Moğollar Anadolu’da

Hasan ERDEM

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad öldüğü zaman arkasında üç oğul bırakmıştı. Keykubat kendisinden sonra tahtına oğullarından İzzeddin Kılıç Arslan’ın çıkmasını vasiyet etmişti ama onun vasiyeti yerine getirilmedi. Sultanın ölümünün ardından, özellikle vezir Saadettin Köpek’in girişimleri ile Selçuklu devletinin ileri gelenleri, yeteneksizliği, ahlaki bozukluğu, içki, eğlence ve kadınlara düşkünlüğü yüzünden Selçukluların altın çağını sona erdirecek olan on beş yaşındaki 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’i Selçuklu tahtına çıkardılar. (1237)

Gıyaseddin Keyhüsrev’i yandaşlarının çabalarıyla Selçuklu tahtına çıkarmayı başaran Saadettin Köpek hemen kolları sıvadı ve muhaliflerini ortadan kaldırma girişimlerine başladı, devlete yıllarca büyük hizmetleri geçmiş olan çok değerli devlet adamlarını birer birer bertaraf etti, onların yerlerine kendine yakın adamları getirdi ve devletin yegane hakimi oldu. Saadettin Köpek elinde bir oyuncak haline gelen Keyhüsrev’in tahtının emniyetini temin etmek bahanesi ile şehzade İzzeddin Kılıç Arslan ile şehzade Rükneddin’i hapse attırdı ve çok geçmeden ikisini de boğdurdu. Bununla da yetinmeyen Saadettin Köpek, boğdurduğu şehzadelerin anneleri Adiliyye Hatun’u da Ankara’da yay kirişiyle boğdurarak masum bir kadının kanına da girmiş oldu. 

Çok genç ve garip bir tabiata sahip Keyhüsrev’in tahtının rakibi kalmamıştı. Kısa sürede Selçuklu devletinin bütünü üzerinde kontrolü eline geçiren ve genç sultan adına devleti tek başına yönetmeye başlayan Saadettin Köpek, Eyyübilere karşı kazandığı Samsat zaferinden sonra doymaz gözünü Selçuklu tahtına dikti, kendi sonsuz ihtiraslarına kavuşabilmek için etrafında topladığı sadık adamlarıyla birlikte Selçuklu soyuna mensup olduğu yalanını yaymaya başladı.

Saltanata karşı tertiplere girişen, tacına tahtına göz diken hilekâr vezirinin faaliyetlerini geç de olsa öğrenen Sultan, Sivas subaşısı Hüsameddin Karaca’nın yardımlarıyla Kubadabad sarayına çağırdığı Saadettin Köpek’i öldürttü. İhtiraslarını gerçekleştirebilmek için masum insanların kanına giren vezirin kanlı cesedi mimarlığını yaptığı Kubadabad sarayının burcuna asıldı ve cesedi günlerce orada bırakıldı. (1238)

O yıllarda İran, Azerbaycan ve Kafkasya’yı ele geçiren Batu Han önderliğindeki Batı Moğolları, Bağdat Abbasi Halifesi ve Türkiye Selçukluları ile komşu olmuştu. Moğollar, Ermeni ve Gürcü memleketlerini istila etmişler, sonra da halifelik merkezine birçok akın yapmışlar ama İslam savaşçılarının sert direnişi yüzünden Bağdat’a yaklaşamamışlar, Abbasi halifesine ulaşamamışlardı. Batıya doğru gelişen Moğol istilasından kaçan göçebe Türkmen kitleleri ise Selçuklu topraklarına geçmişler ve Güneydoğu Anadolu ile bugünkü Suriye sınırındaki bölgelere yerleşmişlerdi.

Azerbaycan ve Horasan’dan Anadolu’ya göçen ve dar bir bölgede sıkışıp kalan Türkmenler bir süre sonra otlak darlığı ve geçim sıkıntısı çekmeye başladılar. Bu sığınmacı Türkmenlerden biri olan Baba İshak, “Tanrı yolundan ayrılıp kötü bir hayat sürmesi” sebebiyle içki ve eğlence düşkünü Keyhüsrev’e karşı cihat ilan etti ve yandaşlarını ayaklandırıp silahlandırdı. Şeyhlerinin çağrısına uyan Babaîler, Samsat, Adıyaman ve Kâhta taraflarında isyan başlattılar ve Malatya subaşısının üzerlerine gönderdiği kuvvetleri iki çarpışmada da yenmeyi başardılar. Bu iki başarının ardından Sivas kuvvetlerini de yenen Babaîler, şeyhleriyle birleşmek üzere, Tokat ve Amasya üzerine yöneldiler. Selçuklu tarihindeki en büyük ayaklanmayı başlatan isyancılar yolları üzerindeki her şeyi yağmaladılar, kendilerine karşı koyanları insafsızca öldürdüler.

Haftalar birbirini kovalamış Selçuklu ordusu ayaklanmayı bastıramamıştı. Gün geçtikçe büyüyen isyan ateşinin kendisini yakmasından korkan iktidarsız ve kararsız Keyhüsrev maiyeti ile birlikte Konya’dan ayrıldı, Beyşehir’deki Kubadabad sarayına çekildi ve Amasya subaşılığına atadığı Armağanşah’ı isyancı Türkmenlerin üzerine gönderdi. İsyancılardan önce Amasya’ya varan Armağanşah, Baba İshak’ı yakalatarak kale burcuna astırdı, ama şeyhlerinin hiçbir fani tarafından öldürülemeyeceğine inanan asi Türkmenler kadın erkek savaşmaya devam ettiler, vuruşarak Amasya’ya girdiler ve Armağanşah’ı şehit ettiler. Şeyhleri tarafından savaşlarda öldürülemeyeceklerine inandırılan asiler Sultanı ele geçirmek için Konya üzerine yürüyüşe geçtiler. Asi Türkmenlerin önünü Necmeddin Behramşah komutasında altmış bin Selçuklu askeri kesti. Kırşehir’e bağlı Malya ovasında yapılan savaşta Babaîler kesin bir yenilgiye uğradılar ve tamamen yok edildiler. (1240)

Babaî ayaklanmasını kanla bastıran Keyhüsrev galip ordusunu Kayseri’de topladı ve Eyyübîlerin elinde olan Silvan üzerine yürüdü. Moğollar ile boğuşan ve o buhranlı günlerde Müslüman hükümdarların birbirlerine düşmesini istemeyen Bağdat Abbasi halifesi Mustansır tam zamanında araya girdi, Eyyübîlerin Selçuklulara tabi olmasını sağladı ve savaşı başlamadan durdurdu.

1241 yılında Cormagon Noyan ölünce, Kafkasya ve Azerbayacan’daki Moğol ordularının komutanlığına, Moğolların Kafkasya seferi sırasında büyük başarılar elde eden Baycu Noyan atandı. Mugan’a gelen ve ordusunun başına geçen Baycu Noyan’ın gözü zengin Anadolu topraklarındaydı ama Türkmen savaşçılarının ününü çokça duyduğu için Selçuklularla yapılacak büyük bir savaşı göze alamıyor, uygun bir zamanı bekliyordu.

Babaî isyanını yakından takip eden ve sonrasında Selçukluların dışarıdan göründüğü kadar güçlü olmadığını gören Baycu Noyan, bu isyan dolayısıyla Selçukluların bir hayli yıpranmasını fırsat bildi, tereddütlerinden kurtuldu ve içinde Moğolların haraçgüzarı olan Ermeni ile Gürcü askerlerin de bulunduğu kırk bin savaşçısı ile Anadolu topraklarına girdi. Moğol ordusu ciddi bir direnişle karşılaşmadan ilerledi, o zaman için zengin ve büyük bir şehir olan Erzurum’u kuşattı.

Selçuklu devletinin şarktaki kilit noktası olan Erzurum kalesi Moğolların şiddetli saldırılarına iki ay boyunca dayandı. Sultandan yardım alamayan ve surları tahrip edilen kale sonunda düştü, Moğol süvarileri yıkılan duvarları aşıp içeri girdiler.

Moğol askerleri, genç kız ve çocuklardan başka şehirdeki herkesi acımasızca kılıçtan geçirdiler, binaları tahrip ettiler, muhteşem camileri, kiliseleri ve manastırları viraneye çevirdiler, şehri yağmaladıktan sonra Mugan’a çekildiler. (1242)

Erzurum felaketi, uzun zamandan beri Anadolu’da hissedilen Moğol korkusunu daha da arttırmıştı ama Moğolların istilayı sürdürmeyip geri çekilmeleri Selçuklulara o kış yeni bir savaş için hazırlanma fırsatı da vermişti. Ancak Selçuklu ordusu artık eskisi gibi mükemmel bir savaş aleti olmaktan çok çok uzaktı.

Ordularının durumunu ve Moğol tehlikesinin büyüklüğünü iyi bilen Selçuklular, tüm Anadoluluları, Müslüman hükümdarları, Ermenileri, Frankları, İznik ve Trabzon krallıklarını, Konstantinopolis’in Haçlılar tarafından ele geçirilmesinden beri Bizans İmparatorluğundan geriye kalanları, tehlikeli komşuları Moğollara karşı yardıma çağırdılar. Ancak hepsi yardım için söz verdiği halde Halep hükümdarının gönderdiği iki bin kişiden başka yardıma gelen olmadı.

İlkbaharın ilk günleriydi. Anadolu istilası için tekrar ordusunu yürüyüşe geçiren Baycu Noyan kırk bin savaşçısı ile Erzincan hudutlarına girdi, halkı kılıçtan geçirdi. Haberi alan Keyhüsrev seksen bin kişilik ordusunun başında Sivas’a doğru hareket etti. Tecrübeli devlet adamları Sivas’a ulaşan sultana, bol askeri malzeme ve erzak bulunan Sivas’ta kalınmasını, yol yorgunu düşmanın burada karşılamasını teklif ettiler ama Keyhüsrev onları dinlemek yerine etrafını sarmış olan genç ve seviyesiz kişilerin telkinlerine uydu, ordusunu Erzincan üzerine sevk etti.

Moğollar Akşehir ovasına vardıklarında seksen bin kişilik Selçuklu ordusu da bu ovaya hakim Kösedağ sırtlarında konuşlanmıştı. Selçuklu Sultanı Keyhüsrev devletinin geleceğini belirleyecek olan bu savaş öncesi bir büyük hata daha yaptı. Şöyle ki, Sultan, akıllı devlet adamlarının, tecrübeli komutanlarının savunulması kolay olan Kösedağ geçit ve sırtlarını tutup, düşmanı bekleme önerilerini yine dinlemedi ve etrafındaki genç dalkavukların heyecanına uyarak, ovaya inmeye ve sayıca kendilerinden az olan düşmanın üzerine atılmaya karar verdi.

Keyhüsrev, merkez kuvvetlerin ve Halep’ten gelen iki bin savaşçının da içinde olduğu yirmi bin kişilik öncü kuvvetini Moğolların üzerine gönderdi. Moğollar saldırıya geçen Selçuklu öncüleri ile savaşmak yerine taktik gereği hızla geri çekildiler ve sonra aniden geri dönüp çembere aldıkları Selçuklu öncülerini ok yağmuruna tutup tamamıyla perişan ettiler. (Temmuz 1243)

Öncü kuvvetleri Moğollar tarafından yok edilen Sultan Keyhüsrev, ne yapacağını bilemez bir halde Kösedağ sırtlarında akşama kadar bekledikten sonra ülkesinin ana kuvveti olan altmış bin askerini arkasında bırakıp, orduya haber vermeden gece karanlığında Tokat üzerinden Konya’ya doğru kaçtı. Korkaklığı yüzünden Babaî isyanın büyümesine sebep olan Keyhüsrev rivayete göre, bu korkak mizacı yüzünden, Konya’da da kalmayıp Antalya dolaylarına kadar kaçtı.

Selçuklu öncülerini yok eden Moğollar, Kösedağ sırtlarına çıktılar ama karşılarında Selçuklu ordusunu görünce durakladılar ve geri çekilip beklemeye başladılar. Aynı saatlerde sultanlarının kendilerini başsız bırakıp kaçtığını öğrenen Selçuklu komutanları ve askerleri, düşmanları ile savaşmak yerine, sultanları gibi canlarını kurtarma telaşına düştükleri için dağılıp kaçmaya başladılar.

Selçuklu ordusunun bir pususundan şüphelenen Baycu Noyan iki gün daha olduğu yerde bekledikten sonra askerlerinin yaklaşmaya cesaret edemediği çadırlara doğru süvarilerini gönderdi ve böylece Selçuklu askerlerinin savaşmadan er meydanından kaçtığını anladı. Küçük bir çarpışma neticesinde kolay bir zafer kazanan Moğollar Selçukluların alelacele kaçarlarken geride bırakmış olduğu altın, gümüş, kıymetli eşya, sayısız malzeme, silah, at, katır ve develeri yağmaladılar.

Hiç beklemediği bir zafer kazanan Baycu Noyan’a artık Anadolu kapıları ardına kadar açılmıştı. Mükemmel donatımlı, iyi yetiştirilmiş, kendisine sadakatle bağlı savaşçılarının önünde Sivas’a giren Baycu Noyan üç gün boyunca askerlerine şehri yağmalattıktan sonra Kayseri’yi kuşattı. Şehir Moğollara kahramanca direndi ama Ermeni asıllı bir dönmenin ihaneti ile şehir düştü. Moğollar, Selçukluların ikinci payitahtı olan bu büyük ve zengin şehri yıktılar, yaktılar, halkını Meşhed ovasına sürdüler ve burada sanatkar kadın ve çocuklar hariç herkesi kılıçtan geçirdiler. Mugan’daki karargâhlarına geri dönmek için yola çıkan Baycu Noyan ve korkunç savaşçıları, yollarının üzerindeki Erzincan’ı da şiddetli bir kuşatmadan sonra düşürdüler, binalarını tahrip ettiler ve mallarını yağmaladıkları şehir halkını da katlettiler.

Kösedağ felaketinden sonra Selçuklu devleti Moğolların kulu, kölesi oldu ve böylece varlığını yarım yüzyıldan daha fazla sürdürdü, ama onuru kırılmış, güçsüz ve Moğollara bağımlı olarak.

Not 1: Aknerli Grigor’un yazdığına göre Moğollarla birlikte savaşan Ermeni ve Gürcü prensleri, Erzurum yağmalanırken, kilise ve manastırlarda bulunan şehitname, havariyun yazıları ve resullerin emelleri ile güzel ve eşsiz altın yazılı İncil gibi pek çok kitabı ve eşyayı alarak kendi memleketlerine götürdüler ve manastırlarını kiliselerini bunlarla süsleyip ihya ettiler.

Not 2: Kösedağ felaketi uzun zaman, Anadolu Türkleri’nin hafızasında acı hatıralar ile yaşamış, bu sebeple de tarihe “Baycu yılı” ve ondan sonraki zaman da “Zillet, Feryat ve İnhitat devri” olarak intikal etmiştir.

Not 3: Beauvais’e göre “Türklerin mağlubiyetine hayret etmemelidir; zira Sultan muharebe akşamı tamamıyla sarhoş idi”

Not 4: Moğollar karşısında hiçbir ciddi savaş yapmadan, utanç verici bir şekilde hezimete uğrayan yeteneksiz Keyhüsrev Antalya’ya çekildi ve böylece Türkiye Selçuklu devleti, merkezi egemenliğini de kaybetti.

Not 5: Yıllarca Anadolu’yu yakıp yıkan, kan ve gözyaşına boğan Baycu Noyan 1260 yılında bizzat Hülagü Han tarafından öldürüldü.

Not 6: 2. Gıyaseddin Keyhüsrev 1246 yılında, daha yirmi beş yaşında iken aniden öldü. Arap kaynaklarındaki bir rivayete göre, Keyhüsrev beslediği vahşi hayvanların ısırması neticesi ölmüştür.

KAYNAKLAR

SELÇUKLU ARAŞTIRMALARI TARİHİ: Prof. Dr. Osman TURAN

TÜRKİYE TARİHİ: Prof. Dr. Yaşar YÜCEL – Prof. Dr. Ali SEVİM

TÜRKLERİN TARİHİ: Jean Paul ROUX

OKÇU MİLLETİN TARİHİ: Aknerli GRİGOR

Yazar
Hasan ERDEM

Hasan Erdem; 1961 yılında Tekirdağ ili Hayrabolu ilçesi Kutlugün köyünde doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de okudu. Askerden geldikten sonra Bursa’da otomotiv sektöründe üretim yapan bir firmada 25 yıl güvenlik şefi ol... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen