Mustafa Kemal’in 19 MAYIS 1919’da Samsun’a çıkması Türk tarihinin seyrini değiştiren stratejik, politik ve askeri bir hamledir.
Osmanlı Genelkurmayının çağrısı üzerine 13 Kasım’da Adana’dan İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, şartlar ne kadar elverişsiz olursa olsun teslim olmayıp direnilmesi gerektiğine inanıyordu. Her rütbeden çok sayıda vatansever, millî şuur sahibi asker ve aydın da kendisi gibi düşünüyordu. Ancak ne yapılmasına ilişkin ortak bir görüş henüz oluşmamıştı. Mustafa Kemal çeşitli temaslar yaptı. Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Fethi Okyar gibi fikirleri örtüşen silah arkadaşlarıyla görüştü. Mücadelenin İngiltere ve müttefiklerinin egemenliği altındaki İstanbul‘da değil, henüz fiilen işgal edilmemiş olan Anadolu’da başlatılması hususunda hemfikirdiler. Anadolu’daki askeri birliklere atanmak amacıyla girişimler başlattılar. Çanakkale zaferinin komutanlarından Cevat Paşa’nın ve Fevzi Paşa’nın (Çakmak) o sırada Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanı olmaları, taleplerini desteklemeleri milletimiz adına büyük şanstı. Sonuçta Kazım Karabekir silah ve personel açısından askeri varlığını korumakta olan Erzurum’daki 15.Kolordu komutanlığına, Ali Fuat Paşa Ankara’daki kolorduya, Refet Bey Samsun’a atandılar.
İtilaf Devletleri liderlerinin Paris’te yapılan toplantılarında Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılmasına yönelik Sevr projesinin esaslarını içeren kararlar alındı. Özellikle İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon Türklerin Rumeli’den sonra Anadolu’dan tasfiyesi operasyonunun tamamlanmasını istiyorlar, ABD Başkanı Wilson da bu görüşleri destekliyordu. Lloyd George Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada “Yunanlılar D. Akdeniz‘de geleceğin milletidir. Üretken ve enerji dolu olup Türk Barbarlığı karşısında Hıristiyan medeniyetini temsil ederler. Büyük Yunanistan İngiliz İmparatorluğu için değer biçilmez bir kazanım olacaktır” derken fanatik bir Türk düşmanı olduğunu açıkça ifade ediyordu.
Usta bir politikacı olan Yunanistan Başbakanı Venizelos’un girişimlerinin de etkisiyle Yunan askerlerinin bir yandan İzmir’e çıkarak Ege bölgesine yerleşmelerine, diğer yandan Trakya’yı işgal etmelerine karar verildi. Bu sırada Karadeniz bölgesinde siyasi statü kazanmak isteyen Pontus’cu Rum çetelerinin faaliyetleri Türk halkının tepkilerine yol açıyor, çatışmalar çıkıyordu. İngilizler bu durumu gerekçe göstererek Samsun’u işgal edebilirlerdi. Padişah ve İstanbul Hükümeti, İngilizlerden de onay alarak Türk halkının huzursuzluğunu yatıştırarak sükuneti sağlaması maksadıyla bölgeye “ordu müfettişi“ unvanıyla İttihatçı olmayan bir Paşa’nın gönderilmesine karar verdi. Mustafa Kemal’in Enver Paşa ile anlaşamadığı biliniyordu. Yıpranmamış bir isimdi. Padişah Vahdeddin tahta çıkmadan önce Almanya’ya yaptığı ziyarette “Yaver- i Hazret-i Şehriyarı“ sıfatıyla heyette yer almıştı. Harbiye Nazırı Cevat Paşa’nın ve İçişleri Nazırı M. Ali Beyin (Ali Fuat Cebesoy’un akrabası) de desteğiyle Sadrazam Damat Ferit 6 Mayıs’ta tayin kararnamesini imzaladı.
Mustafa Kemal yetkilerinin genişçe tutulmasını özellikle istiyordu. Cevat Paşa O’nun isteğini tümüyle yerine getirdi, 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla İzmir’in işgalinden bir gün önce Bandırma vapuruyla yola çıkan Mustafa Kemal Paşa‘nın elinde büyük yetkiler vardı; Damat Ferit hükümeti bu yetkilerin ne maksatla kullanacağının farkında değildi. Tayin kararnamesiyle çok geniş bir coğrafi alandaki tüm askeri birliklerin yanı sıra mülki idareye yani vali ve mutasarrıflara O’nun isteklerine uymaları talimatı verilmişti. Ayrıca en önemli haberleşme aracı telgraf hatlarını da kontrol edebilecekti. Harbiye Nezareti bütün bu hususları içeren talimatı ilgililere tebliğ etti.
Mustafa Kemal ve beraberindekiler 19 Mayıs’ta Samsun’da karaya ayak basarken ülkenin içinde olduğu şartlar millî bir mücadele için her bakımdan elverişsiz görünüyordu.12 milyon civarındaki nüfusun 9 milyonunu oluşturan Türk ve Müslüman ahali 8 yıldır süren ve büyük kayıplarla sonuçlanan savaşlardan son derece yorgun düşmüştü. Genç nüfusumuzun önemli bir bölümü cephelerden ya geriye dönememiş ya da sakat ve hasta olarak gelebilmişti. Salgın hastalıkların yaygın olduğu Anadolu’da asker kaçakları büyük asayiş sorunuydu. Çalışacak nüfus cephelere gittiğinden tarımsal üretim çok azalmış ekonomi dibe vurmuştu. Ahali umutsuz ve karamsardı. Ama her şeye rağmen sivil ve asker kesimler içerisinde milliyetçi, vatansever bir damar bulunuyordu. Özellikle Teşkilat-ı Mahsusa’da görev yapan askerler, yurdumuzun işgale maruz kalması durumunda neler yapmaları gerektiği hususunda uyarılmışlardı. Hatta Ege’de bazı çiftliklere silahlar depolanmıştı. İttihat ve Terakki‘nin taşradaki teşkilatlarının çoğunda millî hassasiyeti yüksek insanlar vardı. Bütün bu toplumsal kesimler İzmir’in işgali üzerine ayağa kalktı. Düzenlenen mitinglerde işgal şiddetle kınanıyor, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetleri kuruluyor, kongre hazırlıkları yapılıyordu. Kısacası toplumdaki bu millici damar direnişe hazırdı; fakat bu dağınık durumdaki grupları toparlayıp belli hedeflere yönlendirecek, işbirliği yapılmasını sağlayacak, henüz tehlikenin mahiyetini anlayamamış olanları uyarıp harekete geçirecek bir “lider”e ihtiyaç vardı. Mustafa Kemal Paşa yüklendiği bu millî görevi üstün meziyetleri sebebiyle başarıyla yerine getirdi.
Diğer yandan Halife unvanına da sahip olan padişah Vahdeddin ile Damat Ferit, Ali Kemal, Mustafa Sabri gibi çoğu Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensubu hükümet yetkililer farklı düşünüyorlardı. İngilizlerin isteklerini yerine getirerek, direnmeyip güvenlerini kazanarak ülke topraklarının elde kalabilen kısmında devletin ve saltanatın hukuki varlığının sürdürüleceğine inanıyorlardı. Mustafa Kemal Anadolu’ya bir direniş hareketi başlatmak için değil, Türk ve Müslüman ahaliyi yatıştırması için gönderilmişti.
Mustafa Kemal niyetinin çok geçmeden farkına varılacağını ve İstanbul’a çağrılacağını biliyordu. Yetkileri henüz elindeyken zamanla yarışırcasına çabuk hareket etmesi gerekiyordu. O da Samsun’da fazla oyalanmadan harekete geçti. Amasya mülakatı ve “tehlikede olan millî varlığımızın milletimizin azim ve kararıyla kurtulacağını“ belirten bildiri, başlatılan Millî Mücadele’nin ilk işaret fişeği oldu. Tayin kararnamesinde verilen yetkilere dayanarak askeri birliklerle ve valiliklerle ilişki kurarak desteklerini sağladı. Başarılı ve nitelikli bir komutan olmasının yanı sıra usta bir teşkilatçı ve şartlara en uygun kararları verebilen yetenekli bir yöneticiydi. Atacağı adımları kongreler toplayarak çevresindekilerle istişare ederek hukuki bir zemine oturtmuş olması daha ilk günlerden itibaren Millî Mücadele’ye hukuki meşruiyet ve haklılık kazandırdı. Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılan delegelerin sayısı yüzü geçmese bile, buralarda alınan kararlarla Heyet-i Temsiliye’nin kurulmasıyla Büyük Millet Meclisi’nin ve kurulacak olan millî devletimizin temelleri atılmış oldu. Rauf Orbay gibi halkın büyük saygı duyduğu bir şahsiyetin, Kazım Karabekir gibi ülkede askeri kapasitesini koruyan en güçlü Kolordu Komutanı’nın, Ali Fuat ve Refet Paşaların, Raif Hoca, Bekir Sami gibi vatanseverlerin Erzurum Kongresi günlerinden itibaren kendisini lider olarak tanımaları çok ihtiyaç duyulan birlik ve beraberliğin oluşumunu sağladı. Aşılmaz gibi görünen zor şartlar, Mustafa Kemal’in çevresinde kenetlenen, vatanın kurtarılması maksadıyla mücadele eden asker ve sivil ecdadımızın el ve gönül birliği yapmaları sonucunda aşıldı. Emperyalistlerin uşaklığını yüklenen Yunan askerleri 9 Eylül’de denize dökülerek zafere ulaşıldı.
Millî Mücadele’yi başarıya ulaştırarak Türk Millî Devleti‘nin kurulmasını sağlayan Mustafa Kemal Paşa’yı, asker ve sivil tüm silah arkadaşlarını, Gazi Meclis’imizi bir kere daha hürmetle, muhabbetle şükranla anıyoruz. Ruhları şad olsun.