Dünya Bir Aldanıştır

Muharrem DAYANÇ

Sadece insanların değil kelimelerin de kendilerine mahsus bir dünyaları vardır. Bu dünyayı keşfetmenin yolu, ele alınan kelimenin geçmişine inmekten geçer. Öyleyse bugünkü yazıyı “dünya” kelimesinin kökenine doğru yapacağımız kısa bir yolculuğa ayıralım.

Bu yolculukta dikkatimizi çeken ilk nokta “dünya” kelimesinin kökünde barındırdığı olumsuz anlam kümecikleri olmalı. (“Dünüvv”, “dünâ”, “denî”, “denaet”, “değersiz”, “basit”, “hile”, “dünya-yı dûn”, “alçak dünya”, “yalan dünya”… “Baş eğmeziz edâniye dünya-yı dûn için” / “Dünya bir penceredir her gelen baktı geçti” / “Bilirim seni yalan dünyasın” / “Cahildim dünyanın rengine kandım” / “Uzatma dünya sürgünümü benim” vb.) Bu kelimeye yüklenen anlamlar içinde yer alan “aşağıda olan şey” ibaresi tam da söylemek istediğimiz durumu karşılıyor. İyinin; güzelin; ideal, erdemli ve sonsuz olanın dûnunda olmak. Dolayısıyla insanın trajedisi biraz da burada: Düşmek veya bir başka ifadeyle sürgün edilmek. Varlıklarından haberdar olunan fakat ilk hali bir üst evrende bulunan bu olgulara ulaşmak çok da kolay olmuyor bu düşüşten/sürgünden sonra.

Olmayanı istemenin veya aramanın mekânıdır dünya.

Dünya köşeye sıkışmaktır.

Bugüne kadar bize anlatılan-kavratılan, geometrik söylemlere hapsedilen alışılmış, tüketilmiş bir sözcükten bahsetmiyoruz. Bir yanı mavi gök; bir yanı kahverengi toprak; bir yanı insan; bir yanı geçmiş ve gelecek bu köşenin.

Dört yanı kuşatılmış bir varlıktan bahsediyoruz.

Ne kadar yükseğe zıplarsa zıplasın yıldızlara dokunamıyor mesela, ne kadar sert-sağlam basarsa bassın ayağı toprağı delemiyor. Denizleri kurutamıyor, geçmişi ve geleceği silemiyor. Sınırlar ezelden belirlenmiş. Programlanmış et, kemik ve can bütünü. Fıtratının dışına çıkmak istedikçe, kendini ve çevresini zorladıkça, huzursuz ve mutsuz olması bundan.

Uçsuz bucaksız evrende bir köşeye kıvrılıp kalmaktır dünya.

Dünya bir sanmaktır.

Gelecek, olacak, bitecek, gülecek, sevecek sanmak… Kuşun uçtuğunu, balığın yüzdüğünü, yılanın süründüğünü, kaplumbağanın hareket etmediğini sanmak. Yolların menzile ulaştığını, menzilin maksuda denk geldiğini sanmak. Toprağa atılacak her tohumun yeşereceğini, göğe çizilen her resmin hayat kaynağı olmak için incileşeceğini sanmak. İnsanı insanın ufku, yurdu, uzvu sanmak.

Okudukça daha çok öğreneceğini, yazdıkça ve yaşadıkça daha mutlu olacağını sanmak.

En sona bırakılan dostla her zaman içilecek çayların olduğunu sanmaktır dünya.

Dünya bir aldanıştır.

Yeni tomurcuklanmış bir mart çiçeğinin güneşe aldanması gibi.

Yavru deniz kaplumbağalarının, (caretta caretta’lar), denizin parıltısı yerine şehrin yalancı ışıklarına yönelip bir daha asıl vatanlarına geri dönememeleri gibi.

Buluta tutunan, ama birazdan yere ineceğini unutan taze bir rüzgârın, Süleyman peygamberin saltanatını keşfe çıktığını sanması gibi.

Yumuşak darbelerle sahili yalayan dalgaların en güzel hatıraları sırtlarına yüklenip bir gün karaya vuracağına inanmak gibi.

Bilimin kara toprağı altın, insanı ölümsüz, zamanı sonsuz yapacağına kulak vermek gibi.

Her neslin tapacağı, her devrin önünde diz çökeceği, bütün imge ve estetik anlayışları alt üst edecek bir şiirin, bir öykünün yazılmasını beklemektir dünya.

Dünya yerinde saymaktır.

Zamanla-mekânla-kendi beniyle oyalanan insanın bir şeylerin değiştiğine kendini inandırması. Ve bunun bir adım ötesinde, buna herkesi inandırmaya çalışması. Hırsıyla, kiniyle, kıskançlığıyla, bencilliğiyle, vurdumduymazlığıyla var olan, aradan geçen yüzlerce asır içinde kusurlarını gideremeyen insanın, yaptıkları ve yapacakları ne kadar sahici olabilir? Merhamete bulanmamış bir canlı neyi-nasıl onarabilir?

Biri bana, özü-cevheri bağlamında, ilk insanla son insan arasındaki farkı, olumlu anlamda gelişmeyi-değişmeyi-iyileşmeyi söylesin, ben bütün bu aykırı sorularımı zihnimde hiç sönmeyen fırına atayım.

İnsanın geldiği nokta beni korkutuyor, zira ilk insan aynı zamanda bir peygamberdi.

Peygamberden lucifere evrilen bir döngüdür dünya.

Son sözü şiir söylesin;

Değil, işlerimiz yolunda değil
Kaybettik eski düzen havasını
Dağda çoban, denizde kaptan dâhil
Şaşıran şaşırana pusulasını

Daha sürer mi dersin bu şaşkınlık;
Yarını ne olacak dünyamızın
Biz yaşımızı başımızı aldık
Allah çocuklarımıza acısın

     (Cahit Sıtkı Tarancı, “Şaşkın Dünya”, Varlık, 1951)

Her şeye rağmen bu dünyada, zübde-i âlem olan insandan başka tutunacak dalımız, kendimizi güvende hissedecek limanımız yok.

O halde insan olmayı ve kalmayı başarmış bütün dostların kurban bayramları kutlu olsun diyerek bitirelim yazımızı.

 

 

 

Yazar
Muharrem DAYANÇ

Muharrem Dayanç, Sakarya, Geyve, Karaçam Köyü’nde doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Adapazarı’nda tamamladıktan sonra, 1990 yılında, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Daha sonr... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen