Orhan ULFANOV
15 Kasım 1944 Ahıska Türklerinin vatanlarından sürüldüğü ve insanlık tarihine düşen kara bir lekedir. Peki, kimdir bu Ahıska Türkleri?
Maalesef ki, günümüzde milletimiz Ahıska Türkleri hakkında pek bilgiye sahip değil. Hatta bırakın nerede yaşadıklarını, kim olduklarını Ahıska Türklerini ismini dahi duymayanlar var. Öyle ki, Ahıska Türkleri denildiğinde ‘’Alaska Türkleri mi? Alaska’da da Türkler mi yaşıyor?’’ diye soruyla karışık bir cümleyle karşılaşıyoruz. Bu bilgisizliği bir nebze de olsa gidermek için ilk önce Ahıska Türklerinin tarihi ve vatanlarından sürülmeden önce yaşadıkları coğrafyadan bahsetmek isterim.
Bugün ki, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden, Gürcistan toprakları içinde yer alan bölgenin tarihî bir merkezidir. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi kasabaları ve bu kasabalara bağlı 200 kadar köyü vardır. Yani Ahıska, Alaska’da değil Türkiye sınırına 15 km. olup hemen yanı başımızdadır.
Ahıska’nın tarihine kısaca göz atalım. Ahıska ve çevresi, çok eski devirlerden beri, insanların topluluk hâlinde yaşadığı bir bölgedir. Denilebilir ki Kars ve Ardahan’la ortak tarihî geçmişe sahiptir. Milattan önceki asırlarda buralarda Hurri, Urartu ve Saka gibi çeşitli medeniyetler yaşamıştır.*
Yukarı Kür ve Çoruh boylarıyla Ahıska bölgesinin Türklük tarihi, çok eski asırlara dayanmaktadır. Son Kıpçakların, Gürcü Kralının davetiyle gelip yerleşmesinden yüzyıllarca evvel buralarda Kıpçak ve Bun-Türklerin yaşadığına dair ciddî haberler vardır. Doğu seferine çıkan Makedonların ünlü kralı İskender, MÖ. IV. yüzyıl sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, ona karşı çıkan kuvvetli bir Türk varlığının olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar, Kıpçak ve Bun-Türk adıyla anılmaktadır. Bu bilgiler, batılı kaynaklarla birlikte Gürcü kaynaklarında da geçmektedir. *
Fransız bilgini Brosset, Bun-Türklerin Turanlı olduğunu bildirmektedir. Gürcü dil bilgini Marr ise, Bun-Türk’ün “otokton/yerli Türk” anlamına geldiğini yazmaktadır. Bu bilgiler, Çoruh ve Kür boylarında, dolayısıyla Kafkasya’da, Türklük tarihinin, ne kadar eskilere gittiği konusunda kesin bir fikir vermektedir. *
Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara ve İranlılara karşı savaşacak ordusu olmadığından, Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Azak Denizi doğusu ve Kafkaslar kuzeyinden gelen 45.000 Kıpçak ailesi, Çoruh-Kür ırmakları boylarına yerleştiler ve güçlü bir ordu kurdular. Zamanla Gürcistan’da Kıpçak/Kuman unsuru arttı. Bu topraklara yerleşen ve Gürcülerle din birliği bulunan Kıpçak Türkleri, devletin ordu, siyaset ve maliyesinde çok etkili konuma geldiler.*
Zamanla güçlenen Kıpçak Atabekleri, 1267 yılında Tiflis’e başkaldırarak bağımsızlık mücadelesi verdiler. Ahıska Atabekleri hükûmet olduktan sonra Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurmuşlardır. Bu hükûmet 310 yıl yaşamış, Anadolu’nun en uzun ömürlü Türk Beyliğidir. *
Osmanlı ordusunun 1578 yazında Kafkaslara doğru genişleyen fetihleri sırasında Ahıska ve çevresi Osmanlı’ya intikal etmiştir. Merkezi Ahıska şehri olan ve adını Lala Paşanın zafer yerinden alan Çıldır Eyaleti kuruldu. Kür ırmağı başlarında ve Çoruh boyundaki eski Atabek Yurdu bölgeleri de buraya bağlandı. Bütün Türk boyları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini müteakip gönüllü olarak İslâm dinine geçmiştir.*
Ahıska, Osmanlı-Rusya arasında çıkan savaş sonucu 1828 yılında Rus esaretine düştü. O tarihe kadar tam 250 sene boyunca, Osmanlı’nın Çıldır Eyaleti merkeziydi.*
Ahıska Türkleri, uzun esaret yılları boyunca büyük baskılara maruz kalmıştır. Bu yüzden Anadolu’ya göçler olmuştur. Bu durum Çarlık zamanında olduğu gibi Sovyet zamanında daha şiddetle devam etmiştir.
15 Kasım 1944
En başta da belirttiğimiz gibi 15 Kasım 1944 tarihi insanlık tarihine düşmüş kara bir lekedir. Öyle bir kara leke ki, hala temizlenmemiştir.
İkinci Dünya Savaşı başlamış ve o güne kadar askere alınmayan Ahıska Türklerinden 17-50 arası 40 bin civarında erkek bir anda askere alınarak cepheye gönderilmiştir.* Cephede Almanya’ya karşı vatanları ve halkı için savaşan bu insanlardan 25 bini öldü.* Geri kalanların büyük bir çoğunluğu ise sakat kaldı. Geri dönebilenler vatanlarına geldiklerinde Ahıska Türklerinin sürüldüğü haberini aldılar. Hepsi Türkistan’a dağılarak ailelerini aramaya başladılar. Bugün dahi ailelerini arayanlar var.
Nenemin üç erkek kardeşi vardı. Bunların ikisi cephede hayatlarını kaybederken Ayvaz dedem esir düşmüş ve esirlikten kurtulduktan sonra geri dönebilmiştir. Ancak Stalin esirleri vatan haini ilan ettiği için tam ailesine kavuştu derken Sibirya’ya sürgün edilmiştir.
Bu yiğitler cephede Almanya’ya karşı harp ederken Ahıska’da neler olup bitiyordu? Ahıska’da kalan çoluk-çocuk, kadın ve yaşlılar tren yolu yapılması için çalıştırılıyordu. Hani ‘’Bu tren yolundan cephedeki evlatlarınız, kocalarınız, babalarınız gelecek’’ diye kandırılarak Ahıska Türklerinin sürgün edilmesi için yaptırdıkları demir yolu. Bu yüzden insanlar babalar kazmaları daha kuvvetli vuruyor, evlatlarının bu yoldan geleceklerini düşünen anneler bütün gayreti ile çalışıyordular. Nerden bilsinler ki, bu tren yolu evlatlarına gelmesi için değil onları kendi vatanlarından sökülüp atılması, sürgün edilmesi için yapılıyor. Ahıska Türkleri sadece bununla kalmıyor, elindeki avucundaki ne varsa hepsini cepheye gönderiyordu.
İnsanlar bütün olumsuzluklara rağmen hayatlarına devam ederken yavaş-yavaş Ahıska etrafında askerler belirmeye ve bir süre sonra Türkiye ile araya dikenli teller çekilmeye başladı. Öyle ki, sınırın hemen öteki tarafı Türkiye olduğu için sık-sık akrabalarını ziyarete gidenler bu tellerin çekilmesi sonrası Türkiye’de kaldı. Onların Ahıska’ya girmelerine izin verilmedi. Aynı zamanda Türkiye’den Ahıska’ya ziyarete gelenler de geri dönemediler.
14 Kasım günü köyün ileri gelenleri ve aksakallıları köy meydanına çağrılarak Almanlar Türkiye üzerinden buralara girecekleri için bölge halkını kısa bir süreliğine başka bir yere tahliye edeceklerini belirtip en geç iki saat içinde taşıyabilecekleri kadar yiyecek, yük almalarını ve köyün meydanlarında toplanmalarını söylediler. Askerler insanları zorla evlerinden çıkarıp kamyonlara bindirerek tren istasyonlarına taşıdılar. Karşı koyanları dövüp silah dipçikleri ile ezildiler. Tren istasyonlarına taşınan insanlar aile fertlerini gözetmeksizin hayvan vagonlarına bindirildi.
Burada bir ayrıntıyı not etmek isterim ki, Ahıska Türkleri, savaş sırasında birileri gibi (Ermeniler) vatandaşı olduğu ülkeyi sırtından vurmamış, 40 bin insanı ile cephede Almanya’ya karşı harp ederken Ahıska’da geride kalan çoluk-çocuk, kadın, yaşlı, ihtiyar insanlar sürülmüştür. Sebep olarak da güya Almanlar Türkiye üzerinden hücum edecekmiş ve güya halkımızı bu saldırıdan korumak için geçici olarak daha güvenli bölgelere götürmekmiş!
Öyleyse acaba SSCB neden bölgedeki, Gürcülere, Ermenilere değil de sadece Ahıska Türklerine bu ‘’şefkatli’’ davranışı bulundu? Hâlbuki Ermeniler ‘de Gürcüler ‘de aynı bölgede yaşıyor ve onlar da SSCB vatandaşı idiler. Ya da SSCB Ahıska Türklerinin Müslüman olduğu için mi düşündü ve böyle bir ‘’duyarlı’’ davranış sergiledi? Hayır! Çünkü Acara’daki Müslüman Gürcüler de bu sürgüne tabi tutulmamıştı. Zaten 1944’de savaşın pusulası SSCB’ye taraf dönmüş ve Almanlar çoktan geri çekiliyordu. Öyle ise, bu insanların tek suçları vardı: O da Türk olmak.
Stalin’inin de Gürcü olmasından dolayı bu bölgeyi Türk unsurundan temizlemek istiyordu. Çünkü Ahıska hemen Türkiye’nin yanı başında ve Türklerin yaşadığı tarihi Türk yurdu idi.
Trenler 14 Kasımı 15 Kasıma bağlayan gece hareket etti. Vagonlar hayvanları taşıyan vagonlardı ve ne tuvaleti, ne oturacağı, ne de başka bir şeyi vardı. Nereye götürüldüklerini bilmeyen bu insanlar aslında bir ölüm yolculuğuna çıkarılmıştı. Hava soğuk, yemek yok, su yok, tuvalet yok. Yolculuk haftalarca sürdü. Bu sürgün yolculuğu boyunca çekilen azaplar, zulümler anlatılmakla bitmez. Bir doktor olarak beni en çok duygulandırılan kare ise sürgün yolculuğu esnasında doğum yapan kadınlarımızdır. Doğum yapan kadının etrafını kadınlar çevirmeye başlar, onların etrafını da sırtını dönerek erkekler çevirir ve erkekler kadın sancılarına göre bağırırken sesi duyulup utanmasın diye değişik hayvan sesleri çıkararak bağırmaya başlarlar. Trende tuvalet, yiyecek, içecek, temizlik malzemesi yok… Daha yeni dünyaya getirdiği bebeğini ona doyamadan kaybetmek, ona bir mezar kazamadan elinden alınıp vagonlardan dışarı atılması nasıl bir zulümdür? Bir annenin çocuğunu elinden alıp karların üzerine atıp kurda kuşa yem edilmesine hangi vicdan dayanır? Ahıska Türkleri işte bu ağır şartlarda ölülerini hayvan vagonlarından yollara serpe serpe haftalarca yol gittiler.
Ahıska: 64 köy, 30.000; Adigön: 72 köy, 40.000; Aspinza: 59 köy, 35.000; Ahılkelek: 11 köy, 5.000; Bogdanovka: 2 köy, 5.000 olmak üzere 208 köyle birlikte toplam 115.000 kişi, sürgüne gönderildi. Bu insanlar Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan olmakla üç ayrı ülkeye sürgün edildi. Ahıska Türkleri sürgün edildikleri yerlerde, NKVD’nin sıkı kontrol rejimi altında ve ağır şartlarda yaşamaya başladı. Bu ağır şartlar altında açlıktan ve soğuktan, 50.000 kişi öldü.* Sürüldükleri yerlerde dahi sıkıyönetime tabi tutulan bu insanlar bir köyden başka bir köye gitmeleri yasaktı. Geçişler sıkı kontrol altında ve dilekçeler ile gerçekleştiriliyor, 15 günde bir sayım yapılarak imzalar toplanıyordu. Bir kadın sakat olan eşini sırtında taşıyarak imza atmaya getirdiğini anlatırdı dedelerimiz. Zaten sürgün esnasında ayrı ayrı ülkelere düşmüş aileler bir de sürgün ülkesinde bile ayrı bölgelere yerleştirilmişlerdir. Bu insanlar Stalin ölene kadar sıkıyönetim altında yaşadılar. Tam 12 sene… Sürgün halk, 1953 yılında Stalin’in ölümüyle nispeten rahat bir nefes aldı.
Stalin’in sürgüne gönderdiği Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmuk gibi Kafkasya halkları, Komünist Partisi’nin XX. Kongresinden sonra ana yurtlarına dönme izni aldılar. Kırım Türkleri ile Ahıska Türklerine dönüş izni çıkmadığı gibi eski vatanlarını ziyaret etmeleri de yasaklandı.*
31 Ekim 1956′da Yüksek Sovyet, gizli polis teşkilâtının kontrolünde devam eden sıkı rejim şartlarını kaldırdı. Fakat Ahıska Türklerinin yurda dönüşüne izni vermedi. Ellerinden alınan malları da iade edilmedi.*
Bir kısım Ahıska Türkleri olur da vatana yol açılır diye Ahıska’ya ve kültür, dil bakımından da Ahıska Türklerine çok yakın olan Azerbaycan’a geldiler. Bununla da Ahıska Türkleri Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan olmakla dört ayrı ülkeye parçalanmış oldu. Bu ülkelerin arasına 1989’da yaşanan Fergana faciası sonrası, Rusya, Ukrayna ve Türkiye de eklendi. Bugün ise durum çok daha vahim. Zira Ahıska Türkleri artık on ayrı ülkeye parçalanmış durumdalar.
Bizim aileye mensup ölülerin mezarları Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Almanya, Rusya, Sibirya, Ukrayna ve İtalya’da bulunmaktadır. Benim bildiklerim bunlar. Belki de izini dahi bulamadığımız birçok akrabamızın mezarları kim bilir nerelerdedir? Belki bazılarının mezarları dahi yoktur. Kim bilir nerede bir ağacın, bir taşın, bir toprak parçasının üzerinde can vermiştir. Bugün ölülerimiz dünyanın dört bir yanında toprağın altında, bizler ise yine onlar gibi toprağın üstünde dünyanın dört bir yanına serpilmiş şekilde yaşamaktayız. Ninelerimiz, “Vatanıma kavuştum, cesedime can geldi.” derlerdi. Yani ölülerimizden tek farkımız biz toprağın üstünde onlar altında.
Ahıska Türklerinin 15 Kasım 1944 tarihinde başlayan felâketinden yıllar sonra 1989’da Özbekistan’da Fergana’da yandı canı, yıkıldı ocağı. Bunlar kadar olmasa da daha sonra Krasnodar ve Kırgızistan’da unutulmaz acılar yaşadılar. Ve bugün 500 bine aşkın Ahıska Türkü dünyanın on ayrı ülkesinde vatanlarından uzak ve sürgün hayatı yaşamaktalar.
Bugün Ahıska’da 40 aşkın Ahıskalı aile yaşamaktadır. Ancak maalesef ki, Ahıska’ya yerleşen aileler kolaylıkla vatandaşlık alamadıkları gibi büyük sorunlar yaşıyorlar. Bunu gören diğer Ahıska Türkleri de vatana dönüş konusuna tereddütlü ve ihtiyatlı yaklaşıyor. Hatta vatana dönüşün yeni bir sürgüne davetiye olduğunu düşünüyorlar. Buna bir de şu açıdan bakmak gerekir. 15 Kasım 1944’de başlayan ve günümüze kadar defalarca sürgün, soykırım ve mezalimlere maruz kalan bir halk var. Kolay değil. Bu insanlar defalarca evini, barkını, malını, mülkünü bırakarak başka bir yere sürgün edilmiş ve ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bugün, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Rusya Ukrayna’da yaşayan Ahıska Türkleri yaşadıkları yerlerde huzur ve rahat içinde değiller. Çünkü daha önce Özbekistan, Kırgızistan ve yakın bir zamanlar da Kazakistan’da çıkan etnik çatışmalar da ilk zararı Ahıska Türkleri gördü. Bunun için doğal olarak bugün kendilerine güvenli bir liman aramaktadırlar. Ahıska Türklerinin büyük çoğunluğu bu limanın Türkiye olduğunu düşünüyor. Lakin burada üzülerek söylemem gerekir ki, üç milyon Suriyeliye kurtuluş kapısı olan Türkiye, Ahıska Türkleri için çile kapısından öteye geçememiştir. Bütün bunlara rağmen çoğunluğu Azerbaycan’da yaşayanlardan oluşmakla on beş bine aşkın Ahıska Türkü vatan dönüş ile ilgili dilekçe vermiştir. Ancak Gürcistan Ahıska Türklerinin vatan dönüşü ile ilgili 2007 yılında çıkardığı kanunu çok ağır bir şekilde yürütmekte.
Sonuç olarak artık 72 yıldır ki, Ahıska Türkleri vatanlarından uzak ve on ayrı ülkede sürgün hayatı yaşamaktadır. Dilini, dinini, örfünü âdetini bugüne kadar koruyarak getiren Ahıska Türkleri maalesef ki, bugün yok olmakla karşı karşıyadır. Zaten her geçen gün daha da parçalanan bu halkın selametinden bahsedilebilir mi? On ülke de doğup büyüyen bugünkü nesil başka-başka kültürlerde hatta dillerde büyümekte, yetişmekte. Bunun sonucu olarak ayrı ülkelerde yaşayan bu halk cismi olmanın yanında fikri olarak da parçalanmaya yüz tutmuştur. Buna bir çare kılmalı ve Türkiye en tabi ve doğal vatandaşı olan bu insanların elinden tutmalı. İsteyenleri Türkiye’ye kabul edip vatandaşlık verirken vatana dönmek isteyen Ahıska Türklerinin dönüşü için Gürcistan’a gerekli baskıyı yapmalıdır! Unutmamalı ki, bu insanlar Türk ve Müslüman. Hatta SSCB döneminde dahi pasaportlarında Türk yazan tek halk Ahıska Türkleri olmuştur.
Dipnotlar
*Bizim Ahıska Dergisi muhtelif sayıları
*Ahıska Araştırmaları/Yunus ZEYREK