“Kirliliği şöyle anlatayım. Tipide araba kullandığınızı düşünün. Kar öyle bir bastırır ki, on metre önünüzü göremezsiniz. Hiçbir farkı yok. Öyle bir durumda buluyorsunuz kendinizi. O zaman da açıklamıştım, bir kısmı herhalde organik madde, bir kısmı ise kirlilikten ibaret inorganik maddelerdi. Bunlar suyun içinde bir tabaka oluşturuyor ve bunun içine girdiğinizde önünüzü göremiyorsunuz. Bunların bir kısmı işte insanların suya bıraktıkları atıklar. Marmara kocaman bir çöplük gibiydi.”
*****
Sedat ERGİN
Marmara Denizi’nin tarihi dediğimizde aslında üzerinde yaşadığımız gezegenin çok daha eski zamanlarından da yola koyulmak mümkün.
Ama dün ülkemizin jeoloji alanındaki önde gelen bilim insanlarından Prof. Naci Görür ile yaptığım sohbette aldığım notlar üzerinden giderken, ben parantezi 10 bin yıl kadar öncesinden açıp bugüne getiriyorum. Öncesindeki milyonlarca yılı bu aşamada parantezin dışında tutuyorum.
Tabii 10 bin yıl önce dediğimiz zaman, yerkürede denizlerin seviyesinin bugüne kıyasla 120 metre kadar daha alçakta olduğu bir zaman kesitinden söz ediyoruz. Kara parçalarını kaplayan buzulların henüz büyük ölçüde çözülmediği bir çağdayız.
Bugünkü Marmara havzası, denizlerden izole edilmiş küçük bir oksinik göl konumunda. Yani oksijen azlığı söz konusu bu gölde. Keza Karadeniz de bir göl. Bugünkü İstanbul Boğazı ise kıvrımlı bir akarsu vadisi görünümünde. Kuzey Ege’de bir deniz yok henüz.
VE MARMARA DOĞUYOR
Akademik kariyerinin önemli bir bölümünü Marmara Denizi’nin zemininin jeolojik yapısını inceleyerek geçiren Prof. Görür’ün anlatımına göre, işte bu zaman eşiğinde buzulların erimeye başlaması ve bunun sonucu olarak denizlerin seviyesinin yükselmesi bu tabloyu yavaş yavaş değiştiriyor. Akdeniz’in suları yükselmeye, Çanakkale Boğazı’ndaki vadiden geçmek suretiyle Marmara havzasına doğru ilerlemeye başlıyor. Havzadaki gölün Akdeniz’in sularını almasıyla bugünkü Marmara Denizi’nin oluşumu gerçekleşiyor.
Marmara’nın suyunun İstanbul’daki vadiyi doldurmasıyla İstanbul Boğazı da oluşuyor. Bu oluşum tamamlandığında zaman sayacına bakarsak tahminen bugünün 7 bin 300 yıl kadar öncesindeyiz.
Tüm bu noktada Prof. Görür’ün dikkat çektiği bir husus var. İstanbul Boğazı ile Karadeniz arasında o dönemde 100 metre kadar bir kod farkı var. Bu nedenle Boğaz’ın suları aşağıda kalan Karadeniz gölüne yüksekten Niagara’dan 33 kat daha güçlü bir şelale olarak akıyor, büyük bir gürültüyle.
Hatta bu sırada meydana gelen doğa olayı gölün civarında yaşamaya başlamış olan insanların Mezopotamya’ya doğru kaçmalarına da yol açıyor. Bu doğa olayının “Nuh Tufanı”nın kaynağı olduğu yolunda teoriler de mevcut. Her halükârda bu şelaleden akan su zamanla birikecek ve Karadeniz’in bir gölden denize doğru dönüşümü tamamlanacaktır. Yerküremizin serüveninde Karadeniz ve Akdeniz, Marmara üzerinden irtibatlanmış bulunmaktadır.
MARMARA’NIN YAŞAM DÖNGÜSÜ BOZULURKEN
İşte Marmara Denizi, kâinatın akışında binlerce yıldır kendi yaşam döngüsü içinde yol almaktayken bugünlerde tanık olduğumuz “musilaj” yani “deniz salyası” sorunundan mustarip.
Sınırlı bir ölçüde iklim değişikliğinin de etkisi olmakla birlikte ağırlıklı olarak insanların denize bıraktıkları atıkların neden olduğu bu çevre felaketi, bir taraftan kıyılara vururken, diğer taraftan Marmara’nın derinliğine doğru da yayılıyor, suyun altındaki bütün ekosistemleri tahrip ediyor.
Marmara’ya yaklaşık 7 bin 300 yıl önce Akdeniz’in sularının gelmesiyle şekillenen ekolojik yapı artık yavaş yavaş başkalaşmaya yüz tutmuş durumda.
DENİZİN İÇİNDE TİPİYE TUTULMAK
Prof. Naci Görür, 2007 yılında Marmara Denizi’nin tabanının jeolojik yapısını incelemek amacıyla Fransız Deniz Araştırmaları Enstitüsü’nün “Nautile” isimli üç kişilik denizaltısıyla 1.200 metre kadar derinliğe inerek zeminden parça almış bir bilim insanı. Bundan 14 yıl önce Marmara’nın 1.200 metre dibinde tanık olduğu görüntüyü şöyle anlatıyor Prof. Görür:
“Dibe vardığınızda ve denizaltının ışığını yaktığınızda, aynen ayın yüzeyindeki gibi delik delik bir saha karşınıza çıkar. Ve her delikten bir kafa çıkar. Her delik bir canlı organizmanın yuvasıdır. Aslında bu derinlikte gerçekten oksijen var. Ama yukarı doğru çıkmaya başladığınızda oksijen giderek azalır.”
Bu gözlemi, atıkların yol açtığı kirliliğin daha 2007 yılında bir sorun haline gelmiş olduğunu gösteriyor. Prof. Görür’ün, Adalar’ın hemen güneyinde yaptıkları bir dalıştan aktardığı şu görüntü de kirliliğin boyutları konusunda çok çarpıcı:
“Kirliliği şöyle anlatayım. Tipide araba kullandığınızı düşünün. Kar öyle bir bastırır ki, on metre önünüzü göremezsiniz. Hiçbir farkı yok. Öyle bir durumda buluyorsunuz kendinizi. O zaman da açıklamıştım, bir kısmı herhalde organik madde, bir kısmı ise kirlilikten ibaret inorganik maddelerdi. Bunlar suyun içinde bir tabaka oluşturuyor ve bunun içine girdiğinizde önünüzü göremiyorsunuz. Bunların bir kısmı işte insanların suya bıraktıkları atıklar. Marmara kocaman bir çöplük gibiydi.”
KARADENİZ’DEN GELEN ATIKLAR VE KANAL İSTANBUL
Prof. Görür, bugün Marmara’da yaşanmakta olan “deniz salyası” sıkıntısını değerlendirirken, sorunun ilk bakışta doğrudan bu denizin çevresindeki yerleşimlerden bırakılan atıkların canlılar için besin kaynağı olmasından ve bunun da plankton patlamalarına yol açmasından kaynaklandığını belirtiyor. Prof. Görür, atık sorunundan söz ederken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi bazı yerel yönetimlerin bu konudaki çabalarının tek başına yetmediğini de vurguluyor.
“Türkiye’de hep atıkları denize bıraktığımız takdirde nasıl olsa deniz temizler diye bir zihniyet var. Öyle olmuyor. Bu bakışın da değişmesi gerekiyor. Çünkü yaşadığımız sorun öyle olmadığını hepimize gösteriyor. Kirli bir denizin etrafında sağlıklı hayat olmaz” derken, Prof. Görür temel bir zihniyet değişikliğini zorunlu görüyor.
Prof. Görür’e göre, meseleye teşhis koyarken çok önemli bir faktörün daha hesaba katılması gerekiyor: Karadeniz’den gelen atıklar… Şöyle diyor: “Aslında bütün Orta Avrupa’nın atıkları nehirler üzerinden Karadeniz’e geliyor. Karadeniz dünyanın en kirli denizidir. 200 metre altında hayat yoktur. Ve Karadeniz’deki atıkların bir bölümü de Boğaz’dan geçerek Marmara’ya geliyor. Dolayısıyla ortaya çıkan hadisede Karadeniz’den kaynaklanan kirlenme boyutunu da muhakkak dikkate almalıyız.”
Yaşanan sorunun çok ciddi bir uyarı içerdiğini ve bundan gerekli sonuçların çıkartılmasının şart olduğunu söyleyen Prof. Görür, bu çerçevede “Kanal İstanbul” projesinin de gözden geçirilmesinin zorunlu olduğunu vurguluyor. Hocaya göre, bunun nedeni proje gerçekleştiği takdirde Karadeniz’deki atıkların daha yüksek miktarda Marmara’ya ulaşacak olmasıdır. Bu durum Marmara’da yaşadığımız sorunların büyümesine yol açacaktır. “Bu, Marmara’nın ölümünü daha da hızlandıracaktır” diye konuşuyor Prof. Görür.
MARMARA VE İNSANLARIN DEĞERBİLİRLİĞİ
Gerçekten de bugün Marmara’nın çevresinde bazı yerleşimlerde insanları kıyılara hapseden deniz salyası sorununu Marmara’nın geleceği açısından tarihi bir uyarı olarak almamız zorunludur. Marmara’ya dönük sonuç doğuracak, bu denizin ekolojisini etkileyebilecek her adımı artık bir değil birçok kez düşünmemiz gerekiyor.
Önümüzdeki tartışma 7 bin 300 yıldır kendi dengesi içinde yolculuğunu sürdüren bir deniz ve bugün kıyılarında yaşayan biz insanlar arasındaki ilişkiyi hayati bir şekilde ilgilendiriyor.
Onun yolculuğuyla kıyaslandığında, çok küçük zaman dilimlerine sıkışan yaşam sürelerimiz içinde bizlere yalnızca huzur, mutluluk, refah ve esenlik vermiş olan bu eşsiz denize artık biraz saygılı davranmamız zamanı gelmedi mi? Marmara, kıyısındaki insanların kendisine biraz değerbilirlik göstermesini hak etmiyor mu?
Aziz olan sadece topraklar mıdır, Nâzım Hikmet’in deyişiyle dörtnala gelip uzak Asya’dan Anadolu’ya bir kısrak başı gibi uzanan memleketimizde? Marmara aziz değil midir?
———————————————-
Kaynak:
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/7-bin-300-yillik-bir-denize-saygi-duyma-zamani-41825459