşimler arasında bulunan[23] Hicâzeyn, Tedkîk’ te III. Selim’e atfedilmektedir. Nitekim Galata Mevlevîhânesi’nden yetişen, III. Selim’den Hacca gitmek için destek bulacak kadar ona yakın olmuş,[24] devrin usta icracı ve bestecilerinden Üsküdar Mevlevîhanesi Şeyhi Hâfız Şeydâ Dede’nin (1732-1800) Hicâzeyn Âyini[25] bunu doğrulamaktadır. Şeydâ Dede’nin gerek mevlevîliği, gerek musıkîdeki ustalığı sebebi ile Yenikapı Mevlevîhânesi’nde saygın bir yeri olduğu Şeyh Gâlib’in notlarına da yansımıştır.[26]  Kısaca III. Selim’i de, Şeydâ Dede’yi de tanıyan Abdülbâkî Dede’nin Hicâzeyn’in kime ait olduğu konusunda hata yapmayacağını zannediyoruz. Ancak, merhum hocamız Fikret Kutluğ, Muallim İsmâil Hakkı Bey Koleksiyonu’ndan tespit ettiği  iki haneli Hicâzeyn  Peşrevi’nin Eyyûbî Hüseyin Dede’ye ait oluşu sebebiyle, terkibin de onun buluşu olabileceğini ifade etmektedir.[27] Söz konusu eserin repertuara kazandırılması doğrusu pek çok bakımdan heyecan vericidir. Ancak bu, kanaatimizce Hicâzeyn buluşunun Hüseyin Dede tarafından ortaya çıkarılması ihtimalini doğurduğu kadar, Hüseyin Dede’nin muğlak bir tahminden öteye gitmeyen vefat tarihinin[28] 1740 civarı değil, III. Selim’e ulaşan daha ileri bir tarih olabileceğini de ortaya koyar.

      6- Tedkîk’teki terkiplerin yüz yirmi sekizincisi olarak Şevk-i Dil;Bu dahî Hicâzeyn sâhibinindir.” [29] (Bu da Hicâzeyn sâhibinindir.) Abdülbâkî Dede’nin üslûbu içerisinde açıkça bu terkibin de III. Selim’e ait olduğu ifade edilmiştir. Bilindiği gibi eski Türk müzisyenlerinin notayı ihmal eden mûsıkî yaklaşımları sebebiyle bestecilerimizin eserlerinin sadece bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Bu durum şüphesiz III. Selim için de geçerlidir. Dolayısıyla terkip edenini bildiğimiz halde, bazı bileşimlerden onlara ait elimizde şimdilik tespit edilebilen bir eserinin bulunmaması, Türk müzik tarihi bakımından şaşırtıcı değildir. Nitekim bugün elimizde Şevk-i Dil makamından bir III. Selim eseri mevcut değildir. Ancak Sultanın musahipliğini (sohbet arkadaşlığını) hatta ser musahipliğini[30] yapmış iki önemli bestecinin eserleri, Abdülhalim[31] ve Seyyit Ahmet Ağaların Şevk-i Dil[32] peşrevleri Tedkik’te verilen bilgiyle birlikte değerlendirildiğinde, bu terkibin III.Selim’e olan âidiyetini kuvvetlendirmiş olmaktadır.

        7- Tedkîkteki terkiplerin yüz yirmi dokuzuncusu olarak Nevâ-Bûselik; “Bu dahî ihtirâ’da sâbık gibidir.”[33] (Bu da bulucusu bakımından yukarıdaki gibidir.) Abdülbâkî Dede’nin “izâfî” (eklemeli) adını verdiği terkiplerin grubunda yer alan Nevâ-Bûselik’ten III. Selim’in Darbeyn Peşrevi ile Saz Semâisi bugün elimizde bulunmaktadır. Ayrıca yine III. Selim’in musahiplerinden Küçük Mehmet Ağa ile ondaki yüksek mûsıkî yeteneğini daha ilk gençlik çağında teşhis ederek ısrarla Mevlevîhâne’den saraya çağırdığı Dede Efendi’nin eserleri, o dönemde Nevâ-Bûselik terkibinin kullanılmakta olduğunu gösteriyor. Ancak Gazi Giray Hân’a (1554-1608) ait aynı terkipten tespit edilen Darbeyn Peşrev[34] III.Selim’in iki yüz yıl sonra  Nevâ-Bûselik’i yeniden müziğe kazandırdığını, bu sebeple bu bileşimin ikinci bulucusu olduğunu ortaya koyar.

        8- Tedkîkteki terkiplerin yüz otuzuncusu olarak Arazbâr-Bûselik;Bunun dahî ihtirâ’ı güzeşte gibidir.”[35] ( Bu da bulucusu bakımından yukarıdaki gibidir.) III. Selim’in bu bileşimden bir eseri bugün elimizde olmamakla birlikte, musahiplerinden Sadullah Ağa’nın bestelediği Kâr, Beste, Ağır ve Yürük Semâi’den oluşan klâsik takım, Arazbâr-Bûselik’in en güzel örnekleri olarak gösterilmektedir.[36] Ancak Süleyman Erguner, bugün notası Kanûnî Cüneyt Kosal’ın koleksiyonu’nda bulunan Nâyî Osman Dede’ye (1642-1729) âit Devr-i Kebîr usûlünde bir Arazbâr-Bûselik Peşrev’den bahsetmektedir.[37] Nevâ-Bûselik terkibinde olduğu gibi, belli bir unutuluş sürecinden sonra (ki burada ortalama elli yıl kadar bir süre söz konusu edilebilir) III. Selim’in, Nevâ-Bûselik’i yeniden müziğe kazandıracak bir girişimde bulunduğu anlaşılmaktadır. Nevâ-Bûselik’in III. Selim devrinde gerçekten de unutulmuş olduğu açıktır. Yoksa müzikle ve müzik çevreleriyle sıkı ilişkiler içinde bulunan Abdülbâkî Dede’nin, hem de öz dedesi olması dolayısıyla iftihar ettiği[38] Nâyî Osman Dede’nin repertuarından haberdâr olmayacağını doğrusu düşünemiyoruz.

        9- Tedkîkteki terkiplerin yüz otuz birincisi olarak Nevâ-Kürdî;  “Bunun da ihtirâ’ı, sâbık gibidir.” ( Bu da buluş bakımından yukarıdaki gibidir.) Bugün elimizde III. Selim’e âit bir Nevâ-Kürdî Saz Semâisi bulunmakla birlikte, gerek dönemine, gerek sonrasına âit eser bulmakta güçlük çektiğimiz nadir makamlardan olduğunu söylememiz gerekir.

        Tedkîk’teki sıra numarasıyla sunulan kayıtlara göre, yukarıdaki dokuz adet makamın III. Selim’in buluşu (ya da unutulmuş olanları eserleriyle yeniden uyandıran ikinci bulucusu) olduğu anlaşılmaktadır. Makam adlarıyla ilgili yaptığı bir çalışmada Gültekin Oransay isimlerini söylemeksizin III. Selim’in 18 adet makam oluşturduğunu, bunlardan ancak 7 adedinin Tedkîk’te bulunduğunu, diğerlerinin yani 11 tanesinin bu kitabın yazılmasından sonra tertiplendiğini ifade etmektedir. Oransay’a göre Tedkîk’te yer alan 7 adet III. Selim buluşundan biri de Acem-Bûselik’tir.[39] Halbuki ne yazarın bizzat yazdığı nüshada (müellif nüshası) ne de 6 yıl sonra Mîr Hafız Ahmed İzzet tarafından saray kütüphanesi için kopya (istinsah) edilen nüshada böyle bir kayıt söz konusu değildir. Yazar asıl nüshaları dipnotunda gösterdiği halde Tedkîk’in Marburg Hs.Ms.Or.2330 numarada kayıtlı farklı bir kopyasından yararlanmıştır. Bu da Acem-Bûselik örneğindeki gibi hatalara yol açmış, hatalar sonraki araştırmacılar tarafından tekrar edilir hale gelmiştir. Acem-Bûselik için Tedkîk’te düşülen kayıt “zamanımızda tertiplenmiş yeni terkiplerdendir”[40] şeklindedir. Abdülbâkî Dede’nin bestelediği Acem-Bûselik Âyini göz önünde bulundurulunca, Dede’nin bu terkibe ayrı bir ilgisi olduğu, dolayısıyla terkibin sahibi hakkındaki bilgisini saklamayacağı, hele bu III. Selim’se hiç saklamayacağı açıktır.

     Buna ek olarak Abdülbâkî Dede yedi adet bileşimin bulucusu için “İhtirâ’ında beyâna hâcet yok” ibarelerini kullanmıştır. Bu ibârelerin yer aldığı terkipler; Gül’izâr, Muhayyer-Sünbüle, Kûçek-Zemzeme, Nişâburek, Aşîrân-Mâye, Bayâtî-Arabân ve Gerdâniye Kürdî terkipleridir. Tedkîk’te, “Makam bulmada açıklamaya gerek kalmayacak kadar bilinen kimsenin” ancak III. Selim olabileceği görüşü hakim. Söz konusu makamlar değerlendirildiğinde hemen her birine âit eski bir takım eserlerin mevcudiyeti gözleniyor. O halde Abdülbâkî Nâsır Dede bu makamları niçin Sultan’a atfetmektedir? Öyle anlaşılıyor ki, Dedemiz bu terkiplerin III. Selim devrinde unutulmuş olduğunu ancak Sultan yada devrin bir başka müzisyeni tarafından yeniden vücut verilmiş olabileceğini ima ediyor. Kaldı ki yararlılık bakımından malzemeyi kullanılır hale getirmenin, malzemeyi var etmekle eş değer olduğunu hatırlatmak isteriz. Diğer yandan makam aslında her bestecinin elinde yeniden yoğrulmakta bir bakıma yeniden keşfedilmektedir.

      Abdülbâkî Dede, Sultan Selim’in tabiatına uygun bir tarz olduğu izlenimi ile Dilarâ adını verdiği bir terkipten bahsetmektedir. “Gönül bağlayan bu terkip ne edvarlarda ne de dinlemiş olduğum eserlerde duyulmuştur. Ancak bu kitabı yazmamdan önce, onu bir şarkının bestesi olarak dinledim. Bu terkip zamânımızda âlemin gönlüne safâ bağışlayan, Sultan Selim’in tabiatına uygun bir terkip olduğunu zannediyorum. Lakin duyulmamış olduğundan Dilârâ ismiyle kaydetmeyi uygun görüyorum.”[41]  Abdülbâkî Dede adını bilmediği bu makama, belki de Sûz-i Dilârâ’dan ilham alarak Dilârâ demeyi uygun bulmaktadır. Tedkik’in ardından kaleme alınan Haşim Bey Edvarı’nda ise “Makam demeye şayeste olmadığından tahrir olunmadı[42] denecek kadar ömrünün kısa sürdüğü anlaşılıyor.

DİPNOTLAR 

[1] Fatma Adile Başer, Türk Mûsikîsinde Abdülbâkî Nâsır Dede, Birinci Kitap:Abdülbâkî Nâsır Dede’nin Hayâtı ve Tedkîk u Tahkîk, (Metin-Sadeleştirme-Sözlük), İstanbul 2013.

[2] Fatma Adile Başer, “Tedkik u Tahkik Adlı Eserden Bazı XVIII. Yüzyıl Türk Müziği Bestecilerine Dâir Önemli Notlar”,  Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 10. Kuruluş Yıldönümü Müzik Sempozyumu Bildiri Kitabı, Kayseri, 14-16 Nisan 2005, ss.26-35.

[3] Rauf Yektâ, Dede Efendi Esâtîz-i Elhân, İstanbul,1355/1906.

[4] Zekâîzâde Ahmet Irsoy, “Önsöz”, Mevlevî Âyinleri, C.V, İstanbul,1935, s.VI.

[5] F.A.Başer, Tedkîk, s.245.

[6] F.A.Başer, Tedkîk, s.251—255.

[7] F.A. Başer, Tedkîk, s. 251, 253, 255.

[8] Süleyman Erguner, “Mahlası İlhâmî Kendi Pâdişah”, Sanat Dünyâmız, Sayı:73, İstanbul,1999, s.163.

[9] Saadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi Antolojisi, II, İstanbul,1943, s.414.

[10] Ali Nutkî Dede, Defter-i Dervîşân I, Süleymâniye Kütüphânesi, Nâfiz Paşa yzm., nr:1194, 5,7, 8,12,18

[11] Defter-i Dervîşân I, 16.

[12] F.A. Başer, Tedkîk, s.245

[13] Ferdi Koç, Sultan III. Selim Hân’ın Mûsıkî Eserlerinin Müzikal Analizi, M.Ü. S.B.E. İstanbul, 2003, s.II,III.

[14] M. Fatih Salgar, Üçüncü Selim Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul, 2001, s.47.

[15] F.A. Başer, Tedkîk, s. 121.

[16] Tedkîk, 21-b,22-a.

[17] Suphi Ezgi, Nazarî ve Amelî Türk Mûsıkîsi, C.V, İstanbul, 1953, 346; Zekâîzâde Ahmet Irsoy, “Önsöz”, Mevlevî Âyinleri V, C.X, İstanbul,1935, s.VI.

[18] F.A. Başer, Tedkîk, s. 161.

[19] F.A. Başer, Tedkîk, s. 245.

[20] Kadızâde Tirevî, Risâle-i Mûsıkiyye, Edisyon-Kritikli Metin: Nûri Uygun, MÜ, S.B.E, YL Tezi   İstanbul,1990, s.50.

[21] Daha geniş bilgi için bkz. “Beste-Isfahan- Isfahânek makamları”, Fatma Âdile BAŞER, Türk Mûsıkîsinde Abdülbâkî Nâsır Dede (1765-1821), M.Ü. S.B.E. Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1996, s.195-197, 224-225.

[22] F.A. Başer, Tedkîk, s. 245.

[23] Ekrem Karadeniz, Türk Mûsıkîsinin Nazariye ve Esasları, İstanbul, 1984, s.66.

[24] Saadettin Nuzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi Antolojisi, C.II, İstanbul, 1942-1945, s.169.

[25] Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul, 1983, s.467.

[26] Saadettin Nuzhet Ergun, Türk Mûsıkîsi Antolojisi, C.II, İstanbul, 1942-1945, s.169.

[27] Fikret Kutluğ, Türk Mûsıkîsinde Makamlar (İnceleme), İstanbul,2000, s.247.

[28] Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi, C.I, İstanbul, 1990, s.345.

[29] F.A. Başer, Tedkîk, s. 247.

[30] F.A. Başer, Tedkîk, s. 167.

[31] Fikret Kutluğ, Türk Mûsıkîsinde Makamlar (İnceleme), İstanbul, 2000, s.294.

[32] Sabri Enis Gençoğlu, III. Selim’in Mûsıkî Hakkındaki Görüşleri, ITÜ. S.B.E. Basılmamış YL.tezi, Danışman: Fikret Kutluğ, İstanbul,1994, s.ekler kısmı.

[33] F.A. Başer, Tedkîk, s., 247.

[34] Fikret Kutluğ, Türk Mûsıkîsinde Makamlar (İnceleme), İstanbul, 2000, s.479.

[35] F.A. Başer, Tedkîk, s. 247.

[36] Suphi Ezgi, Nazarî ve Amelî Türk Mûsıkîsi, C.I, İstanbul, 1933, s.224.

[37] Süleyman Erguner, Kutb-ı Nâyî Osman Dede ve Rabt-ı Ta’birât-ı Mûsıkî, MÜ.S.B.E. YL. Tezi, İstanbul, 1991, s.41.

[38] F.A. Başer, Tedkîk, s. 127.

[39] Gültekin Oransay, “Kırşehirli Yusufoğlu Nizam’dan Günümüze Dek Türk Makam Adları Yıl Dizini” Prof.Dr. Gültekin Oransay Derlemesi, İzmir,1990, s.34.

[40] F.A. Başer, Tedkîk, s. 183.

[41] F.A. Başer, Tedkîk, s. 165.

[42] Haşim Bey, Haşim Bey Edvarı, İstanbul,1863, s.78.

Yazar
Fatma Adile BAŞER

Fatma Adile BAŞER 1965’de İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde tamamladı. İstanbul Teknik Ünivesitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı (TMDK)Temel Bilimler Bölümü�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen