Aziz Dostlar,
Geçtiğimiz günlerden biriydi. Hava çok soğuktu, vakit de akşam, hava kararıp sokak lambalarının yandığı saatler.
İnsanların lazım olan her şeyi satan büyük dükkândan telaşla alışveriş edip evlerine gitmek istedikleri vakit…
O insanlardan biri de benim. Bir şeyler alıp kasaya yanaşıyorum. Önümde başında rengi solmuş beresi, atkısı, eskilikten şekli kaybolmuş paltosu ile bir yaşlı adam. Yürüyen bandın üstüne sadece küçücük bir teneke kutu konserve koyuyor.
Aklımda o gün okuduğum bir yazı var:
“ABD Dışişleri Bakanlığı, Erbil’de 2018’’de yapımı başlatılan dünyanın en büyük konsolosluğunun 2025’te tamamlanacağını açıkladı. 200 bin metrekare genişliğindeki konsolosluk alanı, 28 futbol sahası genişliğinde.”
Düşünüyorum, bu büyüklükte bir konsolosluk ne işe yarar? O kadar büyük binalarda ABD ne iş yapar, binanın içine, çatı katlarına, sağa sola, bodrum katlarına bu sömürgeci, arsız, hırsız devlet ne koyacak acaba? Meselâ teknik olarak Echolon’u aşan, Orta Doğuyu, Türkiye’yi, İran’ı, Rusya’yı dinleme için gerekli, son derece teknolojik, yapay zekâ destekli istasyon? Terör örgütlerine eğitim vermek için yer altında gizli alanlar?
Echelon… AUSCANZUKUS tarafından imzalanan ve UKUSA anlaşmasına bağlı olarak istihbarat sinyalleri toplama ve analiz ağı…
AUSCANZUKUS olarak da tanınan, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri tarafından imzalanan UKUSA anlaşmasına dayalı istihbarat sinyalleri toplama ve analiz ağı işletimini açıklarken kullandıkları isim…
Ve…
Üstelik CIA’nın Apple, Google ve Microsoft ürünlerini hacklediği iddiası söz konusu iken, belli markalara ait cep telefonlarının, televizyonların da gizli merkezden verilen komutla birer mikrofona anında dönüşebileceği iddiaları varken…
Ama düşüncelerimden ayrılma vakti artık. Zira kasa görevlisi kız yaşlı adama fiyat söylüyor. Adam ceplerini karıştırmaya başlıyor. Bir yirmilik, bir onluk, birkaç beşlik, bozukluklar…
Arama biraz daha devam ediyor. Sonunda para denkleşiyor. Kız fişi uzatıyor, adam küçük konserve kutusunu cebine atıp çıkışa doğru yürüyor.
Sadece bir kutu konserve! Başka bir şey almamış adamcağız…
Dükkândan çıkınca ileride yaşlı adamı görüyorum, yorgun ve sarsak adımlarla yürüyor. İçeride fark etmediğim bir şeyler sıkıştırmış koltuğunun altına. Dikkatle bakınca gördüğüm bir sürü çorap!
Aklımdan geçen “Satıyor mu acaba?”
Yetişip sorunca gülümsüyor, başını sallıyor. Çorap almaya karar veriyorum. Ama aramızda anlaşmazlık çıkıyor. Parayı fazla bulup üstünü vermeye çalışıyor seksenli yaşlarda, sokaklarda çorap satan yorgun dede! Aslında cebinde hiç para yok, o konserveye hepsini verdi. Ama bir ümit, belki, belki?
Aslında hiç çorap almamak var, ama gururu incinecek diye korkuyorum.
Sonra… Sonra torbadaki ekmeği vermeye kalkınca gülerek cevap veriyor, alt dişleri yok:
“-Evde ekmek var! “
Ya ekmeği bulamayanlar?
Aklıma Canan Karatay Hoca geliyor…
Hani Canan Karatay Hoca diyordu ya “ekmek de yemeyeceksiniz makarna da yemeyeceksiniz bulgur da yemeyeceksiniz.”
Yani et, sebze ve meyve ile ömrü uzatıp sağlıklı yaşamalısınız demeye getiriyor. Zekâ seviyesinin yükselmesinin, dolayısıyla teknolojik ilerlemenin, ileri ülke olmanın temel şartlarından biri, çok iyi beslenme.
Unutmadan yazalım: Uluslararası IQ Araştırması ve Tespiti açıklamış. 2023 sonu itibariyle en zeki ülke insanları sıralamasında Güney Koreliler birinci. İkinci Çinliler.
İnanmayacaksınız ama “Molla rejimi” diye küçümsenen İranlılar üçüncü ve pek beğendiğimiz Japonlar da dördüncü.
Türkiye kaçıncı mı?
Yazmasam mı acaba diye düşündüm. Zira üzüleceksiniz. Maalesef 105 ülke sıralamasında 73. Basamakta! Üstelik1,5 puan gerilemişiz.
Evet, Canan Karatay Hoca diyor “ekmek de yemeyeceksiniz makarna da yemeyeceksiniz bulgur da yemeyeceksiniz.
Diyor da…
Ya ekmeği dahi bulamayanlar ya ekmeği artık yiyemeyecek olup toprak altında nefes bile alamadan ötelere geçenler?
Aklımda Elektrik Mühendisi M. Salim Arslanalp’ın Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Dergisinin Ekim 2022 sayısında, kaya gazı ile ilgili yayınlanan yazısı, depremden dört ay evvel yazmış.
Hidrolik çatlatma yönteminin sakıncalarını anlatmış bu yazısında. Mealen diyor ki “Sismik hareketliliği tetikler, su kaynaklarını menfi yönde etkiler. Bu metotla geri emilen sular artık radyasyonlu ve kirlidir.”
Elbette düşündüğüm şey Kanada başta olmak üzere ileri ve medeni geçinen devletlerin kendi topraklarında maden aramayı yüz bin şarta bağlamışken bizde neredeyse her elini kolunu sallayanın en olmadık yerde maden aramaya kalkması!
Maden aramak ve bulunan madeni ortaya çıkarmak için inanılmaz miktarda su kullanmak gerekiyor. Meselâ bir gram altın için dört ton su ziyan edilip zehirleniyor.
Yeraltı sularını bulmak için hidrolik çatlatma yapılıyor. Yüzlerce derine giden bu delikli borular kaya katmanlarını bozup bu bölgelerde bulunan gazların ve kayaların hareketlenmesine sebep oluyor, sismik hareketlilik arttırıp deprem riskini çoğaltıyor.
Güzelim coğrafya mahvediliyor, ağaçlar kesilip ormanlar talan ediliyor, Siyanür ve sülfirik asitle yüzyıllarca geçmeyecek bu zehirler vatan topraklarına salınıyor!
Ne için?
250 -300 milyon Dolar için ve bu para da özel şirketlerin kasalarına gidiyor!
Pekiyi, Kanada şirketi ne kadar kazandı İliç’te? yazılanlara göre 2.4 milyar Dolar! Devletin kasasına giren 60 milyon Dolar!
Karşılığı: 9 can toprak altında,
10 milyon m³ zehirli toprak 10 metre/saniye hızla Sabırlı Deresi’ne doğru kaydı,
Sabırlı Deresi Fırat’a akıyor,
Dağımız, taşımız delik deşik oldu, tabiat mahvoldu.
Elbette o bölge özellikle yiyecek açısından masum sabıkalı oluverdi!
Hikâyelerimiz uzun ve yürek yakıyor, biz de unutup gidiyoruz, öteki felaketleri unuttuğumuz gibi!
Aziz Dostlar,
Dün yine alacakaranlıktı hava, dışardayken. Dört yol ağzında karşıdan karşıya geçerken çok şaşırdım.
Ben ilk defa gencecik, pek güzel bir kız gördüm, sırtında incecik hırkasıyla. Burnu kızarmıştı, belli ki üşüyordu. Sırtında kocaman iki çuval vardı, içi tahta, mukavva, teneke v.s… doluydu. Zorlanıyordu!
İstemeden düşündüm, ama o “Dilber” değildi!
Hayatın sillesini yediğini düşündüğümüz kadınların birtakım koca koca adamlara güya hoş vakit geçirttiği o mekanlar – sanki çok eğlenceliymiş gibi- Türkiye’nin gündemine otururken;
Kimi dedeler elleri titreye titreye çorap satmaya çalışıyor, kimileri de…
Aziz Dostlar,
Ne diyelim?
En iyisi, uzaklaşalım -ama asla ve kat’a unutmadan- bu hüzünlü havadan ve ümide sarılalım. Biraz şiir okuyalım:
Evvelâ şairlerin hası üstat şair Mehmet Ali Kalkan’dan bir dörtlük:
“Ümit atına binerim,
Güneş elimde fenerim,
Dünya döner, ben dönerim
Daim imtihan içinde…”
Bir de Kul Nesimi’ye bir selam gönderelim:
“Kalbim defter, dilim kalem yazarım.
Hakikat emrini duyaldan beri.
Yitirdim Leyla’mı gurbet gezerim,
Mecnun gibi aşka uyaldan beri
Mahlasım Nesimi, ismim ALİ’dir,
Bu çarh dönmektedir, sanman halidir.
Şükür kalbim iman ile doludur,
Cürm-ü isyanımız bilelden beri.”