İmparatorluğun Yağması
Yazar: Murat Bardakçı
ISBN: 978-975-7594-95-6
Yayınevi: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
Basım Yılı: 2.Baskı ,2006
Sayfa Sayısı: 244
Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen
Bu kitap, acı, buruk ve sahifeler çevrildikçe okuyucuyu âdeta hafakanların bastığı, ısırıcı bir serencamı dile getirir. Bu eserde bütün gücünü yitiren, millî birliğini yabancı devletlerin insaf bilmeyen iştihalarına terk eden son Türk imparatorluğunun, nasıl yağma edilip parçalandığı anlatılır.
Bu kitapta, şahsiyetini kaybetmiş bir devletin yabancılara nasıl av olduğunu anlatmak istedim. İnanıyorum ki, Balkan ve daha sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında Rumeli’de, Sarıkamış’ta, Galiçya’da ve Sina çöllerinin kumlarında harcadığımız yüzbinlerce Mehmedimizin, bu yazıların yansıttığı olaylardan ders alınmasını istemelerinde mutlaka hakları vardır. (Arka Kapak)
****
İmparatorluğun Yağması, Gazeteci İlhan Bardakçı’nın yazdığı, Osmanlı Devleti’nin dağımla devresini, üç ana olay çerçevesinde anlattığı kitap. Devletin sonunu getiren olaylar zinciri: Trablusgarp’ın işgali, Balkan bozgunu, Birinci Cihan Harbi. Tarih kitabından çok yazarın özel çabaları ile elde ettiği belgeler ,resimler ,gazete haberlerine dayanarak yukarıdaki olayları hikaye ettiği kitaptır.
Birinci bölümün. Libya işgaline ayrılmıştır. Bölüm başlarında yazarın koyduğu küçük sunuş yazıları olayların özü ve özeti gibidir: ”Tunus. devletten hayasızca koparılmıştır. Mısır sömürgeci oyunlar sonunda artık bizim değildi. Sıra Libya’ya, o zamanki vilayetimiz Trablusgarp’a gelmişti.1911 yılının ekim ayının bir sabah vakti seksen bin tonilatoluk İtalyan donanması arzı endam etmişti. İki buçuk milyon kilometre kareli Trablusgarp’ta sadece 1 500 askerimiz vardı. Zira buradaki tümeni Yemen’e göndermiş ve İtalyanlar’ın basıkısı ile oradaki komutanı değiştirmiştik Ama işin esas acı tarafı, İtalya’nın Libya’da bize karşı açtığın savaşın .masraflarını da bize ödetmiş olmasıdır. Tek tesellimiz daha sonra Birinci Dünya savaşında ve İstiklâl Savaşı’nda ustalık mertebesini aşan gencecik kurmayların burada verdikleri emsalsiz imtihandı.” Bu genç subaylar Enver, Mustafa Kemal, Fethi Bey ve diğerleri…Birbirleri ile daima çatışma halinde bulunan kabilelerden bir ordu vücuda getirmişler ve İtalyanları sahilden ileriye geçirmemişlerdir. Bu arada patlak veren Balkan Savaşı sebebiyle geriye çağırılmışlardır. Böylece ne yazık ki şgal ne katliamlar önlenememiştir. Sonuç malumdur: Ege Adaları’nın elimizden çıkması ve savaş tazminatına mahkûmiyet.
İkinci bölüm, Balkan Savaşını hikaye eder. Girişte yazar şu sunuşu yapıyor: ”Balkan Faciası der bizim tarihlerimiz 1912-1913 savaşına, doğrudur. Kimsenin dört eski vilayetimiz ve ilçemiz karşısında yenileceğimizi ummadığı bir savaşta biz 40 gün içinde dört asırlık Rumeli’mize ebediyen veda ediyorduk. Zira her askerî birlik, birbirine hasım ve ayrı partinin mensubu hâline gelmişti. Artık bize acıyan da kalmamıştı. Çatalca’ya kadar gelen düşmanlarımızı, onların kendi aralarındaki kavgadan yararlanarak ters yüz etmiştik ama..Ne var ki sınırımız Edirne’de noktalanmıştır. O güzelim fütuhat yıllarından bize kala kala, Tuna yalılarının hayalleri, buruk ve hasret dolu Rumeli türküleri ve tekbir döşeğini ya da pekmez güğümünü sırtlamış ve kucaklamış, Trakya çamuru içinde ağlamayı bile unutmuş göçmen kafileleri kalmıştı.”
Politika batağındaki ordu, bu bölümün ilk yazısı. Edirne fatihi Şükrü Paşa’nın,Talat Bey’e şu sözleri ile başlar: “-Seni, hemen yarın Edirne’nin ortasında idam ettirmemi istemiyorsan, bu günden tezi yok çek git buradan Talât Bey oğlum. Sen ki sabık Dâhiliye Nazırısın, sen ki, bana Edirne’ye vatanseverlik göstermek için er rütbesi ile gelmişsin.. Ve sen ki, bana yardımcı olmak yerine orduyu ifsâd ediyor, askere dövüşmemesini telkine çalışıyorsun… Çek git buradan, İttihat ve Terakkiyi yeniden iktidara getirmek için başka yerlerde çalış. Unutuyorsun ki ben politikacı değil, askerim. Ama sen ve arkadaşların elimizde kalan şu son serhat şehrini de politika uğruna kaybettirmek istiyorsanız o halde kazanmak istediğiniz nedir? Selimiye ki Rumeli’de cetlerimizin mührüdür. Sen bu mabedi dinamitleyip berhava etmemi söylüyorsun. Gözünü vatan ve ordu sevgisi değil, politika bürümüş, iktidar için orduya bile acımıyorsunuz. Sana Edirne Kumandanı Şükrü Paşa olarak emrediyorum. Hemen şimdi Edirne’yi terk edecek ve İstanbul’a gideceksin. Yoksa istemeye istemeye seni, yani İttihat ve Terakki’nin eski nazırını asacak veya kurşuna dizdireceğim.”
İmkansızlıklar içinde kendisinden bir ay süreyle Edirne’yi savunması istenen Şükrü Paşa, 30 gün yerine serhat şehrimizi 155 gün kahramanca, Bulgarlara ve Sırplara karşı savunmuş, ne yazık ki sonunda teslim olmak zorunda kalmıştı. Onurlu bir esaretten sonra İstanbul’a dönüşünde İstanbul onu sevgi ile karşılamayı beklerken trenden iner inmez Cemal Paşa tarafından bir otomobile bindirilerek adeta halktan kaçırılmıştır. Zira Edirne’ ye 2. Balkan savaşından sonra silah atmadan giren ‘balkan Fatihi’ Enver Paşa’yı gölgede bırakacaktır. Esasında bu ibretlik olay Balkan Savaşı’ndaki durumuzun bir numunesidir.
Edirne gibi bütün vilayet ve köylerinde yaşayan Müslüman halkın zulüm ve katliamlardan kurtulabilenleri varını yoğunu oralarda bırakarak kimi yayan kimi kağnı ve at arabaları ile kendilerini İstanbul’a atmışlardır. Ogünlerde İstanbul’un bütün camileri, parkaları, sokakları, sahilleri Balkan göçmenleri ile dolmuştur.
Kitabın Üçüncü bölümü, Birinci Dünya Savaşı’nı anlatır. Gene giriş kısmındaki sunuş şöyledir: ”Ölürken bile güzeldi devlet. Ama ölürken linç edilmişti adeta. Geçmişi ihya zor şey, ama hayallenmek mümkün. Ne var ki hayal bile ederken, bozuk para gibi harcanan Mehmetlerimizin ve avucumuzun içinde ıslak sabun misali kayan imparatorluğumuzun serencamından alınacak nice dersler vardır. Alabilirsek şayet, haysiyetimiz namusumuz ve gururumuz olan son devletimiz cumhuriyetimizi şerefler ve saadetlerle muhafaza etmemiz bizlere nasiptir, böyle biline.”
Bu harp, Fuat Paşa’nın dediği gibi. Tam bir ‘siz dışardan, biz içerden’ hikayesidir. Dışarıdan, İngiltere , Fransa, Rusya ve onların yanındaki diğer devletler ile bizim müttefikimiz olmasına rağmen niyeti yağmaya katılmak olan Almanya. İçeriden, basiretsiz bir iktidar, bilinçsiz, muhteris ve nerede ise hain yöneticiler; diğer yanda Hristiyan tebaanın ihaneti, Arapların ayaklanması ve düşmanlarımızın yanında yer alması vardır. Bütün bunlar kitapta belgelerle, gizli yazışmalarla, gazete haberleri ve olayların içinde olan kişilerin şahitliğin ile hikayeleştiriliyor. Zaten sonuç bellidir. Yağma tamamlanmıştır. Balkan Savaşı’nda Rumeli, bu büyük savaşta da Orta Doğudaki topraklarımız kaybediliyor. Kaybedilen topraklardan daha acısı Sarıkamış’ta, Yemen’de, Çanakkale’de, Galiçya’da, Kanal’da ve diğer cephelerde ordumuzun %34 ünü kaybetmemiz; şehit, yaralı, kayıp, esir ve hastalıktan hayattan koparılan 2 229 000 Anadolu gencini oralarda bırakmamızdır.
Bu kitap şu sebeple okunmalıdır: “Cumhuriyetimizi yaşatmak geçmişin hâdiselerin tahliliyle mümkündür. Çocuklarımıza iftihar ve gurur devirleri ile birlikte sancılı günleri, aynı tarafsızlıkla öğretmek ve sevdirmek vazgeçilmez reçetemizdir.
Kitabın son bölümünde toprak ve asker kayıpları ile ilgili tablolar verildikten sonra genel değerlendirme yapılmıştır. Arkasından yararlanılan kaynakların bibliyografisi vardır.