Birinci Cihan Harbi emperyal güçlerin altın çağını sonlandırdı

Milli iktisat aslında kısmen zihinsel dönüşümden, kısmen de zorunluluktan doğdu. Bağımsız bir ekonomik model için İttihatçılar Almanya’yı model alıyorlardı. Friedrich List’in Alman birliği için öngördüğü Zollverein gümrük birliği anlayışı son kertede kısman dışa kapalı bir ekonomik modele dönüştü. Türkiye küreselleşmenin neden olduğu bağımlılıktan kurtulmak için benzer bir modeli uyarlama çabası içerisindeydi. Öte yandan Cihan Harbi ile birlikte dış dünyayla ilişkilerin kopması, her ülkenin üretim olanaklarını kendine saklaması Türkiye’yi o güne kadar dış dünyadan temin ettiği temel ihtiyaçlarını içeride üretmeye sevk etti.

*****

Prof. Dr. Zafer Toprak ile Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 100. Yıldönümü sebebiyle Teori Dergisi tarafından yapılan mülakat

Soru: 100. yılında bir muhasebe yapıyoruz. Büyük bir imparatorluğun tasfiyesine, genç bir cumhuriyetin kuruluşuna yol açan büyük-çok yönlü bir olayı irdeliyoruz. Tarihçiler çoğunlukla Savaşın getirdiği yıkımı, doğurduğu askerî-siyasî sonuçları öne çıkardılar. Siz ise Dünya Savaşı’na giren/sokulan Türk devletinin/toplumunun yaşadığı sosyo-ekonomik değişime vurgu yapıyorsunuz. Küllerinden doğmanın sosyo-ekonomik temellerini bilince çıkartıyorsunuz. Sizi bu bakış açısına yönelten etkenleri sorgulayarak başlayalım isterseniz.

Cevap: Savaşlar genellikle insanlık tarihinin karanlık yüzünü oluştururlar. Hele 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı uygarlığın paradoksal yapısını gözler önüne seriyor. Milyonlarca insan yeryüzünü paylaşım savaşlarında telef olmuş, geriye yüzyılların birikimi kentlerin külleri kalmış… Bu bağlamda bağımsızlık için verilen mücadeleler bir yana bırakılırsa savaşları yargılamanın dışında bir seçenek kalmıyor. Ancak savaşların paradoksal bir yönü de var şüphesiz. Bu konuya eğilmek kuşkusuz savaşı olumlama anlamana gelmiyor. Birçok teknolojik yenilikler savaş ortamında uygulamaya sokuluyor. Bunları uygarlığın “kazanımları” olarak görmek aymazlık örneği olsa da savaşın paradoksal sonuçları olarak görülebiliyor. Cihan Harbi kuşkusuz koskoca bir imparatorluğun sonu… Ama bu imparatorluğun küllerinden yeni bir ulus devletin doğuşu da aynı savaşta bilenen kadroların eseri, bunu da unutmamak gerekiyor. Cihan Harbi emperyal güçlerin altın çağı olan 19. yüzyılı sonlandırmış oluyor. Yeni bir yüzyılın tohumları aynı savaşın bağrında yeşeriyor. Tıpkı Türkiye gerçeğinde olduğu gibi…  Cihan Harbi son kertede Türkiye’nin kurtuluş savaşının erken dönemini oluşturuyor. Daha doğrusu kimi kez 1919 ile 1923 arasına sıkıştırdığımız bağımsızlık sürecinin başlangıcı Balkan Harbi’ne kadar geri gidebiliyor. On yıllık bir süreçten söz ediyoruz. Bu on yılın sancısı yeni bir cumhuriyetin yolunu açıyor. Bu arada köklü zihinsel dönüşümler yaşanıyor. Egemenlik tanrı katından halka indiriliyor. Laik bir toplumun temelleri daha Cihan Harbi yıllarında atılmaya başlanıyor. Kadının yaşadığı travma onun özgürlük özlemini tetikliyor. Bağımsız bir ekonomik modelin ilk arayışları yine Cihan Harbi yıllarında gündeme geliyor. Tüm bu gelişmelerin savaş ortamında gerçekleştiğini de unutmazsak Cihan Harbi’ni yargılarken daha dengeli bir sonuca varırız.   

Soru: Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında Doğu Sorununun önemi nedir?

Cevap: Doğu Sorununun temelleri Batı’nın küresel hâkimiyet özleminin bir sonucu. İlk evrede yeni kıtaların keşfi ve bu kıtaların sömürgeleştirilmesini kısa süre sonra sermayenin sınır tanımız özlemleri izliyor. Osmanlı’da buna dinsel bir kisve de veriliyor. Kutsal mekânların korunması Osmanlı’yı parçalamak için somut bir gerekçe olarak sunuluyor. Dünya Savaşı işte bu paylaşım sürecinin beklenmedik bir ucunda, Bosna Hersek’te patlak veriyor. İlk belirtileri 1908 ile birlikte Bosna Hersek’in Avusturya Macaristan tarafından ilhak edilmesi… Kısa sürece Balkanlar ateş çemberine dönüştürülüyor. Hanedanlar savaşı gibi gözükse de geri planında İngiliz ve Alman emperyal güçlerinin kozlarını paylaştığı bir savaş Cihan Harbi…

Soru: I. Dünya Savaşı’na Türkiye hangi ekonomik olanaklarla katıldı? Savaş içinde Türkiye’de nasıl bir ekonomi şekillendi? İttihat-Terakki hangi malî ve ekonomik tedbirleri almak zorunda kaldı? Savaşın finansmanı nasıl sağlandı?

Cevap: Türkiye’nin öyle dört yıllık bir savaşı sürdürebilecek ekonomik olanakları yoktu. Kumar oynadı ve kaybetti… Batı boyunduruğundan kurtulma özlemini Alman genelkurmayının stratejisine bağladı. Prusyalı generallerin hazırladığı Schlieffen planı altı haftalık bir savaşı öngörüyordu. İtilaf devletleri alt edilecek ve Türkiye bir koyup beş alacaktı. Ama Osmanlı genelkurmayı çağın savaşlarının kaderini stratejinin değil lojistiğin belirlediğini göremedi. 6-10 Eylül arasında gerçekleşen Marne savaşında Almanya’nın durdurulması Osmanlı için bir uyarı olması gerekiyordu. Ama buna rağmen Osmanlı Ekim sonunda savaşa dâhil oldu. Bu büyük bir hata idi. Artık İtilaf devletlerinin lojistik üstünlüğü savaşın kaderini belirliyordu. Sürdürülebilir bir savaş ekonomik olanaklarla orantılıydı. Cihan Harbi savaş ekonomisi kavramını literatüre sokmuştu. İtilaf devletleri ile İttifak arasında orantısız bir güç dağılımı vardı. Savaşın ilk evresinde İtilaf güçleri İttifak güçlerine oranla nüfus olarak beş kat, toprak yani doğal kaynaklar olarak on bir kat, üretim kapasitesi olarak ise üç kat üstünlüğe sahipti. Hele 1917’de ABD’nin savaşa girişiyle birlikte bu orantısızlık daha da belirginleşti. Almanya aslında Marne’da, yani 1914’ün Eylül ayında savaşı yitirmişti. O günün olanaklarıyla yukarıdaki lojistik üstünlüğü gözlemlemek belki olanaksızdı ama Osmanlı yönetimi Balkan yenilgilerinden sonra savaşı tek çözüm olarak görüyordu.

Soru: Savaş, Avrupa’daki malî ve ekonomik sistemde ne gibi önlemlerin alınmasını zorladı? Türkiye bu değişikliklerden nasıl etkilendi?

Cevap: Dört yıllık bir savaşın finansmanı tüm savaşan ülkeler için ana sorundu. O tarihlerde savaş bir diğerini dışlamayan üç yöntemle finanse edilebiliyordu. Bunlardan ilki savaş ortamında olağanüstü vergiler tarh etmekti. İkincisi bu zorunlu tasarruf yöntemleri yerine gönüllü tasarrufa gitmek, yani halkına borçlanmaktı.  Üçüncüsü ise en riskli yöntem olan para basarak enflasyonla halkın satın alma gücünü savaş gereklerine kaydırmaktı. Bu finansman yöntemlerini soyut bağlamda sınarsak, yukarıdaki ilk seçeneği deneyen İngiltere oldu. Almanya yeterince güçlü bir mali derinliğe salip olmadığı için halkına borçlanmayı seçti. Türkiye’nin ise ne yeni vergi alacak, ne de halkından borç alabilecek gücü olmadığından para basmaktan başka seçeneği yoktu. Sürekli para bastı ve bu vesileyle enflasyonu bir anlamda “icat” etmiş oldu. 1917’de yılda 400’ü bulan bir fiyat artışı ile karşılaşıldı. Bu 1923’te Almanya’da yaşanan hiperenflasyonun bir prelüdü idi.

Savaş ekonomisi üç aşağı beş yukarı hemen hemen tüm savaşan ülkelerde iktisat politikalarında yeni bir açılım getirdi. 19. yüzyılın siyasetle iktisat ayrışmasına bu savaşla son verildi. Artık devlet ekonomiyi yönlendiriyordu. Savaşla birlikte devletçilik keşfedilmiş olunuyordu. Devletin bilfiil yönlendirdiği ekonomiler klasik liberalizmin mezarını kazıyordu. Bundan böyle geriye dönüş olmaksızın ekonomilerde devletlerin sözü geçer olacaktı. Türkiye de bu sürece “milli iktisat” modeliyle katıldı. İthal ikameci bu model 1980 neoliberal çağına kadar Türkiye’de değişik adlarla sürgit devam etti. Kimi kez devlet iktisadiyatı oldu, onu devletçilik izledi, ardından karma ekonomi, planlı ekonomi, vs. tüm bu politikalar “milli iktisat”ın değişik uygulama biçimleriydi.

Soru: Millî İktisat içinde savaşın rolü nedir?

Cevap: Milli iktisat aslında kısmen zihinsel dönüşümden, kısmen de zorunluluktan doğdu. Bağımsız bir ekonomik model için İttihatçılar Almanya’yı model alıyorlardı. Friedrich List’in Alman birliği için öngördüğü Zollverein gümrük birliği anlayışı son kertede kısman dışa kapalı bir ekonomik modele dönüştü. Türkiye küreselleşmenin neden olduğu bağımlılıktan kurtulmak için benzer bir modeli uyarlama çabası içerisindeydi. Öte yandan Cihan Harbi ile birlikte dış dünyayla ilişkilerin kopması, her ülkenin üretim olanaklarını kendine saklaması Türkiye’yi o güne kadar dış dünyadan temin ettiği temel ihtiyaçlarını içeride üretmeye sevk etti.

Soru: Halkçılık ve devletçilik gibi Cumhuriyet döneminin temel esasları savaş yıllarında şekillendi. Bunları İttihatçıların buluşları mı yoksa hayatın getirip dayattıkları mı saymak lazım?

Cevap: Halkçılık ve devletçilik son kertede II. Meşrutiyet yıllarında geliştirilen fikir hareketleri… Daha doğrusu halkçılık iki kaynaktan beslendi Meşrutiyet yıllarında… Bir kanadı Rusya’dan göç eden Yusuf Akçura gibi entelektüellerin Rus Narodnik hareketinden esinlenerek gündeme soktukları Halka Doğru hareketi idi. Diğeri ise Selanik’te Fransız etkisinde kalan aydınların III. Cumhuriyet Fransası’nın solidarist anlayışını Türkiye’ye uyarlama girişimiydi. İşte Ziya Gökalp bu iki etki arasında kendi sentezini yaptı ve birikimini Cumhuriyet Türkiyesi’ne devretti. Devletçilik ise yukarıda belirttiğim gibi milli iktisat anlayışının 1929 buhranında daha bir vurgulanan versiyonuydu. Ama her iki düşünce akımı iki savaş arası kaotik dünyada kendine özgü yapılanmalar da geçirdi. Son kertede Meşrutiyet ile Cumhuriyet arasında fikir düzeyinde bağlantının en güçlü olduğu alanlar bu iki terimde anlam kazandı

Soru: I. Dünya Savaşı dönemi malî ve ekonomik yönetim ile Lozan sonrası malî ve ekonomik yönetim arasında hangi benzerlik ve farklılıklar mevcuttur?

Cevap: Belirttiğim gibi her ne kadar savaş ekonomisinin dikte ettiği mali ve ekonomik yönetim biçimi ister istemez savaş sonrası da varlığını sürdürmüşse de uzun savaş yılları yeni bir devlet anlayışını devreye soktu. Daha doğrusu daha önceleri İskandinav ülkelerinde ve Bismarck Almanyası’nda sınanan “sosyal devlet” kavramı savaş sonrası savaşın neden olduğu yıkım ortamında daha bir anlam kazandı. Savaş malulleri, yetimler, dullar, yoksullar devletin yepyeni sorunlarla karşılaşmasına neden oldu.  “İçtimaî iktisat” diye bir alan açıldı. Daha 1924-25 ders yılında Şükrü Baban Mülkiye’de bu başlık altında sosyal politika dersi vermeye başladı. Bu arada Milletler Cemiyeti bünyesinde bir Uluslararası Çalışma Ofisi açıldı. Savaşta cephede savaşanlar işçiler ve köylülerdi. Savaş sonrası devletin bu katmanlara karşı yeni politikalar belirlemeleri gerekiyordu. Türkiye’de de çalışanların sorunlarına eğilme gereği duyuldu.  Epey sıkıntılı bir süreç sonucu 1936’da İş Kanunu yasalaşabildi.

1930’lu yılların devletçiliği ise dönemi taçlandıran bir süreci başlattı. Ülke ilk kez sanayileşmenin ne denli gerekli olduğunu gördü. Bu sayede Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nda başkasına muhtaç olmadan varlığını sürdürdü.

Soru: Biraz da ekonomi dışına çıkalım izin verirseniz. Dünya Savaşı Türkiye’deki demokratik ve sol hareketleri nasıl etkiledi?

Cevap: II. Meşrutiyet’in ilanıyla her ne kadar milli egemenlik kavramı gündeme gelmiş ve demokratikleşme sürecinde önemli bir dizi adım atılmışsa da bu gelişmeler uzun soluklu olmadı. Daha ilk yıl grevleri ve sendikalaşmayı yasaklayan mevzuat çıkarıldı. Son kertede 1908 bir burjuva devrimiydi ve sermayeye güvence vermek zorundaydı. Ancak Cihan Harbi yıllarında enflasyon sonucu gelir bölüşümünün çarpılması sonucu solidarist bir toplum anlayışına doğru yol alındı. Solidarizm son kertede sola açılımı olan bir düşünce akımıydı. Halkçılığın temelinde de solidarizmin uzantıları vardı. Bu arada kuzeyde 1917 Devrimi Osmanlı topraklarında yakından izlendi. İttihat ve Terakki bünyesinde kimi aydınlar Bolşevizm’e ilgi duydular.  Savaş yıllarında Almanya’ya gönderilen işçi / öğrenciler arasında Spartakist hareket bu gelişmelere farklı bir renk kattı. Cihan Harbi kuşkusuz neden olduğu çarpıklıklarla sol düşünceye ortam hazırladı.

 

Soru: Siz kadınların toplumsal hayata katılmaları ile Dünya Savaşı arasındaki bağı vurgulayanlardansınız. Bunu açar mısınız?

Cevap: Türkiye’de kadın hareketi içerisinde Cihan Harbi’nin ayrı bir yeri oldu. 1908’den itibaren Türkiye’de feminizmin ilk belirtileri çıkmıştı. Bir tür burjuva feminizmi “müsavat-ı tamme” isteğiyle dernekler kurdu, süreli yayınlar çıkardı, toplantılar örgütledi. Ama savaş ortamı kadının konumunu çok etkiledi. Cepheye giden aile reisinin neden olduğu boşluk bundan böyle evin kadını tarafından doldurulacaktı. Savaş yıllarında kadın çok daha görünür oldu. Ailenin geçimini kadın sağlamak zorundaydı. Savaşta en mağdur olan kesim kadındı. Patrimonial bir yapının çözülmesi kadını sokakta bıraktı. Bu evrede fuhuş yaygın bir nitelik kazandı. Devlet kadına sahip çıkmak için çaba gösterdiyse de olanakları çok sınırlıydı. Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi’ni kurdu. Kadınlara iş alanı açtı. Birinci ve Dördüncü Ordularda kadın amele taburları oluşturuldu. Erkeklerin boşalttıkları iş sahaları kadınlar tarafından devralındı. İstanbul’da sokakları kadın çöpçüler temizledi. Erkekleri kadın berberler tıraş etti. Artık kaçgöç son buluyordu. 1914’te kurulan İnas (Kadın) Darülfünunu 1919’da devrini tamamladı ve kadın erkek Darülfünun’da ortak sınıflara girmeye başladılar. Tesettür kısmen kalktı. 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile birlikte medeni nikah zorunlu kılındı. Bu 1926 Medeni Kanunu’na bir girizgâh niteliği taşıyordu.  Kısaca bizim “içtimaî inkılap” diye nitelediğimiz 1908-1938 evresinde en köklü dönüşümü kadın yaşadı.

­­­­­­­­­­­­­­_________________________________

Kaynak: Teori, Ekim 2018, sayı 345, s. 15-

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen