Gelecek tahayyülü olmadan geçmişten tecrübe kazanmak imkânsız!

“Bizim diziler mi? “Türkiye üzerine üretilmiş negatif proje” gibi, seyredeni aptallaştırmak ve bezgin bir vatandaş inşa etmek istercesine; sanatsal düzeyi düşük, arka planında bir felsefeyi değil de, içerik üzerinden mobilya, giyim-kuşam, mekân reklamını amaç edinmiş bir yol tutturuyor genellikle Türk dizileri. Sokakta yarın telâşı ile bitkin düşmüş, tebessümü unutmuş insanların sayısı her geçen gün artarken, dizilerde herkes villa ve konaklarda şoförlere, hizmetçilere gark olmuş bir hayat sürüyor. Elbette herkes genç, güzel, yakışıklı ve şık.”

*****

Fatma BARBAROSOĞLU

Hayatımıza giren her teknoloji, hayat düzenimizi bir şekilde değiştirir. Bazen kökünden, bazen kısmen.,,

Buhar makinesinin icadından başlayarak “insanlık durumu”, hızlı bir değişim göstermiş, elektriğin icadı, dijital teknoloji ve bu gelişmelerle paralel yürüyen tıbbın teknolojikleşmesi, insanların hayatında geriye döndürülemez bir değişim inşa etmiştir. Mesela bendeniz bu yazıyı yazarken Avusturalya’da kanser tedavisi gören, tedavi esnasında çene kemiği tamamen eridiği için sokağa ancak maskesi ile çıkabilen bir kadının haberi vardı. 3D teknolojisi ile kadın için çene kopyalanmıştı ve kadın çok mutlu idi.

Kopyalamalar, klonlamalar, yapay zekâ… Romanlardan sinemaya, bilimsel kitaplara kadar dünyanın gündemi “geleceğin nasıl geldiği”ne kilitlenmiş durumda.

Maalesef ülkemiz basit ve seviyesiz programlarla ya da bireylerin hayatını doğrudan ilgilendirmeyen konularla (50 bin defa Kaşıkçı cinayetini tartışmak mesela…) kamusal iletişim vaktini heba ediyor. Neyse ki yavaş yavaş bilimsel ve entelektüel tartışmalar için internet yayıncılığı üzerinden umut verici gelişmeler de yaşanıyor.

Yapay Zekâ’dan (YZ) GYZ’ye (genel yapay zekâ) geçilip geçilmeyeceği Batı’da ütopya/ distopya romanları ve bu romanlardan sinemaya aktarılan filmlerle tartışılıyor. Sadece filmler değil diziler de çok çarpıcı. BBC yapımı olarak başlayan Black Mirror mesela. Sezonda seyredilen dizinin üzerinden üç vakit geçmeden “Black Mirror sahnesi gerçek oldu” haberleri ile karşılaşıyoruz.

Eşi benzeri daha önce yaşanmamış haberler, “Bu bir Black Mirror bölümü değildir” gibi manşetlerle çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde yanlış hatırlamıyorsam Hollanda’da işten kimin çıkarılacağı, kovulacağı çalışanların oyları ile seçildi/kararlaştırıldı mesela. Kişilerin takipçi sayıları üzerinden “değer kazandığı” Black Mirror bölümü önce Çin’de, sonra bütün dünyada “takipçi ekonomisi” olarak yürürlüğe girdi.

Bizim diziler mi? “Türkiye üzerine üretilmiş negatif proje” gibi, seyredeni aptallaştırmak ve bezgin bir vatandaş inşa etmek istercesine; sanatsal düzeyi düşük, arka planında bir felsefeyi değil de, içerik üzerinden mobilya, giyim-kuşam, mekân reklamını amaç edinmiş bir yol tutturuyor genellikle Türk dizileri. Sokakta yarın telâşı ile bitkin düşmüş, tebessümü unutmuş insanların sayısı her geçen gün artarken, dizilerde herkes villa ve konaklarda şoförlere, hizmetçilere gark olmuş bir hayat sürüyor. Elbette herkes genç, güzel, yakışıklı ve şık.

Ülkemizin “görülen/seyredilen kısmı”nda müthiş bir çoraklaşma var. Gazete yazıları çok gevşek, tv programlarında soru sormayan moderatörler, ortada soru olmadığı için cevap vermesi gerekmeyen, “aman evde oturacağıma stüdyoda oturur takipçi sayımı/popülerliğimi arttırırım” diyen “abone konuk”lar ile vakit harcanıyor.

Elbette güzel programlar var. O güzel programlar YouTube üzerinden tekrar tekrar seyrediliyor. Ama ulusal kanalların YouTube’da yayınlanan bölümleri kadar, doğrudan internet üzerinden yayın yapan tv kanalları ile yeni bir “kamusallık” doğuyor diye düşünüyorum.

Hayatımıza giren her teknoloji, değerler hiyerarşisini doğrudan etkilediği için teknolojinin hızlı dönüşümler inşa ettiği dönemlerde ahlak felsefesi, ahlak sosyolojisine dair çalışmalar hız kazanır.

Batı’da matbaanın icadı ile birlikte hayatın düzeninin nasıl değiştiğine dair onlarca metin vardır mesela. Birkaç gün önce Medyoscope tv’de, Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü hocalarından Dr. Alim Arlı ile yapılan, teknoloji eleştirileriyle tanınan Lewis Mumford üzerine çok kapsamlı ve nitelikli bir söyleşi vardı:

https://medyascope.tv/2018/12/

Tam da bu söyleşinin yapıldığı mecra üzerinden şu değerlendirmeyi yapmamız gerekiyor: Ulusal kanallarda bulamadığımız derinlikli söyleşileri, önceliği ekonomi olmayan kanallarda buluyoruz.

Muhafazakâr medya gelecek tahayyülü noktasında bir hayli isteksiz görünüyor. Geçmişi nostaljik tatlar eşliğinde “tüketmek” şimdilik bazıları için “kârlı”.

Oysa geçmiş ve gelecek aynı arabaya koşulmuş at gibi olmalıdır. Bilge ve deha, kuşun iki kanadıdır. Biri olmazsa öteki işi yaramaz.

Gelecek tahayyülü hayal gücü ile yakından alakalıdır. Hayal gücünü zenginleştiren, bakış açısını genişletip derinleştirense sanat ve felsefedir.

Muhafazakâr kesim sanat deyince genellikle ustalıklı bir tekrarı aşamayan zanaatta demir atmayı tercih ediyor. Çoğu zaman ustalıklı olma niteliğini bile yakalayamayan hâlihazırdaki bu “iş”lerle, geleceğe dair bir tahayyül sahibi olunamayacağı gibi geçmişten tecrübe de kazanılamaz.

————————————–

Kaynak:

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen