Prof. Dr. Sait YILMAZ
Giriş
Milliyetçilik, 19. Yüzyıl başlarından itibaren Avrupa’da, 20. Yüzyıldan itibaren ise tüm dünyada egemen politik düşünce tarzı haline gelmiştir. Bu dönemde dünya politik haritası milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir. Milliyetçilik, devletin meşru temeline ‘millet’i koyan bir ideolojidir. Sadece bir milletin değil, tek tek her bireyin de hayattaki rolü ve yerini anlaması için meşru bir yöntem sağlar[1].
Millet (Ulus), bir devletin sınırları içerisinde yaşayan aynı etnik kökenden gelen, aynı din, dil ve kültürel değerleri paylaşan insan topluluğudur.
Devlet, sınırları belirlenmiş bir ülke toprağı üzerinde bulunan, belirli bir hükümet ile yönetilen ve hukuksal bakımdan egemen olan siyasi örgütlenmelerdir.
Hükümet, yürütme yetkisine sahip olan devlet örgütlenmeleridir.
Halk; etnik, kültürel ve dil bakımdan aralarında benzerlik bulunan ve belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, siyasal ve soysal bakımdan örgütlenmiş olan bir toplumdur.
Ernest Renan’ın 1882’de ifade ettiği meşhur tanımlaması ile “millet” olmak; bir ruh durumu, hangi halk içinde olmayı seçtiğimiz ile ilgili ‘manevi prensip’tir[2].
“Milliyetçilik” terimi ilk defa 18. Yüzyılda Alman filozof Johann Gottfried von Herder tarafından bir ülkenin kendi karakterini temsil eden sanat, kurumlar ve gelenekler gibi belirli şeylere olan ilgisini atfedilen düşünce olarak ifade edildi. Bu kavram, 1715 yılından itibaren İngiltere’de daha çok ulusal bilinç, ulusal karakter anlamında kullanılmaya başlandı[3]. Milliyetçilik akımları, 1789 yılındaki Fransız devriminden sonra bütün Avrupa’ya yayıldı. 19. yüzyılda Yunanistan’ın (1830), İtalyan Krallığı’nın (1861) ve Alman İmparatorluğu’nun (1871) kurulması milliyetçilik akımlarının eseri idi. Avrupa’da 1878-1918 arasındaki dönem, milliyetçilik akımlarının ve buna bağlı olarak ulusal bağımsızlık hareketlerinin hız kazandığı dönemdir. Bu akımın etkisiyle 20.yüzyıl boyunca başka devletler de bağımsızlıklarını kazandılar. Önce Batıda gelişen milliyetçilik, Napolyon savaşları ile Doğu ve Güneye yayıldı. Avrupa’nın işgalleri ile ihraç edilen milliyetçilik, daha sonra Modernizm ve Batılılaşma süreçleri ile iç içe geçti[4]. Örneğin oldukça Batılı Jön Türkler, Osmanlı içinde Türk milliyetçiliğinin öncüsü ve diğer etnik gruplara karşı oluşturulan politikaların mimarı oldular.
Ulus-devletin ortaya çıkması, milliyetçilik akımının da gelişmesine yol açtı. Dünya nüfusunun çoğunluğu devletler olarak yaşar ve bunlar en azından görünüşte ulus-devletlerdir. Milliyetçilik, her ulus-devletin kendi resmi dili olmasını ve bütün vatandaşların bu dili konuşmasını öngörür. Örneğin Almanya’nın resmi dili Almancadır e tüm Alman vatandaşları Almanca konuşmalıdır. Milliyetçi hareketler, kendilerini yüzyıllardır var olan bir milletin temsilcisi olarak görür. Milliyetçilik, bir milli kimlik duygusu yaratır ve siyasi yönetimin bu kimliğe uygun olarak işlev görmesi beklenir. Dünya, ulus-devletlerden meydan gelir ve her birinin egemen bir devleti ve kendi varlıklarını sürdüreceği ulusal anavatanı vardır. Devletler ebedi değildir; oluşumun, değişimin ve de zamanın geçişindeki tarihi olaylara yenik düşerler. Bugün, Birleşmiş Milletler’e üye olan bağımsız devletlerin sayısı 193’dür. Bu devletlerden yalnızca onaltısı, yüzyıllara uzanan yapıda tarihi bir devlet yapısı göstermektedir.
Tarih içinde milliyetçiliğin şiddet, baskı ve soykırımı varan sonuçları da görüldü. Önceleri monarkların gücü elinde tutma vasıtası olan milliyetçilik, daha sonra bağımsızlık mücadeleleri ile ulus-devletlerin ve halk adına meşru yönetim olan demokrasilerin ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Avrupa şarkiyatçılığı, sömürgelerine uygarlık ve aydınlanma getiren “Beyaz Adam’ın Yükü (White Man’s Burden)” ile resmedilir. Öte yandan, bu sömürge halkların milliyetçiliği ve ulusal bağımsızlık mücadeleleri ise kalleşlik ve terörizm olarak görülür. Milliyetçilik, ırkçılık olmamakla birlikte aşırı etnik milliyetçiliğin ırkçılıkla ilişkilendirildiği Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyası gibi örnekler de vardır. Ancak, milliyetçilik, esas itibarı ile siyasi birimle ulus birimin birbirini tamamlamasıdır[5]. Milliyetçilik, devletlerin ve uluslararası sistemin moral temelidir. Milliyetçilik tüm insanlığa şu vazgeçilmez hizmetleri sunmaktadır[6];
İnsanlık doğal olarak milletlere bölünmüştür.
Her millet kendi özel karakterine
Tüm politik gücün kaynağı
Özgürlük ve kendini ifade etme dışında insanlar bir millet ile tanımlanmalıdır.
Milletler ancak kendi devletleri içinde tatmin
Ulus-devlete sadakat diğer sadakatleri çeker.
Küresel özgürlük ve uyumun temel şartı ulus-devletin güçlendirilmesidir.
Bu makalede, önce milliyetçiliğin ne olup olmadığını sorgulayacak, milliyetçi düşüncedeki gelişmeleri ve ‘Yeni Milliyetçiliği’ anlatacağız. Daha sonra, Yeni Milliyetçilik çerçevesinde Amerikan, Avrupa, Rus ve Arap milliyetçiliğindeki gelişmeleri aktaracağız
Milliyetçilik nedir, ne değildir?
Bir siyasi ideoloji olarak ‘milliyetçilik’ hakkında pek çok çalışma yapılmıştır. Milliyetçilik, belirli bir toprak parçası üzerinde siyasi kurumları (çoğunlukla modern devlet) kontrol etmeyi amaçlayan ve kendini millet olarak tanımlayan bir ideoloji akımıdır[7]. Yani en eski çağlardan beri sürekliliği tartışmalı da olsa etnik kökenlerine dayalı bir birlik, aynı milletten olma ve aynı kaderi paylaşma temeli vardır. Pek çoğu milliyetçiliği modernite’nin bir ürünü ve onun ayrılmaz bir parçası olarak görür. Hatta Batılılaşma sürecinin bir parçası olarak kabul edilir. Milliyetçiliğin doğrudan ya da dolaylı olarak sanayileşmenin gerektirdiği yeni iş bölümü sonucu ortaya çıktığı iddia edilir[8]. Benzer şekilde milliyetçiliğin, devlet ve kültür evliliğinden doğan çocuk olduğu söylenir. Hatta bu kültür de modernitenin ürünüdür[9].
Milliyetçilik, belirli bir milletin çıkarlarını, özellikle egemenliğini ve kendi kendini yönetme hakkını kazanmayı, daha sonra bunu ilelebet sürdürmeyi amaçlayan ideolojik düşünce hareketidir[10]. Milliyetçilik, her ulusun kendisini dışarıdan gelecek olan müdahalelerden bağımsız olarak yönetmesi gerektiğini, ulusun bir yönetim için doğal ve ideal bir temel ve tek haklı politik güç kaynağı olduğunu savunmaktadır[11].
Ulus-devletin kurulması ile milliyetçi hareket öncelikli amacını gerçekleştirmiş olur. Bundan sonra milliyetçilik ortada gözükmese de ülke siyasi, siyasi parti ve hareketlerine ilham verir. Milliyetçiler genellikle aşağıdaki eylemlerde bulunur;
Kriz dönemlerinde ulusal kurtuluş mücadelesi de dâhil, milli birliği güçlendirmek.
Yabancı etkileri (misyonerlik ) önleyerek, milli kimliğe sahip çıkmak.
Özellikle göçleri sınırlayarak, ülke topraklarındaki milli olmayan nüfusu
Milli vatan içerisinde olduğu düşünülen toprak parçalarını (Hatay, Musul, Kerkük)
ilhak etmek (irrendentizm).
Özellikle korumacılık ile ülkenin ekonomik çıkarlarını geliştirmek (ekonomik milliyetçilik).
Milliyetçilik, siyasi ve ulusal birimleri bir araya getirir. Her millet kendi egemenliğine, devletine sahip olmalıdır. Ayrıca milliyetçilik, dünyayı anlamamızda millet fikrine dayalı bir odak sağlar. Milliyetçilik ideolojisinin varsayımları şunlardır[12];
İnsanlık doğal olarak organik milletlere bölünmüştür.
Millet, siyasi gücün tek meşruiyet kaynağıdır.
Milletine bağlılık diğer tüm bağlılık türlerinden önce
Milliyetçilik üç eşit derecede önemli amacı sağlar; birlik, kimlik ve ulusal özerklik.
Milliyetçiliğin farklı şekilleri bulunmakta, bunlardan biri de “entegre milliyetçilik”. Entegre milliyetçilik, bir ulus bağımsızlığını kazandıktan ve bir devlet kurduktan sonra ortaya çıkar. Bağımsızlık mücadelesinde ortaya çıkan güçlü askeri yapı artık güvenliği ve yeni devletin yaşamasını sağlayacaktır. Özgürlüğün sağlanması esnasında ortaya çıka milli üstünlük hisleri aşırı milliyetçiliğe yol açar. Faşist İtalya ve Nazi Almanyası örnek olarak gösterilir. Entegre milliyetçiliğin bazı özellikleri arasında bireyselciliğe karşı olma, devletçilik, radikal aşırıcılık ve saldırgan yayılmacı militarizm vardır.
Birçok çeşidi bulunan “birleştirici-milliyetçilik” ise etnik grupların bir araya getirilmesine odaklanır. Plan-Slavcılık ve Türkçülük bu gruba girer. Pan-Slavcılık, bütün Slav halkların bir ülke içinde birleşmesini öngörür. Bunu 1918 yılında Yugoslavya’da birkaç güney Slav halını bir araya getirerek başarmışlardı[13].
Etnik milliyetçilik, milletin temelinin etnik olarak tanımlandığı milliyetçilik çeşididir. Etnik milliyetçiliğin merkezinde, milletin genellikle ortak dil, ortak inanç ve ortak etnik atalara dayanan bir mirasa göre tanımlandığı düşüncesi vardır[14]. Bazı milliyetçiler etnik merkezli üstünlük veya korumacılığı desteklese de, etnik milliyetçilik bir etnik grubun diğerleri üzerinde üstünlüğünü kapsamaz.
Liberal milliyetçiler, etnik kimliği savunur ve liberal demokrasinin uygun şekilde çalışması için milli kimliği gerekli görür[15].
Ekonomik milliyetçilik veya ekonomik yurtseverlik; ekonomi, çalışma ve sermayenin oluşumunda iç kontrolü geliştirecek politikalar uygulamak, gerekirse iş, mal ve sermayenin dolaşımında gümrük ve diğer sınırlamak koymak üzere ekonomiye devlet müdahaleciliğini öngören bir ideolojidir[16].
Pan-milliyetçilik genellikle etnik ve kültürel milliyetçiliktir ancak “millet” Türk hakları gibi ilgili etnik ve kültürel grupların bir araya gelmesi ile oluşur.
Aşırı milliyetçilik, göçmen karşıtlığını yabancı düşmanlığı haline getiren aşırı sağ Neo- Nazi veya beyaz ırkçı gruplar arasında görülür. Milliyetçiliğin aşırı hali “faşizm” olarak da kabul edilir. Irkçılık, ırk üstünlüğünü öngörürken, milliyetçilerin ve ülkemiz özelinde Türkçülerin böyle bir iddiası yoktur. O yüzden, ne milliyetçilik ne de Türkçülük ırkçılık olarak görülmemelidir. Irkçılık esasen sömürgeci ve emperyalist ideolojilerin özelliğidir.
Dini milliyetçiliğin temelinde, belli bir din ya da dini inanışa bağlılığın ülke vatandaşları arasında oluşturduğu bir milli birlik söz konusudur. Suudi Arabistan, İran, Mısır gibi ülkelerdeki milliyetçilik buna örnek verilebilir.
Müslüman nüfusun fazla olduğu tüm ülkelerin tek bir çatı altında birleştirilmesini savunan Ümmetçilik veya Pan-İslamizm (İslamcılık), milliyetçiliği reddeder. Bazı radikal İslamcılar, İslam halifeliği dışında herhangi bir devletin varlığını reddederler. İslam’ın birliği dünyada tek yönetim olan Halifelik tarafından sağlanacaktır. Baas Partisi ve benzeri gruplar, Arap ülkelerindeki İslamcılığa karşı laik Arap milliyetçiliği muhalefetini savunurlar.
Vatandaş milliyetçiliğinde, devlet siyasi meşruiyetini vatandaşlarının aktif katılımından alır. Vatandaş milliyetçiliğinde; millet, kendini aynı ulusa ait olarak gören eşit siyasi haklara sahip bireylerin oluşturduğu halktır. Bu milliyetçilikte siyasi birlikteliğin temeli etnik değildir, milletin temeli ortak etnik ataya dayalı değildir[17]. Bu daha çok hanedanlık (monarşi) yönetimleri için pragmatik çok-etnik yapılı bir milliyetçiliktir[18]. Bir ülke içindeki ulus-altı ayrılıkçı gruplar genel olarak etnik milliyetçidir. Korsika Cumhuriyeti, Birleşik İrlandalılar, Katalan Cumhuriyetçi Partisi gibi milliyetçiler birleşik vatandaş-ulus devletini reddederler.
Milliyetçilik bir problem mi?
Milliyetçiliğe karşıt ve yazarların teorik çalışmaları olmakla birlikte konu henüz teorik bir dayanağa kavuşturulamamıştır. Taraftarlarına göre milliyetçilik; vatanseverlik, tarih bilinci, aidiyet, ortak irade gibi kavramlarla açıklanırken, karşıtları ise militarizm, şovenizm, emperyalizm hatta faşizm yakıştırması yapmaktadır.
İlk bakışta, yeni milliyetçilik daha yumuşak başlı ve hatta tartışmasız görünür. Richard Milliyetçilik, “insanların kendilerine doğal olarak evlerine ve memleketlerine adadıkları akım[19]” olarak tanımlanır. Bu milliyetçilik oldukça sempatiktir. Milli egemenliğe referans yaptığımızda, ülkelerin ancak diğerleri tarafından müdahale olmadan, özgür olduğunda ve kendi gelenekleri ile yaşadığında en iyi şekilde yönetildiğini söyleriz[20]. Ancak bu tanımlar daha çok milliyet veya milli egemenlik kavramları dışında başka bir şey ifade etmez. Daha ölümcül kavramlar olan etnisite, ırk, militarizm veya faşizm henüz işin içine girmemiştir. Bunları konuştuğunuzda hemen tanımı yapan kişi, “Ben öyle bir milliyetçilik tanımı yapmadım” diye savunma geçer ama milliyetçiliğin tarihine baktığımızda bu alandaki sabıkası çoktur. Bugünün Amerikalılarının tanımladığı milliyetçilik; milli kimlik, milli egemenlik hatta milli gururun ötesinde ‘Amerikan istisnacılığı’ ya da Trump’ın ‘yeni popülizm’i gibi kavramların içine girmişlerdir[21].
Milliyetçiliğin genel bir tanımı olmakla birlikte her ülkenin kendine özel ayrı bir milliyetçiliği var. Bütün milletler ve halklar dilleri, etnisiteleri ve kültürleri ile onları farklı yapan bazı özelliklere sahiplerdir. Üstelik yönetim biçimi ister demokratik ister otoriter olsun bütün ulus-devletler aynı haklara ve egemenliğe sahipler. Ama ırkçılık, etnik üstünlük, militarizm, komünizm veya faşizm söz konusu olduğunda bu devletin egemenliğinin sınırı ne olmalıdır konusu uzun zamandır liberal çevrelerde tartışılıyor.
Milliyetçilik kavramı Anthony D. Smith’e göre, çağın ruhunu yansıtmaktadır ve daha eski sembol ve fikirlerle de bağlantılıdır[22].
Ernest Gellner ise, mevcut kültürün gerisine gidip ondan bir ulus yaratma, geçmiş bir kültürü bugünden keşfetme ve kurma eylemi olarak tanımlamıştır[23].
Benedict Anderson’a göre; ulus, hayal edilmiş bir siyasal topluluktur; kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık verilmiş şekilde hayal edilmiş bir cemaattir[24]. Yani, bugün içinde yaşadığımız devlet sistemi, toplum yapısı, milliyetçilik, çizdiğimiz hemen hemen tüm sınırlar, savaşlarımız, uğrunda ölmelerimiz hep bir hayalin ürünüdür.
Milliyetçiliğin olumsuz yönleri ile ilgili şu değerlendirme yapılabilir[25];
Ülke içinde bazı grupların “diğer” olarak tanımlanması ve kötülenmesi yolu ile şiddete varan tepkilere imkân sağlar.
Önyargılı stratejik varsayımların kullanılmasına yol açar.
Milliyetçi dış politikada bazı çıkar gruplarının özel gündemine hizmet
Elitler, muhalif grupları kolayca marjinalize ederek, ulusal tehdit olarak gösterebilir.
Elitlerin kendi arasında veya elitler ile halk arasında milliyetçilik savaşları için uygun ortam sağlar.
Milliyetçilik bir ülkenin diğerleri üzerinde kendi dünyasını kurma arzusu olabilir.
Milliyetçiliğin ne zaman tehlikeli olduğu ile ilgili görüşleri şu şekilde özetleyebiliriz[26];
Milliyetçilik bir grup düşüncesidir; burada “biz” ve “diğerleri” vardır, bir taraf kazanan diğeri kaybeden olabilir. Milliyetçi, kendi istekleri peşinde zafer aramaktadır.
Ne pahasına olursa olsun kazanma güdüsü ve güç üstünlüğü arayışı diğerlerine zarar vermek için gerekçe olarak kullanılabilir. Etik, karşılıklı çıkar veya uzun dönemli istikrar gibi beklentiler arka plana itilebilir.
Milliyetçilik, iç bölünmelere ve istikrarsızlığa katkıda bulunabilir.
Milliyetçiliğe sarılmış bir lider kendi ülkesinin kanunlarını hiçe sayabilir; medyayı, adaleti kontrol altına alabilir, işkenceyi hoş görebilir, rakiplerini hapse atabilir.
Milliyetçi lider, üstünlük illüzyonu yaratmak için yalan söyleyebilir ve tarihi kendine göre çarpıtabilir.
Daha güçlü ve dinamik bir yönetim adına iç ve dış eleştirilere aşırı tepki verilebilir, muhalefet bastırılır, sosyal hareketler yasaklanabilir.
Bazı milliyetçiler; etnik, dil, kültürel, tarih ve dini yönden millet denilen topluluğu tanımlarken bazı grupları dışlarlar, bazı azınlıklar milletin dışında görülür.
Milliyetçiliğe yöneltilen eleştirilerin başında bir milleti neyin oluşturduğunun belirsizliği ve bir milletin siyasi hüküm sürmek için meşruiyeti üzerine tartışmalar gelir. Milliyetçilere göre, bir milletin sınırları ve devleti birbiri ile örtüşür ve bu yüzden çokkültürlülüğe karşıdırlar[27]. Birçok etnik grubun bulunduğu bir ülkede bir grubun belirli bir bölgede toprak veya devleti yönetme iddiası çatışmaya götürür[28]. Çünkü bu sınırlar genellikle geçmiş savaşlarda kan dökerek kazanılmıştır ve dünyada tek bir etnik grubun sürekli yaşadığı bir vatan oldukça azdır.
Milliyetçiliğin Kısa Geçmişi
Milliyetçilik Avrupa’da başladı. Milliyetçiliğin temeli ulus-devletti. Teknik olarak bu halk kendini özgür ya da egemen değil, ulus-devlete adını veren kimlikti. Egemenlik, halkın değil, devletin sorunuydu. Örneğin, günümüzde de İngiliz kraliçesi tam egemendir ama halk ya da Parlamento değil. Milliyetçiliğin, Avrupa’da 1648 yılındaki Westfalia Anlaşması ile doğan ulus-devlet fikri ile ortaya çıktığı tarihsel bir ortak yanlış anlamadır. Westfalia sadece Kutsal Roma İmparatorluğu ve Kilise karşısında prenslerin egemenliğini tanıdı. 16. Yüzyıldaki Protestan Reformu ise ulus-devletin öncüsü olan prenslerin egemenliğini sağlamlaştırmıştı[29]. Bunlar prenslikler, monarşiler ve hanedanlıklardı. Ama söz konusu olan milliyetçilik değildi. Milliyetçiliğin ortaya çıkışı Westfalia’dan 150 yıl sonra söz konusu oldu.
Fransız Devrimi’nde silahlanan halk, Fransız ulusunu doğurdu. Sonrasında Napolyon’un milliyetçi emperyalizmi Almanya ve Avrupa’da karşı bir milliyetçiliği ateşledi. Almanlar, Ruslar, Avusturyalılar ve diğer devletler, Fransız işgalcilerden nefret ederken, kendi milli bilinçlerinin ve kendi kültürlerinin önemini keşfettiler. Müteakiben milliyetçilik, sömürgesi altında yaşadığınız İngiliz İmparatorluğu gibi emperyal güçlere karşı kimliğinizi korumak, bağımsızlığınızı kazanmak ve nihayet egemen bir devlet gibi yaşama hakkının ideolojisi idi. Bugünün milliyetçiliği ise daha çok etnisite, dil hatta din gibi farklılıkları homojen hala getirerek, milli kimliği korumayı amaçlıyor. 19. ve 20. Yüzyılda milliyetçilik, ortak milli kültür, ortak dil ve ortak tarihi tecrübe üzerine kurulu milli kimliğin kutsanması idi. Artık eski Roma İmparatorluğu ya da Katolik Kilisesi gibi ortak din esasına göre değil, ülkelere tek tek özel, sıfır toplamlı bir anlayıştı.
Modern milliyetçi düşünce 1789-1799 Fransız Devrimi’nin fikirlerinden doğmuştur. Fransız Devrimi, Fransa halkını harekete geçiren bir çağrı idi. Napolyon’un milliyetçi emperyalizmi Almanya’dan başlayarak tüm Avrupa’da karşı-reaksiyoner milliyetçiliğin yükselişini tetikledi. Almanlar, Ruslar, Avusturyalılar ve diğer milletler nefret ettikleri Fransız işgalcilere karşı kendi milli bilinçlerini ve kendi kültürlerinin önemini fark ettiler. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, I. Napolyon istilası (1804-1815) altındaki Almanya’da rastlanır. Aynı yıllarda, Rus işgalindeki Polonya’da güçlü bir milliyetçi akım doğdu. Modern milliyetçiliğin 17. Yüzyılda İngiltere’de Püriten devrimi esnasında başladığı kabul edilir.
Milliyetçi hareketlerin bazıları ayrılıkçıdır ve büyük imparatorluklara karşı yöneltilmiştir. İlk örneği Yunan ayaklanmasıdır (1821-1829). Diğerleri, İtalyan Birliği gibi, parçalı toprakların bir araya getirilmesini hedeflemektedir. Avrupa’da 1848 yılında yaşanan devrimlerin nedeni ise özgürlük talepleri idi. 1821’de Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanan Yunanistan, Avrupa’nın milliyetçi çevrelerinden güçlü destek buldu. 1848’de Avusturya İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Macarlar, daha sonra Çekler ve Sırplar, milliyetçilik akımını Orta Avrupa’ya taşıdılar. 1860-1870 yılları arasında gerçekleşen İtalya birliği, devrimci milliyetçiliğin en büyük zaferlerinden biri olarak algılandı. 1870’lerde Rusya’da doğan Pan- Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin ilk örneklerinden biri kabul edilir. 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Avrupa’nın uluslara bölündüğü kabul görüyordu ve herkes bireysel olarak kendini onlardan biri ile tanımlıyordu. Milliyetçi hareketler arttıkça toprak talepleri ortaya çıkmaya başladı.
Milliyetçiliğe yol açan en önemli etken, daha önce hükümdar ve sülale zemininde tanımlanan siyasi aidiyet duygusunu, hükümdardan bağımsız olarak, ‘halk’a mal etme gereğiydi. Siyasi aidiyet ve itaat, ‘halk’ın ortak iradesine dayandırılmalıydı. Bu nedenle, 19. yüzyılda milliyetçilik, radikal, devrimci, anti-monarşist, yerleşik düzene zıt bir siyasi düşünce olarak görüldü.
Birçok siyaset bilimciye göre, milliyetçiliğin temelinde modern ulus-devlet ve egemenlik konsepti bulunmaktadır. Çoğu bilim insanı devlet-inşası, savaş ve milliyetçilik arasında ilişki bulunduğunu ifade etmektedir. Örneğin Avrupa’da milliyetçiliği ve modern ulus- devletin ortaya çıkışının arkasında savaş tehdidi vardı. Dış tehditler, milliyetçiliği beslemekte çünkü ülke halkı bu tehdit ile ancak millet olarak baş edebileceklerini düşünmektedir[30]. Dış tehdit arttıkça, milliyetçi eğilim ve kapasite artmaktadır. Bazen de ülkeler liderlerinin ihtirasları ile milliyetçiliği ve askeri kabiliyetlerini geliştirerek savaş tehlikesi yaratmaktalar[31]. Milliyetçiliğin ortaya çıkışında, sömürgeciliğin de büyük etkisi olmuş, emperyal devletler çevre bölgelerde özerlik ve yerel yönetimi engellediklerinde çevresel milliyetçiliği tetiklemişler, pek çok devlet bu ivme ile bağımsızlığını kazanmıştır[32].
19. yüzyılın sonunda milliyetçi fikirler Asya’da yayılmaya başladı. Hint milliyetçiliği Britanya yönetimine son vermeye yöneldi. Çin’de milliyetçilik 1911 Devrimi’nin etkiledi. Japon milliyetçiliği ve istisnacılığı, Japonya emperyalizmine yol açtı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ile ulus- devletlerin oluşumu arttı. Versay Anlaşması ve ABD başkanı Wilson’un 14 Noktası Osmanlı devleti ulus-devletlere bölünürken, Ortadoğu’daki Arap isyanından Batılılar manda rejimleri kurdular. Atatürk, Kurtuluş Savaşı (1919-1923) ile Osmanlı’nın mirasından yeni bir ulus-devlet kurdu. 1917’deki Rus Devrimi sonucu Rus imparatorluğu çöktü. İngiliz-İrlanda Savaşı ile İrlanda, Serbest İrlanda ve Kuzey İrlanda olarak ikiye bölündü.
Bununla beraber, Avrupa’da çok-uluslu ve çok-etnik yapılı devletler var olmaya devam etti. Hatta iki yeni örneği ortaya çıktı; Çekoslovakya ve Yugoslavya Krallığı. İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmi, ırkçı birer milliyetçilik dalgası olarak Avrupa haritasını değiştiren bir dünya savaşına yol açtı. Afrika ve Asya’da Avrupa’nın sömürgeci imparatorluklarına karşı kazanılan bağımsızlıklar yeni ulus-devletlerin ortaya çıkmasını sağladı. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ise
15 yeni devletin bağımsızlığını kazanmasına yol açtı. 1990’larda Yugoslavya’nın parçalanmasından 7 yeni devlet ortaya çıktı. Hala ulus-devletlerin içinde kendi egemenliklerini kurmak isteyen ayrılıkçı hareketler bulunmaktadır. Bunların başında Quebec, Kuzey İrlanda ve İskoçya sayılabilir. Avrupa Birliği’nin kurulması ise ulus-devlet ve milliyetçiliğin zayıflaması olarak görülmektedir. Birlik üyesi ulus-devletler kendi egemen güçlerinin bazılarını birliğin ulus-üstü yapılarına transfer etmişlerdir.
Milliyetçiliğin bugünü ve Yeni Milliyetçilik
Her ülke kendi milliyet kimliği etrafında bir milliyetçilik anlayışı geliştirmiştir. Örneğin Amerikan istisnacılığı, kendi milli tecrübesi çerçevesinde kurucu prensiplerini belirlemişti; doğal hukuk, hürriyet, sınırlı hükümet, bireysel haklar, hükümette kuvvetler dengesi, halk egemenliği (ulus-devletin halkının egemenliği değil), sivil toplum içinde dinin rol alması ve bir sınıfa ya da inancın ait sabit bir dinin kabul edilmemesi, demokrasi ve özgürlükler için temel olacak ve aracılık yapacak sivil toplum ve kurumların rolünün desteklenmesi[33]. Ancak, Amerikalılar bu prensipleri sadece kendileri için tüm dünya halkları için de doğru düşündüler ve evrensel prensipler olarak kabul ederek, başka ülkelere çoğunlukla dayatmaya kalktılar. Bu da Amerikalıların prensiplerinin istisnacılık mı yoksa evrensellik mi olduğu tartışmalarını getirdi.
Son 30 yıldır Küreselleşme’ye gösterilen reaksiyon da Avrupa ve Kuzey Amerika’da milliyetçilik ve popülizmin artmasına neden olmuştur. Son 20 yılda yaşanan küresel finansal krizler ve göçmen dalgaları özellikle Avrupa Birliği’nde milliyetçi akımları daha da güçlendirdi.
2010 yılından beri Katalan milliyetçiler bağımsızlık hareketini yenilediler ve bağımsızlık ilanı yaparak İspanyol milliyetçileri ile karşı karşıya geldiler.
Yunanistan’da 2008 yılında patlak veren ekonomik kriz ve ardından başlayan göçmen dalgaları sadece Yunan milliyetçiliğinin değil özellikle gençler arasında faşizmin de yükselmesine neden oldu[34].
Orta Avrupa’da da milliyetçi akımlar yükselişte. Polonya ve Macaristan’da milliyetçi partiler iktidarda; Bulgaristan, Slovakya, Letonya ve Ukrayna’da ise koalisyon ortağı konumundalar.
2014 yılında Narendra Modi’nin liderliğindeki Bharatiya Janata Partisi’nin iktidara gelmesi ile Hint milliyetçiliği yükselişe geçti[35]. Buna dini milliyetçilik de eşlik ediyor.
Militan Budist milliyetçilik ise Myanmar, Tayland ve Sri Lanka’da yükselişte.
Japonya’da 21. Yüzyılına başında artmaya başlayan milliyetçi akımın arkasında büyük ölçüde aşırı sağ ve ultra-muhafazakâr Nippon Kaigi örgütü var[36]. Yeni akım Japon askeri gücünün eski konumuna gelmesini ve revizyonist politikalar izlenmesini istiyor.
İskoçya’da 18 Eylül 2014’de yapılan referandum ile bağımsızlık önerisi %55.3 karşı oy ile reddedildi. 2016 yılında ise Birleşik Krallığın Avrupa Birliği’nden çıkması (Brexit) önerisinin referandumunda kabul edilmesi popülizmin zaferi olarak görüldü. Bu karar üzerine İskoçya’nın bağımsızlık için ikinci bir referandum yapılması gündeme geldi.
2016 yılında ABD’de hiçbir siyasi tecrübesi olmayan bir iş adamı olan Donald Trump’ın seçimi kazanmasında popülist/milliyetçi söylemleri etkili oldu. Özelikle “Amerika’yı tekrar büyük yapmak” ve “Önce Amerika” sloganları milliyetçi bakışını ortaya koydu. Yurtseverlikle milliyetçiliği eş değer tutan Trump, bizzat kendisini “milliyetçi” olarak tanımladı[37].
2016 yılında Filipinler’de başkan olan Rodrigo Duterte de milliyetçi söylemler seçimi kazandı. Öncekilerin aksine ülkesini ABD’den uzaklaştırarak, Çin’e yaklaştırdı[38].
2017 seçimlerinde Fransa’da aşırı sağcı Marine LePen’in Ulusal Cephe Partisi başkanlık seçimlerinin ikinci turunda %33.9 oy aldı. Hollanda’da milliyetçi Özgürlük Partisi, İtalya’da aşırı sağcı Zirve Partisi koalisyon hükümetlerine girdiler. Böylece bu partiler hem kendi ülkelerinin hem de Avrupa’nın gündemini şekillendirme konumuna geldiler.
2022 yılının son günlerinde Benjamin Netenyahu’nun kurduğu yeni İsrail hükümeti ülke tarihinin en sağcı ve en muhafazakâr koalisyonu olarak tanımlanıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda beri, klasik milliyetçiliğin yeni ve aşırı bir şekli ortaya çıkmaya başladı; Yeni Milliyetçilik. Bu tür milliyetçilik; bölgeselleşme, küreselleşme ve bürokrasileşmenin yarattığı sosyal, ekonomik ve siyasi dönüşümlere reaksiyon olarak ortaya çıktı[39]. Bugün özellikle göçmen ve sığınmacı trafiğine karşı çok daha gündemde bir akım olarak yaşanıyor.
Yeni milliyetçilik, milli olan ile diğerleri arasındaki ayırımı daha çok gündeme getiriyor. Göçmen karşıtı politikalar, yerlicilik, korumacılık, yabancı düşmanlığı şeklinde ortaya çıkıyor ve gittikçe siyasi seçimlerin önemli bir belirleyici gündem maddesi oluyor.
Pandemi, milliyetçiliği kuvvetlendirdi hatta medikal milliyetçilik, günlük milliyetçilik ve ekonomik milliyetçilik gibi tepkisel şekilleri ortaya çıktı. Yeni milliyetçilik, kriz zamanlarında bir reaksiyon olarak ortaya çıkıyor. Şimdi ABD, Avrupa, Rusya, Arabistan ve Türkiye’de milliyetçiliğin yaşamakta olduğu değişimleri özetleyelim.
Amerikan milliyetçiliği
Tarihin büyük bölümünde Washington’un güvenlik stratejisi idealist seferlerden çok; soğuk, hesaplanmış milliyetçiliğe dayanmıştı. Kore ve Vietnam savaşları hariç, Soğuk Savaş boyunca ucuz yöntemler, vekilli savaşlar, ambargolar ve silahlanma yarışları ile Sovyetleri iflas ettirmeye çalıştı. Ekonomik stratejisi ise görünüşte serbest ticaret ve serbest Pazarı savunuyordu ama burada da aydınlanmış, kendi çıkarına dayalı milliyetçilik esastı. Bu gerçekten asla sapılmadı. Amerika’nın kuruluşundan İkinci Dünya Savaşı’na kadar ülkenin gümrükleri sadece devlet geliri için değil yeni gelişen endüstrileri İngiltere gibi rakip ülkelerin ihracatından korumak için kullanıldı. Aydınlaşmış liberal milliyetçilik, iki yüzyıl boyunca Amerikan çıkarlarına hizmet etti. Amerikan liberal milliyetçiliğinden post-milliyetçiliğe geçiş Nixon ve Clinton dönemleri arasında oldu. Nixoncu milliyetçilik, Amerika’nın aşırı askeri büyüdüğü ve göreceli olarak ekonomide küçüldüğü algısına dayalı alternatif bir büyük strateji idi ama tutmadı. Dwight Eisenhower gibi Richard Nixon, Sovyetlere karşı sevilmeyen, pahalı vekilli savaşların hızını kesiyordu.
Nixon; yumuşama, böl ve yönet, Sovyetlere karşı Çin’i kullanmak gibi masrafız yöntemleri istiyordu. Nixon Doktrini’ne göre, vekil devletler Amerikan askerlerine güvenmektense kendi savaşlarını kendileri yapmalı idi. Nixon döneminden kalma aydınlanmış milliyetçiliğin yeni versiyonu, Amerikan müttefikleri ve ortakları daha fazla yük paylaşması, üretim endüstrilerini ulusal güvenlik vasıtası gibi görmesi olabilir.
Amerikan küresel hegemonyası Avrupa, Asya ve Avrupa’da başka bir gücün hegemon olmasını önlemeyi öngörürken, yeni ve ara bir model bulunabilir. Gerçek olan küresel olarak hem güç dengesi hem de kıyı dengeleyici rolünün çok pahalı olduğudur. Bazı ülkelerin kendi haline bırakılması, ABD’nin masraflarını ve yükümlülüklerini azaltır. Bunun yolu Avrupa ve Asya’daki Amerikan askerlerinin çekilmesidir. Diğer bir ara formül bu yükümlülük ve masrafların karşılıklı dengelenmesi olabilir. İşte önceki ABD başkanı Trump’ın yapmaya çalıştığı da buydu. Özetle, ABD, küresel hegemonya ve post-milliyetçi dönemi geride bırakarak aydınlanmış Amerikan milliyetçiliğine geri döndü. Ancak, Trump’ın daha çok ekonomik alanda milliyetçiliği dünyayı ABD aleyhine kutuplaştırdı ve bu hegemon bir güç için iyi değildi. Nitekim “uluslararasıcı” okuldan yeni başkan Joe Biden, hemen Trump’ın özellikle Avrupa ile ilişkilerde kırıp döktüklerine tamire başladı.
Çağdaş dünyada sınır aşan göç konusu oldukça abartılmaktadır. Solcular, neoliberaller, liberaller ve bazen popülistler, göçmenlerin sınırlanmasını istemekteler. 2017 yılı BM rakamlarına göre, küresel nüfusun sadece %3,4’ü uluslararası göçmendir[40]. Diğer bir deyişle, dünyanın %97’si kendi doğduğu ülkede yaşamaktadır. Şüphesiz demokrasileri ve ekonomileri ile Batılı ülkeler daha çok göçmen ve mülteci çekmektedir. Ama ABD içinde sadece %14 seviyesinde göçmen var ve bu rakam kabaca 1900’ler seviyesindedir. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve 1920’lerin yasaklayıcı kanunları ABD’ye göçmen akımını yarım yüzyıl azaltmıştır. Göçmen oranı Kanada (%22) ve Avustralya’da (%28) daha fazladır.
Göçmenlerin yasaklanmasına ilişkin popülist destek, Trump muhafazakârlığı ve Avrupa’daki çeşitli sağ-popülist gruplar tarafından bazen ırkçılık veya yerlici histerisi haline getirildi. Bununla beraber, göçmenlere karşı çıkanların ekonomik ve kültürel tezleri genellikle doğrudur. Belli bir uzmanlığı olmayan, hünersiz göçmenler ülkedeki yerli hünersizler ile rekabet etmekte, iş bulmak zorlaşmakta ve göçmen yoğun sektörlerde işçi ücretleri düşmektedir. Ayrıca göçmenlerin getirdiği yük, refah toplumunun vergilerini tüketmekte ve siyasi sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle, göçmen ya da sığınmacıların düşük ücretli olmalarından yararlanmak yanında bunların doğru sektörlere ve dengeli bir şekilde yönlendirilmesi önemlidir.
Diğer bir tartışma alanı gelen göçmen ya da sığınmacıların milli kültürle ilişkileri, asimile edilmeleridir. Dışarıdan gelen nüfusun oluşturduğu kitlelerin gelecekte yol açabileceği sorunlar yabancı düşmanlığını beslemektedir. ABD içine son 50 yılda Latin Amerika ve artan şekilde Asya’dan gelen kitlesel göçler beş resmi ırk ortaya çıkardı[41]; Siyahlar, Hispanik Olmayan Beyazlar, Hispanikler, Asyalılar ve Yerli Amerikalılar. Bu ırklara kolejlere ve işe girişlerde kota uygulanmaya başladı ve bu alanların dışında da bilimsel olmayan ya da siyasi sınıflandırmalara tabi tutuldular. Toplumda ‘Hispanik’ veya ‘Latin’ kategorisi oluşurken, Beyaz Olmayan Hispaniklere karşı Siyahlar tercih edildi. Sınavlarda daha iyi notlar alan Asya- Amerikalılara karşı ayırımcılık yapıldı.
ABD’nin bir eritme potası olduğu tezi de gittikçe geçersiz hale geliyor. Avrupa’dan göç edenlerin torunlarının yarısı Amerikan İngilizcesini ilk dil olarak seçerken, diğer yarısı geldikleri Avrupa ülkesinin dilini öncelikle kullanıyor. Amerikalıların dörtte üçü Amerikan İngilizcesi kullanıyor ve başka dil bilmiyor. Eriyen ırk farklılıkları İngiliz Amerikalıları ve diğer Beyaz etnik gruplar arasındaki farklılıkları sildi. Üçüncü diğer grup olan Hispanikler ve büyük sayıdaki Asya Amerikalıları kendi grupları dışındakilerle evleniyorlar. Irklar arası evliliğe muhalefet çökmüş durumda ama Siyah Amerikalılarda bu oran %18.
ABD’nin geçmişinde büyük politika olarak yalnızcılık, korumacılık ve yerlicilik var[42]. Çok pahalı Amerikan küresel hegemonyasından II. Dünya Savaşı öncesinin yalnızlığına dönmek için henüz erken çünkü ülke hala küresel hegemonyayı temsil ediyor ve pek çok itiraz alabilir. Korumacılık ise ABD’nin yoğun ihracat yaptığı, tek taraflı başkalarını sömürdüğü ve teknolojik yeniliklerine pazar aradığı küreselleşmiş bir dünyada diğer ülkelerin itirazını çekeceğinden bir yere kadar uygulanabilir. Yerlicilik ise sıkı göçmen politikaları ile çok kültürlülüğü birleştirmek demek ama bu da yabancı korkusu ve moral sorunlar yaratıyor.
Avrupa’nın romantik milliyetçiliği ve Yeni Milliyetçiliğin doğuşu
Avrupa’da romantik milliyetçiliğin önemli bir geleneği vardır. Fransız Devrimi’nin ruhu sadece bireylerin özgürlüğünü değil, ulusların hanedanlıklardan kurtulmasını da temsil eder. Bu nosyon, bireysel hakların, ulusun kendi kaderini tayin hakkının ve ulusal kimliğin karışımıdır. Avrupa Birliği (AB) de bunları bir araya getirmeye niyetlenmiştir. Sorun ulus olarak görülmüş, ulus için rakip parçaların bir cemiyet oluşturmaktan ziyade sıfır toplamlı bir mücadeleye girdiği düşünülmüştür. Bugün AB içerisindeki çekişmelerden de anlaşılacağı gibi gelecekte ne tür bir küresel veya bölgesel düzen kurulursa kurulsun hiçbir ülke ne ulusal çıkarlarından ne de millet olma bilinci, kimliği ve kültüründen asla vazgeçmeyecektir.
Avrupa romantik milliyetçiliğinin liberal formuna göre, her ulusun kendi kaderini tayin hakkı vardır. Problem, ulusu neyin oluşturduğunun tanımındadır. Romantiklere göre dil, ayrı bir tarih, kültür vb. şeyler ulusu belirler. Bu aynı zamanda kendi algısıdır. Eğer bir halk, kendini ayrı bir halk olarak görüyorsa, ayrı bir ulus mevcuttur.
Romantik milliyetçiliğin başka bir nosyonu bir ülkeyi oluşturan parçaların farklı beklentilerinin meşruiyetine karşı çıkar[43]. Bu yüzden, romantik milliyetçilik özgürlükçü olmaktan ziyade baskıcıdır. Bütünün parçalarının çeşitli nedenlerle bazen ulusal kimlikler icat etmesi, bütünü bozucu olarak görülür. Örneğin, Avrupa Birliği içinde hala ulus-devlet yapısı çok kuvvetli ve yeniden sınırların çizilmesi mümkün değildir. Tıpkı İspanya’dan otantik milliyetçilikle kendi özgürlüğünü isteyen Katalanlar için olduğu gibi. Hâlbuki Katalanya, tarih ve kültür olarak İspanya’dan farklı ve bir derece otonomiye sahiptir.
Özetle, Avrupa’da romantik milliyetçilik İngiltere Fransa ve İspanya başta olmak üzere bazılarının hem hayali hem de kâbusudur. Ancak, Avrupa’daki ekonomik sıkıntılar geri plandaki romantik milliyetçiliğin öne çıkmasına neden olabilir. Avrupa’nın romantik milliyetçiliğin dışında gelişen ve tarihi, kültürü ve dini ile bir Yahudi devleti kurulmasını meşru hak gören Siyonizm ise aynı hakkı Filistinlilere tanımamaktadır.
1. Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’da altı çizilen bir prensip var; sınırlar kutsaldır, değiştirilemez. Bunun nedeni, savaş öncesi sınır sorunlarına dönmemekti. Ama Sırbistan’ın sınırları Kosova Savaşı’ndan zorla değiştirildi. İspanya, kendi bölücü hareketi nedeni ile Kosova’yı AB içinde tanımayan dört ülkeden biri oldu. Karşı çıkılan başka ülkenin topraklarında hak iddia ederek devlet kurmaktı. Kendi kendine yapılan ulusal revizyonlar buna dâhil değildi. Örneğin Çekoslovakya’nın bölünmesi barışçı bir boşanma kabul edildi. Bu prensip, Yugoslavya veya Sovyetler Birliği’nden olduğu gibi daha küçük ulusal birimlere egemenlik devrini öngörmüyordu.
1990’larda Avrupa’da bir grup ülke bazen barışçı bazen çatışma ile ortaya çıktı. Bunlar Avrupa’daki tüm gerilimlerin bittiği anlamına da gelmiyor. Belçika, 19. yüzyılda kurulduğu günden beri birbirine düşman Fransızca konuşan Valonlar ile Hollanda dilini konuşan Flamanları bir arada tutmaya çalışıyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sınırlarının çizildiği Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Slovakya ve Romanya içinde bırakılmış büyük bir Macar nüfusu var. Birleşik Krallıkta İskoç ayrılıkçı hareketi var. Kuzey İrlanda ise şu an barışçı olsa da ayrılıkçı hareket devam ediyor. İtalya’da da benzer hareketler var.
Yeni Milliyetçilik ise Avrupa’da ortaya çıktı ve üç ayrı dalga halinde gelişti[44];
1970’lerdeki petrol krizini müteakip vergilere, bürokrasinin büyümesine ve çok kültürlülüğe Fransa, Danimarka ve Norveç gibi ülkelerde yaşanan tepki ilk dalga idi.
İkinci dalga 1989 yılında Doğu Avrupa’dan başlayan göçmen dalgası ile başladı.
2008 yılı uluslararası finans krizinin başlattığı göçmen krizi ise üçüncü dalga olarak
kabul edilmektedir.
Görüldüğü gibi Avrupa’da yeni milliyetçiliği tetikleyen dış gelişmeler ve krizler oldu. Bunlara 2011 yılı sonrası Arap Hareketleri ile Ortadoğu’dan başlayan göçmen baskısını ve 2020 yılında başlayan pandemi krizinin getirdiği küreselleşme ve bölgeselleşme tepkisini de ilave etmeliyiz. Sağlık koşulları kadar, kötüleşen ekonomik koşullar da ülkelerin için milliyetçi tepkileri gündeme getirdi. Avrupa’daki sağ partiler, popülist politikalar ile “diğer” olgusunu beslediler, korumacı ve yerlici politikaları desteklediler. Pandemi döneminde birlik olduğunu iddiası ile bir arada bulunan Avrupa ülkeleri sınırlarını birbirlerine kapadılar ve birbirlerine yardım etmediler ve herkes kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldı.
Bugün Batıda insanlar sinirli çünkü küreselleşme tarafından geride bırakıldıklarını düşünüyorlar. Ekonominin bazılarını onlardan daha fazla ödüllendirdiğini düşünüyorlar. Kızgınlar ve değişim istiyorlar. Sağ kesimde Donald Trump, Marine Le Pen ve Nigel Frage gibi liderlere yöneliyorlar. İngiltere’de İşçi partisi sola kayıyor, ABD’de Wall Street’i hedef alan Bernie Sanders ciddi bir başkan adayı oluyor. Avrupa Birliği’ndeki bıkkınlığın sebebi elitist bir proje olmasıdır. 40 yıl boyunca AB’yi girmeyi kimse halka sormadı ve insanlar tüm Avrupa’da olduğu gibi liderlere karşı sinirli. İnsanlar temel olarak bu konuda söz sahibi olmak istiyor ve bu yüzden referandumlarda genellikle ‘hayır’ çıkıyor.
İngiltere’nin AB’den çıkışı (Brexit) ve ABD’de Trump iktidara gelişi gibi son dönem gelişmeler, yükselen milliyetçilik ile iç içe geçmiş popülist hareketlerin sonucu oldu. Avrupa’da birlik üyesi olmasına rağmen Polonya, Macaristan, Fransa, Hollanda ve İskandinavya ülkelerinde milliyetçilik yükselişi belirgin hale geldi. Çin, Rusya, Türkiye, Hindistan ve İsrail gibi ülkeler zaten milliyetçi kategoridedir. Yeni olan ekonomik güvensizlik ve kültürel kaygıların, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde etnik milliyetçilik ve dini ayırımcılığı artırmasıdır. İşlerini kaybeden orta yaşlılar, kırsal kesimde yaşayanlar küreselleşmenin kurbanı olduğunu düşünüyorlar. New York ve Londra’daki zenginler kazanırken, kendilerinin beyaz olmayan göçmenler arasında azınlık durumuna düştüklerini hissediyorlar. Kültürel gerilemeden liberal laik elitin sorumlu olduğunu düşünenler var.
Diğer yandan, dev belediye bölgeleri küreleşme ve göç ile genişliyor, genç ve eğitimli profesyonellere dayalı olarak gelişen bilişsel hizmet ekonomisi, çoğunlukla açık toplumlara entegre olan göçmenler, aynı cins evliliği gibi yeni kültürel değişimler için hoşgörü ihtiyacı, evlilik dışı hayatın arttığı bir demografik denge; büyük ailelerin, yaşlı ve sanayi işçilerinin yerini alıyor. Küreselleşmenin taraftarları da eleştirenleri de resmin böyle olduğunu düşünüyor. Bu durumun bir sonucu olarak eğitimsiz, yerlici, ırkçı ve yabancı düşmanı seçmenler siyasi, ekonomik ve sosyal değişim ve ilerlemeyi oyları ile engellemeye çalışıyor. Buna paralel olarak, kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarının peşine düşmüş yozlaşmış elitlere karşı insanlar, ulusal egemenlikleri ve ulusal kimliklerini korumayı hedefliyor. Karşı taraftaki elitler ise Hitler dönemine dönüşü andıran kâbus senaryoları üretiyorlar.
Rus milliyetçiliği
Marjinal milliyetçilik 2000’lerde Putin ile birlikte Rusya’da ana akım oldu. 2014 yılından sonra Rus rejimi daha milliyetçi ve şovenist oldu. Milliyetçiliğe oynayan Rus siyasi sistemi otoriter bir rejime dönüştü. Başta Birleşik Rusya partisi olmak üzere milliyetçi partiler projeleri için devlet desteği aldı. Avrasyacı ve neo-faşist Dugin, Rusya’nın uyanışı ve Rus ruhu için gösterileri destekledi[45]. Dugin’in Haziran 2014’de Ukraynalılar için “öldürülmeli, öldürülmeli, öldürülmeli” söylemi Rus ırkçılığının ve şovenizmin aşırı örneği olarak gösterilir. Kırım’ı ilhakın ve Ukraynalıların varlığının yok sayılmasının muhafazakârlık ile alakası yoktu. 2012 yılı seçimlerinden sonra Putin, Rus kimliği ile ilgili bir arayışa girmişti[46]. Sovyet terminolojisinde milliyetçilik, Rus dünyası dışında kendi ülkene yer aramaktı ve bu burjuva milliyetçiliği Ukraynalılara yapıştırıldı. 2014 yılında Ukrayna seçimlerinde %44.6 oy alan milliyetçiler, ultra-milliyetçiler Rusya yanlısı olmayanlardı[47]. Batılılara göre ise Maidan meydanındaki tepkinin arkasında milliyetçilik değil, Rus liderlere ve emperyalist milliyetçiliğe reaksiyon vardı.
Rusya’da milliyetçi duyguları harekete geçirerek iktidarını sağlamlaştıran Putin, 2014 yılında Kırım’ı ilhak ettikten sonra 2022 yılında başlattığı savaş ile Ukrayna’nın doğusu ve Karadeniz kıyılarında toprak kazanarak, eski Rus çarlığını geliştirmeye devam ediyor. Çarlık Rusyası döneminde Ukrayna milli kimliğinin doğuşu engellenmiş ve baskı altına alınmıştı. Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın dilleri yasaklanmıştı[48]. “Ukrayna milliyetçiliği” “Bütün Rus Halkı (üç doğulu Slav ülkesi)” için bir tehdit olarak görülmüştü[49]. Rus Çarına göre, Ukrayna diye bir devlet ve Ukrayna tarihi olmamıştı. Onlar Rus’tu ve halen Rus propagandası aynı iddiaları sürdürüyor. Haziran 1863’te Rus içişleri bakanı Peter Valuev, Ukrayna dilinde eğitim ve dini yayını yasakladı. Mayıs 1876’da Çar II. Alexander, Ukrayna edebiyatını her seviyede yasaklayan bir kanun çıkardı[50]. Çarların baskısı Sovyet döneminden bile daha kapsamlı idi. Stalin, en karanlık dönemlerinde bile Ukrayna dilini tanımış ve resmi yayınlarda kullanmıştı. 1917 yılındaki devrim ile birlikte Hrushevskyy’nin başkanlığında Sovyet Sosyalist Ukrayna Cumhuriyeti kuruldu. 1924 yılında Ukraynalılaşma politikasını başlattı ama 1934 yılında şüpheli bir şekilde öldü.
Çarın Ukrayna fobisi Stalin ile bugün de Putin ile nüksetti. Önce 1932-1933 yıllarında 8 milyon Ukraynalı katledildi (Holodomor). Sonra kitlesel olarak Ukraynalı komünistler, eğitimciler, elitler karşı-devrimci ve Sovyetler Birliği’nin dış düşmanı suçlaması ile tutuklandı. Ukrayna’yı kaybetme korkusu Stalin gibi Putin’in de paranoyası oldu. Ukrayna olmadan Ruslar yaşayamazdı ve bu OGPU’dan NKVD, KGB ve bugünkü Rus istihbarat servislerine kadar her nesilde sadece istihbaratçılara değil, parti liderleri ve elitlere öğretilen bir konu oldu[51]. 1956 yılındaki meşhur konuşmasında Nikita Kruşçev, Stalin’in tüm Ukraynalıları kovma planını açıklamış ama onun itirazı (bunları gönderecek bir yer yok) ile vazgeçmişti[52]–[53].
Putin de Ukrayna takıntısı ile iktidara gelmiş ve daha ilk gününde şöyle demişti; “Bir şeyler yapmalıyız yoksa kaybedeceğiz.” Ona göre Ukrayna hükümetinin yaptığı her şey bir suçtu. Putin’e göre Rus Dünyası üç doğu Slav ülkesinin (Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna) ve Rus Ortodoks uygarlığının birleşmesinden meydana geliyordu. Kökleri Kiev Rusyasından bugüne geliyordu. Kırım’ın ilhakını müteakip Duma’da yaptığı konuşmada Rus uygarlığının Kiev’de başladığını söyledi. Kırım’da Çar dönemi (Osmanlıya karşı savaşan) kahraman Rus askerlerinin mezarları vardı. Sivastopol, Rus Karadeniz Filosunun doğduğu kale idi. Putin, Ukrayna hakkındaki milliyetçi ve emperyalist düşüncelerini hiçbir zaman saklamadı. Kırım’ın ilhakını meşru gördü ve Yeni Rusya için toprak talebinde bulundu.
Harita 1: Putin’e Göre Ukrayna Haritası
Not: Yeni Rusya (Kırmızı), Küçük Rusya (Mavi), Galiçya (Portakal)
Rus Çarları ve Putin’e göre, Ukrayna “Bütün-Rusya Halkı”nın üç kolunda biriydi; Ukrayna yoktu, “Ukraynalılık” vardı[54]. 2004 yılı seçimlerinden sonra Ruslar bazı Ukrayna haritaları üretmeye başladılar. Ukrayna’yı üçe böldüler (Harita 1); en yukarıda olan Galiçya birinci sınıf idi. İkinci sınıfta orta Ukrayna (Küçük Rusya) vardı. Hiyerarşide en aşağıda yaşayan üçüncü sınıfta ise güney Ukrayna (Putin’in ‘Yeni Rusya’sı) vardı. Rusça konuşanlar Galiçya’da yaşıyordu ve Galiçya milliyetçiliğinin tüm Ukrayna’ya hâkim olacağı sanılıyordu.
Görüldüğü gibi Ruslar, Yeni Rusya’yı işgale çalışıyorlar. Ama propaganda boyutunda NATO’nun genişlemesi en büyük neden olarak gösteriliyor. 2014 sonrası Rusların Ukrayna’ya yönelik bilgi savaşının ana temaları şunlar oldu[55];
IŞİD ile bağlantılar.
Donbas’ta işlenen savaş suçları ve Minsk barış sürecine uyulmaması.
MH17 uçağının düşürülmesinin arkasında Ukraynalıların olduğu.
Ukrayna’nın bir NATO üssü ve hükümetin Batının kuklası olduğu.
AB’ye entegrasyonun Ukrayna’ya fayda sağlamayacağı ve istenen reformları yapmak için gerekli kapasitesinin olmadığı.
Kırım’ın Rusya’ya ait olduğu.
Batının askeri yardımının Ukrayna’nın saldırgan milliyetçiliğini artırdığı.
Uluslararası mahkemelerin kararları hakkında fabrikasyon
Ukrayna’nın başarısız bir devlet olduğu.
Rus işgalinin nedenleri ile ilgili şizofrenik açıklamalar.
Ukrayna’nın yapay bir ülke ve çökmüş bir devlet olduğu.
Ukraynalıların ayrı bir halk olmadığı, Ruslarla tek bir halk olduğu.
Ukrayna dilinin yapay ve Rusça’nın bir lehçesi olduğu; Ruslar; üstün, modern ve gelişmiş bir millet iken, Ukrayna ve Ukraynalılar geri kalmış, eğitimsiz, basit, tembel, güvenilmez, hilekâr ve hırsızlığa eğilimli kimselerdir[56].
Ukrayna milletinin bir Avusturya komplosu olarak “Bütün Rusya Halkı”nı bölmek için yaratıldığı.
Ukrayna’nın Batı tarafından kontrol edilen kukla bir devlet olduğu.
Ukraynalıların alçak, gülünç ve insanlık dışı olduğu.
Ukrayna reformları ve AB’ye entegrasyonunun başarısız olacağı.
Ukrayna’nın faşistler ve Naziler tarafından yönetildiği.
Anti-siyonizm (Sovyet kamuflajlı anti-semitizm) Ukraynalı-Yahudi oligarklara
saldırmak için kullanılıyor.
Rusya’ya karşı yapılan suçlamalara karşı dikkatleri başka konulara çekmek.
Sonuç olarak, Putin’in milliyetçiliği, Rus Çarlarının emperyalist milliyetçiliğidir. 2004 yılındaki Portakal Devrimi ve 2012 yılında Putin’in yeniden seçilmesinden sonra Ukrayna ile ilgili resmi söylemler, askeri saldırganlık ve bilgi savaşı açık hale gelmeye başladı. 2007 yılında Rus Ortodoks Kilisesinin iki kolu birleştirildi ve Rusya Dünyası Vakfı kuruldu. 2008-2012 yılları arasında Putin kendisini Rusya topraklarını yeniden kazanacak kişi olarak tanımlamaya başladı. 19. yüzyılın sonundaki Rus çarları gibi Ukrayna halkının sahte olduğunu iddia etmeye başladı[57].
Arap Milliyetçiliği
Araplarda ulus-devlet düşüncesinin kökleri, 19. yüzyılın sonlarına gitmektedir. Bunun temelinde, Avrupalı imparatorlukların yerini ulus-devletlerin alması düşüncesi vardı. Bu düşünceler, İslamcılık ve Arap milliyetçiliği peşinde kendi krallıklarını kurmak isteyenlerin beklentileri karşısında rafa kalktı. Araplar, kendi tarihlerinin başlangıcının beri kabile ve aşiret yaşantısını sürdürdüklerinden ulus-devlet oluşturmaları kolay değildir. Arapların ifadesi ile, Arap toplumun esası “Milliye” değil, “Kavmiye”dir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu’da ortaya çıkan devletler, İngilizlerin bölge petrolünü kendine hizmet etmiş kavimlere paylaştırma ve manda rejimleri kurma planı çerçevesinde cetvelle çizilmiştir. 1950’lerde Arap sol-kanat laikler tarafından ulus çıkarlara odaklı ulus-devlet mantığı geliştirilmiş, Suriye ve Irak bu yüzden hedef alınmıştır. Araplarda milliyetçiliğin temeli “ulus” yerine genellikle Arapçılık, İslamcılık ya da yabancı düşmanlığı ile doldurulur. 20. yüzyılın başında Arap milliyetçiliğinin temeli, Türk düşmanlığı idi. İsrail’in kurulması ile birlikte bu temel İsrail düşmanlığına dönüştü. Bugünkü Arap devletleri hala bir tür kabileler ittifakıdır ve yönetimdeki kabile, iktidarını bazen tavizler vererek bazen acımasız yöntemlerle sürdürmeye çalışmaktadır.
Suudi Arabistan, uzun zamandır hâkim olan dini yapının etkisini radikal olarak azaltarak, iç ve dış politikası ile uyumlu yeni bir milliyetçilik kurguluyor. Yeni milliyetçiliğin merkezinde Muhammed Bin Salman’ın liderliği ve onun reform gündemi var. Önceki krallar, ülke kimliğinin merkezine dini koymuş, milliyetçiliği monarşiye tehlike olarak görmüştü. Bugün ise din’in yerini yeni liderin reform vizyonu alıyor. Bunun bir ucunda ise Salman’ın kendi konumunu güçlendirme projeksiyonu bulunuyor. Kendisinin yükselme hikâyesini Suudi devleti ve liderliğinin kalbine yerleştiriyor. Devlet, din ve milliyetçilik arasında yeni bir denge arayışı var.
Suudi Arabistan, pek çok kabile, mezhep, etnik ve dini grubun yaşadığı geniş bir çöl ülkesidir. Bu grupların her birinin geçmişte merkezi yönetime meydan okumaları oldu ve yönetim bunları dini kullanarak savuşturdu. 1744’de ilk kurucu Muhammed İbn Suud ile dini lider Muhammed İbn Abdal Wahab arasında bir görev paylaşımı olmuştu. Bu ittifak, 1932 yılında Suudi devleti kurulana kadar sürdü ve 1973 yılında petrol krizi yaşandığında (pek çok bölgesel ve mezhepsel kırılmalara rağmen) din hala Suudi yaşamının merkezinde idi. Petrol gelirlerinin artması ile daha iyi bir okul sisteminin kurulması dini kimliğe de etki etmeye başladı ve 1970 ve 1980’lerde İslami Uyanış (Sahwa) akımı yükselmeye başladı. Sonuçta din hem bir üst kimlik hem de kraliyet ailesinin meşruiyetinin dayanağı idi. İslam kimliği, Arap birliği için de önemliydi. Suudi liderliği muhafazakârlar ile liberal reform yanlıları arasında bir denge kurarak oyalama stratejisi izliyordu. 2005 yılında kral Abdullah bir milli gün tatili ilan ettiğinde, dini kesimler bunun İslami geleneklere uygun olmadığını söylediler.
Diğer yandan, kadınlara araba sürme yasağının kaldırılması gibi liberal istekler bekliyordu. Müslüman Kardeşler ile mücadele yanında Katar ve Yemen ile ilgili sorunlar milliyetçiliği akla getirirken, Arap hareketlerindeki gibi ülke içinde bir ayaklanmayı önlemek için krallık sürekli halka para dağıtıyordu. 1980’lerde başlayan devlet destekli dini seferberlik artık işlemiyordu. Halk o süreçte Sahwa liderleri arasında sandviç olmuştu. Sahwa liderleri, Amerikan askerlerinin ülkeye gelmesine karşı çıkmıştı. Şimdi ise devletin yukarıdan aşağıya milliyetçiliği, tabandan gelen milliyetçiliği sarmalamaya çalışıyor. Nisan 2016’da iktidara gelen Salman’ın ekonomik stratejisi Vizyon 2030 ile tanıtılıyor. Gerçek değişim için gençliğin önemine vurgu yapılıyor. Yeni Suudi Arabistan, yönetim ile halk arasında yeni bir sözleşme anlamına geliyor. Sosyal hayatı düzenlemek istiyor, gençlere yönelik yeni eğlence dünyası kurmayı planlıyor ama yeni bir ayaklanmadan korktuğu için de güvenliği elden bırakmıyor.
Salman sürekli medyada gözükmek ve halkın gururu olmak istiyor. Geleceğin yarı- özerk akıllı şehri (NEOM) gibi uçuk-kaçık mega projeler peşinde. Suudi nüfusunun %60’ı 30 yaşın altında. Küreselleşen teknoloji dünyasında artık bunları 7. Yüzyılın hikâyeleri ile bir arada tutamazsın. Diğer yandan ülkedeki her liberal girişimin arkasında Müslüman Kardeşler şüphesi yaşanıyor. Nitekim 2017 yılında sosyal medyada ifade edilen iddiaların ardından Müslüman Kardeşler etkisi arandı ve ilk tutuklamalar böyle geldi. İkinci grup tutuklamalar yolsuzluk iddiaları üzerine zengin elit kesime yöneltildi[58]. Salman, soyduğu prenslerin parasını böylece cebe indirdi. Mayıs 2018’de kadınlara araba yasağının sona erdirilmesinden birkaç hafta önce ise kadın aktivistler tutuklanmıştı.
Sonuç olarak, Yeni Suudi milliyetçiliği toplumu değil devleti masaya yatırıyor. Reformların amacı halkı özgürleştirmek değil, Salman’ın koltuğunu güçlendirecek yeni bir hikâye yazılmasını amaçlıyor. Liberal istekler de bulunanlar “hain” olarak damgalanıyor.
Salman’ın dış politikasındaki milliyetçi yaklaşıma gelince; “Önce Suudi” sloganı ile liderlik ve iddialı bir dış politika birbirini tamamlıyor[59]. Donald Trump’tan kopyalanan “Önce Suudi”, diğer Arap ve Müslüman devletlerine göre Suudi Arabistan’ın çıkarlarının önceliği anlamına geliyor. Salman dış politikası, İran’a karşı İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinin önünü açıyor. Kaşıkçı’nın katledilmesinden sonra imajını kurtarmak için sosyal medyayı daha çok kullanan Salman, dış politika mesajlarını da buradan veriyor ve düşman belirlediklerine “Sabrımızı taşırma!” mesajı veriyor.
Salman’ın eleştiriye tahammülü yok. 2017 yılında Almanya dışişleri bakanı Sigmar Gabriel, Suudi dış politikasını “maceracılık” olarak tanımlayınca, Salman hemen ülkesindeki Alman şirketlerinin faaliyetlerini dondurdu ve Berlin’deki büyükelçiyi geri çekti.
Ağustos 2018’de Kanada’nin Riyad büyükelçisi kadın hakları aktivistlerini destekleyen tweet atınca elçi kovuldu, Kanada’daki Suudi öğrenciler geri çağrıldı, ticaret ve uçuşlar durduruldu.
Suudi Arap muhalif Cemal Kaşıkçı’nın Ekim 2018’de İstanbul’da katledilmesinin ardından yapılan ifşaatlar karşısında Türkiye düşmanlığını zirveye taşıyan Salman, BAE ile birlikte dış politikada Suriye, Libya ve Somali’de karşıt faaliyetleri desteklemeye başladı. Bu düşmanlık Suriye’de PKK’ya mali destek sağlamayı da kapsadı.
Sonuç
Her ülkenin tarihi tecrübeleri çok farklı ve buna uygun olarak da milliyetçilik fikirleri farklı nitelikler içinde gelişti. Bir ülke faşist, otoriter, totaliter ya da demokratik olabilir ama gene de kendi ulus-devlet anlayışına ve kültürüne uygun bir milliyetçiliğe sahiptir. Yeni milliyetçilik ise özellikle Soğuk Savaş sonrasında dünya gündemini oluşturan küreselleşme ve bölgeselleşme ve son yıllarda artan göç olgusuna karşı gelişti. Türkiye’de de son on yıldır patlama noktasına gelen sığınmacı sorunu karşısında verilen tepkiler de bu kapsamda ele alınabilir. Ama şüphesi milliyetçilik sadece bunlarla sınırlı olan tarihi tecrübelere dayanır. Türkiye’de ise son 30 yılda Türk milliyetçiliğinin iç boşaltılmaya çalışılmaktadır. Adeta “Türksüz” bir milliyetçilik kurgulanıyor. Türkçülük ise bitme noktasındadır. Önümüzdeki makalede Türk milliyetçiliği, Türkçülük ve Kürtçülük ile ilgili bir resim ortaya koymaya çalışacağız.
[1] Monika Kirloskar-Steinbach, Liberal Nationalism-A Critique, Trames, (June 2001), 107–119.
[2] Patricia Sohn, What Is Nationalism? A Nation? A Nationalist? E-ir, (Nov 16 2018).
[3] Onur Öymen, Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus Devleti Korumak, Remzi Kitabevi, (İstanbul, Ekim – 2005), 33-34.
[4] Aristotle A. Kallis, Genocide and Fascism: The Eliminationist Drive in Fascist Europe, Routledge, (London, 2009).
[5] Ernest Gellner, Nations & Nationalism, Ithaca, Cornell University Press, (2009), 23.
[6] Anthony D. Smith, Theories of Nationalism, Duckworth, (London, 1983), 21.
[7] Daniele Conversi, Reassessing Current Theories of Nationalism: Nationalism as Boundary Maintenance and Creation, Nationalism and Ethnic Politics 1(1), (1995), 73–85.
[8] Jonathan M. Acuff, ‘Modernity and Nationalism’, in R. A. Denemark (Ed.) The International Studies Encyclopedia Oxford/Boston-Malden, MA: Wiley-Blackwell, (2010).
[9] Gellner, ibid, (2009), 44.
[10] James Paul, Nation Formation: Towards a Theory of Abstract Community, Sage Publications, (London, 1996). 6.
[11] Alan Finlayson, 5. Nationalism, Rick Geoghegan, Vincent Wilford, (Ed.) Political Ideologies: An Introduction, Routledge, (2014), 27.
[12] Craig Calhoun, Nationalism and Ethnicity, Annual Review of Sociology, V.19, N.1, (1993), 211-239.
[13] Ivo Banac, The National Question in Yugoslavia, Cornell University Press, (1984).
[14] Jerry Z. Muller, Us and Them, Current, Issue 501, Mar/Apr 2008, 9-14.
[15] Arash Abizadeh, Does Liberal Democracy Presuppose a Cultural Democracy? Four Amendments, American Political Science Review. 96 (3), (2002), 495–509.
[16] Robert Gilpin, The Political Economy of International Relations, Princeton University Press, (1987), 31–34.
[17] Kate Nash, The Blackwell Companion to Political Sociology, Wiley-Blackwell, (2001), 391.
[18] Jeremy D. Popkin, A History of Modern France, Routledge, (2016), 173.
[19] Rich Lowry, The Case for Nationalism, Broadside Books, (2019).
[20] Yoram Hazony, The Virtue of Nationalism, Yale University, (2018).
[21] Kim R. Holmes, The Problem of Nationalism, Heritage Foundation, (December 13, 2019).
[22] Anthony D. Smith, Milliyetçilik ve Kültürel Kimlik (Millî Kimlik), Türkiye Günlüğü, Mart-Nisan 1998, 76.
[23] Gellner, ibid, (2009), 48-49.
[24] Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çev.: İ.Savaşır, Metis Yayınları, (İstanbul, 2011), 21.
[25] Gretchen Schrock-Jacobson, The violent consequences of the nation: Nationalism and the initiation of interstate war, Journal of Conflict Resolution, v. 56, n. 5, (2012), 825-852.
[26] Lisa Wade, Why is Nationalism Dangerous, The Society Pages, (December 26, 2016).
[27] Heywood, Andrew, Political Theory: An Introduction, Macmillan Press. (London, 1999), 97–98, 229.
[28] Anna Triandafyllidou, National Identity and the Other, Ethnic and Racial Studies, (1998), 21 (4): 593–612.
[29] Kim R. Holmes, The Problem of Nationalism, Heritage Foundation (December 13, 2019).
[30] Jeffrey Herbst, War and the State in Africa, International Security, (Spring 1990), 14 (4): 117–139.
[31] Barry Posen, Nationalism, the Mass Army, and Military Power, International Security, (Fall 1993) 18 (2): 80– 124.
[32] Michael Hechter, Containing Nationalism, Oxford University Press, (2000).
[33] Holmes, ibid, (December 13, 2019).
[34] Alexandra Koronaiou et all., Golden Dawn, Austerity and Young People: The Rise of Fascist Extremism Among Young People in Contemporary Greek Society, The Sociological Review, SAGE, (2015). 63 (2_Suppl): 231–249. 35 Jason Burke, Narendra Modi’s Landslide Victory Shatters Congress’s Grip on India, The Guardian, (16 May 2014).
[35] Jason Burke, Narendra Modi’s Landslide Victory Shatters Congress’s Grip on India, The Guardian, (16 May 2014).
[36] ABC News, Japan Emperor Greets at Celebration Hosted by Conservatives, (8 July 2020), 130-131.
[37] Julio C. Teehankee, Duterte’s Resurgent Nationalism, Journal of Current Southeast Asian Affairs, (2016), 3.
[38] Teehankee, ibid, (2016), 8.
[39] Andre Gingrich, Marcus Banks, (Edit), Neo-nationalism in Europe and beyond: Perspectives from social anthropology. Berghahn Books, (New York, 2006).
[40] Michael Lind, Why Nationalism Will Win the Twenty-First Century, National Interest, (April 23, 2022).
[41] Lind, ibid, (April 23, 2022).
[42] Michael Lind, Next American Nation, Free Press, (2006), 117.
[43] George Friedman, Gaza, Catalonia and Romantic Nationalism, Stratfor, (November 27, 2012).
[44] Zhongyuan Wang, From Crisis to Nationalism? Chin Polit Sic Rev, 2021; 6(1): 20–39.
[45] Catherina A. Fitzpatrick, Russia This Week, The Interpreter, (11 April 2014). https://www. interpretermag. com/ russia-this-week-communist-wins-mayoral-elections-in-novosibirsk
[46] Richard Sakwa, Russia Against the Rest. The Post-Cold War Crisis of World Order, Cambridge University Press, (2017), 189.
[47] Gordon M. Hahn, Ukraine Over the Edge. Russia, the West and the new ‘Cold War’ McFarland and Company, (2018), 290.
[48] David Saunders, Russia and Ukraine under Alexander II: The Valuev Edict of 1863, The International History Review, (1995), XV11 (1): 23–50.
[49] Taras Kuzio, Nation-State Building and the Re-Writing of History in Ukraine: The Legacy of Kyiv Rus, Nationalities Papers, (2005), 33 (1): 30-58.
[50] Serhii Plokhy, Lost Kingdom. A History of Russian Nationalism from Ivan the Great to Vladimir Putin, Penguin Books, (London, 2017), 145.
[51] Anne Applebaum, Red Famine. Stalin’s War on Ukraine, Allen Lane, (London, 2017), 161.
[52] Z.A. Medvedev, and R.A. Medvedev, (Eds.), The Secret Speech. N. S. Krushchev, Spokesman Books and Bertrand Russell Peace Foundation, (Nottingham, 1976), 58.
[53] Mikhail Zygar, All the Kremlin’s Men. Inside the Court of Vladimir Putin, Public Affairs, (New York, 2016), 258.
[54] Vladislav Surkov, Mne interesno deystvovat protyv realnosty, Aktualnye Kommentarii, (26 February 2020). http://actualcomment.ru/surkov-mne-interesno-deystvovat-protivrealnosti-2002260855.htm
[55] D.Yu Zolotukhin, Bila Knyha, Spetsialnykh Informatsiynykh Operatsiy Proty Ukrayiny 2014-2018. Mega-Press Hrup. (Kyiv, 2018).
[56] Alena Minchenia, Barbara Tornquist-Plewa and Yuliya Yurchuk, Representation of Belarus and Ukraine Leaders, Reserach Portal, (2018), 25.
[57] Stanislav Vorobyev, Comparison of Russian Neo-Nazis and Putin’s Statements About Ukraine, (12 April 2020). https://www.youtube.com/watch?v=ZD62ackWGFg.
[58] Eman Alhussein, Saudi First: How hyper-nationalism is transforming Saudi Arabia, ECFR Policy Brief, (19 June 2019).
[59] Alhussein, ibid, (19 June 2019).
****************
Kaynak:
https://www.academia.edu/94227329/Yeni_Milliyet%C3%A7ilik&nav_from=6f297714-d175-40b4-8cd6-a3d5552ec171&rw_pos=0