Yüksek Öğretimin Hâl-i Pür Melâli

Kendimizi kandırmayalım, üniversitelerde durum budur. Öncelikle yapılması gereken ikinci öğretimin kaldırılmasıdır. İkinci öğretim akademisyenliği bitirmiştir. Öğretim üyelerinin araştırma yapmak, bilgi üretmek gibi bir derdi kalmamıştır. Yapılan tezlerde ve yazılan kitap ve makalelerdeki intihaller konusu ise tam bir faciadır. İntihal normal ve adeta meşru hale gelmiştir. Önüne geçilememektedir.

*****

Prof.Dr. Mehmet Ali ÜNAL

 

Bir ülkede eğitim-öğretimin devletin ideolojisi istikametinde tanzim edilir. Yani devlet eğitim sistemi ile dilediği insan tipini yetiştirmek ister. Osmanlı devrinde arzulanan dindar, devlete ve padişaha sadakatle bağlı, meslekî alanda yetişmiş insanlar yetiştirmekti. Cumhuriyet devrinde amaç laik, Atatürk’e ve cumhuriyet rejimine sadakatle bağlı ve meslekî alanda kendisini geliştirmiş insanlar yetiştirmek olmuştur.

Bu durum diğer devletlerde de aynıdır. Sovyetler 80 yıl boyunca homo Sovyeticus denilen, Marksist ideolojiyi benimsemiş Sovyet rejimine sadakatle bağlı bir insan tipi yetiştirmek istemişlerdir. Demokrasiyle yönetilen rejimler ise demokrasiye inanmış ve ona sadakatle bağlı insanlar yetiştirmek istemişlerdir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerin gayeleri arasında elbette kendi ülkesini seven yurttaşlar yetiştirmek de vardır. İngiltere’ye kraliçeyi sevmek ve sevdirmek amaçlar arasındadır.

Yukarıda anlattığım hususlar Batı ülkelerinde orta öğretim için geçerlidir. Bizde ise yükseköğretimde de geçerlidir. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kanununda Yükseköğretimin amacı şöyle açıklanıyor:

“Madde 4 – Yükseköğretimin amacı: a) Öğrencilerini; (1) ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, (2) Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, (3) Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, (4) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, (5) Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, (6) Beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş, (7) İlgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip, vatandaşlar olarak yetiştirmek, b) Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak, c) Yükseköğretim kurumları olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmaktır.”

1982’den beri bir türlü değiştirilemeyen bu kanunda yükseköğretimin amaçlarının büyük kısmı ideolojiktir. Yani ilk ve orta öğretimde ideolojik yükleme yapılan gençlere yükseköğretimde de benzer bir eğitim sürecinden geçirilecektir.

Yukarıdaki çelişkilerle dolu amaçlar doğrultusunda inan yetiştirmeye kalkarsanız o insanlardan bilim, fikir ve üretkenlik bekleyemezsiniz. Çünkü üniversitenin amacı üniversal değildir. Zaten bugün bu amaçlar yani kanun bütün üniversitelerce çiğneniyor. Son yıllarda artan sayıda yabancı öğrenci alınıyor ve tabii ki bunlara ideolojik eğitim verilemiyor. Düşünün Afrika’dan ve Ortadoğu ülkelerinden gelmiş öğrencileri ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, ferdler haline getireceksiniz.

Üniversiteler ideolojik değerlerin yükleme alanı olamaz. Orada bilimsel bilgi üretilmeli öğrencilere akademik bir bakış açısı kazandırılmalı ve meslekî formasyon kazandırılmalıdır. Üniversite mensupları hakikatin peşindedirler. Bunun için araştırma yaparlar. Bunun için geniş araştırma kütüphaneleri ve araştırma laboratuvarları vardır. Bizde böyle değil tabii ki, olması gerekeni söylüyorum.

19.11.1992 tarihli ve 3843 sayılı kanunla Türkiye’de ikinci öğretim diye bir şey icad edildi. Buna göre ikinci öğretim isteğe bağlı ve paralı olacaktı. Yani öğrenciler her bölüm için ayrı ayrı tesbit edilecek bir harç ödeyeceklerdi.  Uygulama 1993 yılında başladı. Öğretim üyeleri bu işe balıklama atladılar. Çünkü maaşları düşüktü ve ikinci öğretimden yüklü bir ücret alacaklardı. Nitekim ülke çapında pek çok üniversite birçok bölümde ikinci öğretim açtı. Üniversite kapısında birikmiş gençler için de bir avantaj oldu. Artık puanı düşük olanlar ikinci öğretime girebiliyorlardı.

Anadolu’daki üniversitelerde yeterli öğretim üyesi olmadığı halde neredeyse her bölümde ikinci öğretim açıldı. Hocalar haftada birinci öğretimde 20 saat ikinci öğretimde 18 saat derse giriyorlardı. Daha sonra birinci öğretimdeki ders saati değişmedi ama ikinci öğretimde ücretli ders sayısı 10 saatle sınırlandı. Zamanla bazı bölümlerde birinci öğretim olmadan doğrudan ikinci öğretim açıldı. İkinci öğretim veren doktora ve yüksek lisans programları açıldı. Çünkü ücret cazipti.

Haliyle bölümlerde ders kavgası başladı. Hiyerarşik yapılanma gereği profesörler en önde gelirdi. Onları doçentler ve yardımcı doçentler takip ediyordu. Bölümlerdeki ders görevlendirme toplantıları gayet hararetli geçer. İkinci öğretim yeterli ders alamayanlar kavga çıkarırlar.

Öğretim üyeleri gece gündüz derse girerse bilimsel faaliyet ve araştırma ne zaman yapılacak? Adam sen de, onu umursayan kim? Bu durum üniversiteleri yüksek liseye çevirdi elbette. Bugün kalitesizlik üniversitelerin paçasından akmaktadır. Puanı düşük de olsa herkesin üniversiteye girebilme şansı elde etmesi lisans öğretiminin kalitesini düşürdüğü gibi akademik çalışmaların da kalitesini düşürmüştür. Bugün son derece uyduruk yüksek lisans ve doktora tezleri yapılmaktadır. Çünkü yüksek lisans öğrencilerinizi o kalitesiz mezunlar arasından seçmek durumundasınız.

Öğretim üyeleri için en zor akademik basamak doçentlik kalmıştır. Onun da sebebi merkezi yabancı dil sınavıdır. Bu arada merkezi yabancı dil sınavını sahtekârlıkla üniversitelerde geçen pek çok öğretim üyesi vardır.  Bazıları yabancı dili geçmek için 10-15 sene uğraşmışlardır. Bazıları ise yerine adam koyarak, kopya çekerek ve diğer başka yollardan bir şekilde geçmişlerdir. Ortaokul İngilizcesiyle 97 puan alanlar, yabancı dili Fransızca olduğu halde İngilizceden girip geçenler çoktur.

Üç beş makale yazdıktan sonra doçent olma şansınız vardır. Birincisinde yayından dönseniz bile ikincisinde hadi bilemediğiniz üçüncüsünde mutlaka geçersiniz. Yayından geçtikten sonrası kolay zaten, bir şekilde mülakattan sıyırırsınız! Bir doçentlik jürisinde bulunan bir profesör tanıdığımın şöyle dediğini hatırlıyorum: “Aday sorduğumuz hiçbir soruya cevap veremedi, mülâkattan kaldı. Altı ay sonra ikinci def a geldi, yine hiçbir soruya cevap veremedi ama geçti.” Niye geçirdiniz, dediğimde verdiği cevap şu: “Araya koymadığı adam kalmadı”.

Kendimizi kandırmayalım, üniversitelerde durum budur. Öncelikle yapılması gereken ikinci öğretimin kaldırılmasıdır. İkinci öğretim akademisyenliği bitirmiştir. Öğretim üyelerinin araştırma yapmak, bilgi üretmek gibi bir derdi kalmamıştır. Yapılan tezlerde ve yazılan kitap ve makalelerdeki intihaller konusu ise tam bir faciadır. İntihal normal ve adeta meşru hale gelmiştir. Önüne geçilememektedir.

Üniversite ve yükseköğretimle ilgili o kadar çok problem var ki hangi birini yazacaksın.

————————————————-

Kaynak:

http://www.misalhaber.com/yazarlar/profdr-mehmet-ali-unal/yuksek-ogretimin-h%C3%A2l-i-pur-mel%C3%A2li/

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen