Mustafa DELİKURT
Bu yazıyı yazmaya başladığımda, henüz sandıkların % 70’ lik bölümü açılmıştı; Cumhur İttifakı oyların % 52’ sini, Millet İttifakı ise % 37’ sini almış görünüyordu. Ülkenin genelinde sonuçlar az çok belirginleşmişti. Bunun üzerine, geçmiş seçimlerdeki tecrübelerden hareketle, ilerleyen saatlerde seçim sonuçlarında yüksek ihtimalle önemli değişiklikler olmayacağı düşüncesiyle, seçim sonuçlarını yorumlamak amacıyla, bilgisayarımın başına geçtim.
Yazının başlığını “herkes kazandı” olarak belirlemiştim ve yazı şu cümle ile başlıyordu; “Kaygıların aksine, tertemiz bir seçim oldu…”
Ne var ki, ilerleyen saatlerde, İstanbul seçimleriyle ilgili gelişmeler, yazının konusunu da kurgusunu da değiştirmemi gerektirdi.
Anadolu Ajansı (AA)’ ndan alınan verilere göre, saat 22:00 sıralarında, İstanbul’da, Binali Yıldırım lehine yaklaşık % 2,5 nispetinde bir fark görünmekte iken, saat 23:00 sıralarına gelindiğinde, İstanbul’da oyların yaklaşık % 98’ lik kısmı sayılmıştı ve Binali Yıldırım, Ekrem İmamoğlu’ ndan yalnızca 4 bin 408 oy önde görünüyordu, aradaki fark hızla erimiş ve binde 5 civarına kadar gerilemişti. Ne olduysa bundan sonra oldu, sayaç bu noktada takıldı ve saatler geçtiği hâlde, bir daha hiç değişmedi.
AA bu garip durumla ilgili bir açıklama yapmadı. Bu arada, Ak Parti adayı Binali Yıldırım kameraların karşısına geçti ve “kazandım” dedi. Akabinde CHP adayı Ekrem İmamoğlu ekranlara çıktı ve “kendisinin önde olduğunu” açıkladı, “seçim sonuçlarına gölge düşürebilecek nitelikteki tavırlardan uzak durulması” konusunda ılımlı ancak kararlı ifâdelerle iktidara ve YSK yetkililerine çağrıda bulundu.
Ekrem İmamoğlu, yaklaşık yarımşar saatlik aralıklarla yaptığı sözlü bilgilendirmelerin sekizincisinde, seçim sonuçlarına ilişkin rakamlara dayalı açıklamalarda bulundu, “sayılmayan sandık sayısının 100’den az olduğunu, rakibinden en az 30 bin oy önde olmasına karşılık, sayılmayan oy sayısının 25 bin civarında olduğunu, dolayısıyla matematiksel olarak rakibinin öne geçme ihtimâlinin bulunmadığını” söyleyerek, “kazandığını” ilân etti. Pazartesi sabahı YSK tarafından yapılan açıklamalar, İmamoğlu’ nu teyit etti.
İmdi, şu soruyu sormamız gerekiyor: AA, seçimlerin sonuçlanmasına ramak kalmış iken, oy sayımını ya da sayılan oyların açıklanmasını niçin durdurdu?
AA tatmin edici bir açıklama yapmadığı için, hâliyle Cumhuriyetin bu köklü kurumunu zan altında bırakan yorumlar yapılıyor. Biz, kanıtlanıncaya kadar bu tür söylentilere/yorumlara itibar etmeyeceğiz. Hattâ, seçim sonuçlarına gölge düşürmek isteyen çevrelerce bir siber saldırı düzenlenmiş olmasını da ihtimâl dâhilinde görüyoruz. Fakat, hangi sebeple olursa olsun, AA yöneticilerinin, sayımın henüz tamamlanmadığı ve tarafların karşılıklı olarak kendilerini birinci ilân ettikleri saatlerde, yaşanan sorunun niteliği konusunda endişeleri giderici mâhiyette bir açıklama yapmamış olması, gerçek olmasa bile, “kasıt” iddiasına yönelik yorumların giderek artan sayıda taraftar bulmasına yol açmıştır.
Henüz esrarını çözemediğimiz bu garip durum, hemen her seçimde yaşanabilecek bir iki müessif olay dışında, huzur içinde yapılan seçimlere gölge düşürme istidadı taşımaktadır.
Meselenin sonradan tatlıya bağlanması, herkesi tatmin eden bir sonucun ortaya çıkması dahi, içte ve dışta bâzı çevrelerde “aslında, seçimlere müdahale edilmek istendiği” şeklinde bir izlenimin uyanmasına mâni olamayacaktır. Bu, ülkemizin ve “seçimin güvenli ve huzur içinde yapılması” konusunda canla-başla vazife yaptığına inandığımız binlerce görevlinin hak etmediği bir durumdur. Üstelik, bu tür gelişmeler, son zamanlarda bâzı çevrelerce “Türkiye’nin hukuk devleti vasfından giderek uzaklaştığı” yönünde yapılan bir takım iddiaların haklılık kazanmasına da sebebiyet verecektir. AA yöneticilerinin böyle bir sorumluluğu niçin yüklendikleri hususu, izaha muhtaçtır.
Burada, şu hususu da vurgulama gereği duyuyoruz. Son yıllarda yapılan seçimlerde, bilhassa 16 Nisan referandumundan sonra, ilginç bir gelişme yaşanmaktadır. Seçim sonuçlarının açıklanmaya başladığı saatlerde, iktidar cenâhının oyları çok yüksek oranlarla (bâzen, % 70-75 olabiliyor) başlamakta, ilerleyen saatlerde mütemâdî bir düşüş kaydederek, % 50 civârına kadar gerilemektedir. Sürekli tekrarlanmaya başlayan bu tablo, hayatın olağan akışına uygun değildir[i]. Bu durum, bir müddetten beri, AA’ nın objektifliği konusunda kamuoyunda tereddüt uyandırmaktadır.
Tekrar seçim gecesine dönecek olursak, bir hakkı teslim etmemiz gerekiyor.
CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun (ve/veya CHP’ nin), İstanbul’da, seçim sonuçlarının izlenmesine ilişkin muntazam bir organizasyon tesis ettiği ve sağlam bir kayıt/tâkip sistemi kurduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, sabah saatlerinde YSK tarafından açıklanan gayrıresmî sonuçlarla İmamoğlu tarafından geceyarısı açıklanan sonuçlar birbirine oldukça yakındır. Sayın İmamoğlu’nun, seçim gecesindeki dirâyetli tutumuyla seçimleri izleyen hemen herkese güven verdiği müşahede edilmiştir. Kendisini kutluyoruz.
Geçmişte muhalefet partileri bu yükümlülüklerini gerektiği gibi yerine getirmedikleri hâlde, sürekli seçim sonuçlarına ilişkin kaygılarını dile getirmişler, ancak iddialarını kanıtlayamadıkları için, kaale alınmamışlardır[ii]. Dileriz, İmamoğlu’nun/CHP’nin İstanbul seçimlerindeki bu uygulaması bundan sonraki seçimlerde emsâl olur; yurt sathında, diğer partiler/ittifaklar tarafından da uygulanır ve böylece, seçim sonuçlarına yönelik tartışmalar son bulur.
Ak Parti adayı Sayın Binali Yıldırım, mutedil kişiliğiyle tanınan bir siyâsetçidir. Seçim sürecinde de, kendisinden beklendiği şekilde, ılımlı/ötekileştirmeyen bir üslup kullanmıştır. Kanaatimizce, O’nun bu uzlaşmacı tavrı, yaşanan ciddî ekonomik sorunlara rağmen, seçimde yüksek oy almasını sağlayan âmillerden birisidir. Bakanlık ve Başbakanlık yapmış, tecrübeli, mutedil ve sağduyulu bir siyasetçi olan Sayın Yıldırım’ın, seçim sonuçları hakkında, süreç henüz tamamlanmamış iken ve tartışmalı/çekişmeli bir durum sözkonusu iken “kazandım” şeklinde açıklama yapmış olması, muhtemelen “yanıltılmış” olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, Sayın Yıldırım’ın saygın kişiliği ile bağdaşmayan bir tâlihsizlik olmuştur.
Bu safhadan sonra seçim sonuçlarının değişip değişmeyeceğini; İstanbul’da 200 binin üzerinde olduğu ileri sürülen “geçersiz” oyların -yeniden sayım yapılması durumunda- seçim sonuçlarının değişmesini sağlayıp sağlamayacağını bilmiyoruz. Seçim, kimin lehine sonuçlanırsa sonuçlansın, milletin irâdesine saygı duyulması gerekir. Ancak, AA’ nın izaha muhtaç uygulaması sebebiyle, seçim sonuçlarına ilişkin kamuoyuna bilgi akışında kesinti yaşanmış olması, üzerinde durulması ve bundan sonra tekrarlanmaması için gerekli önlemlerin alınmasını lüzumlu kılan bir husustur.
YSK tarafından “AA bizim müşterimiz değildir. Yaptığı işlemlerden sorumlu değiliz.” mealindeki açıklamalar esas itibâriyle doğru olmakla birlikte, bugüne kadar seçim sonuçlarının hızlı ve güvenilir bir şekilde kamuoyuna ulaştırılması görevi AA tarafından yerine getirilmiştir ve bu durum, bu güzide kuruluşumuzun kuruluş amaçlarından birisidir. Günümüz Türkiye’sinde, kamuoyunun “haber alma hakkı”nı başka şekilde kullanabilmesi kabil değildir. Bu önemli görevi yerine getirecek evsafta bir başka kuruluş bulunmamaktadır.
YSK, aslî görevi ve çalışma tarzı itibâriyle, seçimler hakkında kısa zamanda kamuoyuna bilgi verme durumunda değildir. Dolayısıyla, seçim sonuçlarının, hızlı haber verme yeteneğine/imkânına sâhip bir kuruluş tarafından kamuoyuna aktarılması zorunludur.
Seçim güvenliği konusunun şu bakımdan da özel bir öneme sâhip olduğu, unutulmamalıdır;
Ülkemizin başta gelen önemli iktisâdî sorunlarından birisi, “tasarruf açığı” konusudur. İstikrarlı bir kalkınma hızının sağlanabilmesi için gerekli tasarruf yapılamadığından[i], ülkemiz mütemâdiyen “dış borç” almak durumunda kalmaktadır. Bu durum, Türk Ekonomisinin “kırılgan” bir yapıya sâhip olmasına yol açmakta, krizlere ve dış müdahalelere zemin hazırlamaktadır. Demokrasi, hukuk ve bu bağlamda seçim güvenliği gibi konularda yaşanacak sorunlar, ülkemizin risk priminin artmasına yol açacak, dolayısıyla da dış borçların mâliyeti artarken, alınacak borçların vâdesi daha da kısalacaktır. Yüksek fâiz/düşük vâde konusu, hâlihazırda da önemli sorunlarımızdan birisidir. Bu sebeple, toplam seçmen sayısının yaklaşık 1/5’ inin oy kullandığı ülkenin en büyük şehrinde seçim sonuçları/güvenliği konusunda yaşanan tartışmaların etkilerinin ülkemizle sınırlı kalması beklenemez.
Ve, yine unutulmamalıdır ki, seçim/hukuk güvenliği ve özgür tartışma ortamının sağlanması gibi hususlar, topluma huzur ve yüksek refah olarak geri dönecektir. Bu konuda geçmişte ve günümüzde yeterli misâl bulunmaktadır. Refah ve hukûk arasındaki güçlü bağ, Yusuf Has Hacip’ten buyana, düşünürlerin üzerinde en fazla durdukları hususlardan birisidir.
DİPNOTLAR
[i] Zîrâ, saat farkı sebebiyle, doğu illerimizde oy kullanma işlemi Batı illerimizden bir saat önce başlamakta ve yine bir saat önce tamamlanmaktadır. Sözkonusu illerin önemli bir kısmında umûmiyetle HDP ve öncüllerinin oyları çok yüksek oranlarda çıkmaktadır. Dolayısıyla, sayımı yapılan ilk oylarda, bu partinin birinci olarak görünmesi bile mümkúndür. Oysa ki, uygulamada, bunun tersine bir gelişim gözlenmektedir.
[ii] Ülkemizde hâlen 200 bine yakın sandık bulunmaktadır. Bu kadar sandığa hâkîm olabilmek için, yaklaşık 200 bin görevliden müteşekkil bir seçim organizasyonunun vücuda getirilmesi; bunların eğitilmesi, denetlenmesi ve yönetilmesi, gerekli cihazlarla (akıllı telefon, tablet, bilgisayar vs.) donatılmaları, işlevsel ve yüksek güvenlikli/kapasiteli bir “seçim tâkip” proğramının ihdas edilmesi ve hızlı/kesintisiz şekilde işletilmesi, son derece kapsamlı ve mâliyetli bir iştir. Bilhassa meclis dışındaki muhalefet partilerinin böylesine devâsa bir organizasyonu teşkil edebilmeleri ve işletebilmeleri mümkûn olamamaktadır.
[iii] Ülkemizde, günümüz itibariyle % 5 – 6 nispetinde bir kalkınma hızının sağlanabilmesi için, her yıl millî gelirin yaklaşık % 25‘ inin tasarruf edilmesi gerekmektedir. Oysa, hâlihazırdaki tasarruf oranı % 13-14 civarındadır. Bu oran, Çin, Güney Kore gibi ülkelerde % 50’ ye yaklaşmaktadır. Kanada, Avustralya gibi gelişmiş ülkelerde dahi, tasarruf oranı % 20’nin üzerindedir.