Boz toprakta rızkını arayan insanın hüzünlü bir haykırışıdır bozlak. Bozlak, dayanılmaz hasretlerin, akıl almaz kahramanlıkların, kılıç zoruyla sağlanan iskânların, sürüp giden aşiret kavgalarının, kerem yanığı sevdaların, göç eden Türkmenlerin türküsüdür.
Umudunu yitirmeyen yoksulların ortak bir yakarış dilidir bozlak. Bozlakta isyan yoktur, ıstırap iniltilerinin ince bir sızısı vardır, hüznü gözlerden yaş olup damlayan. Anadolu semasının altında bir akşam vakti, kerpiç duvara yaslanıp Tanrı’ya meramını açmak, içini dökmektir bozlak.
Bozlak, boz toprağın sesidir, yel tozunu kaldırdığında, önüne alıp götürdüğünde gevenleri. Acısı yüreğe düşen bir bıçak yarasıdır bozlak, Ağlaması göze düşen, Üzüntüsü yüze düşen, Uğunması dize düşen…
Bozlak, Avşar ellerinin ağır ağır gitmesi, kalkıp göç etmesidir. Feryadını dinleyenlerin fetholunması ve feryadır. İçindeki derdin anlaşılmasıdır bozlak.Bozlak, Lokman Hekim’in tedavi için verdiği ilacın yaraları azdırmasıdır.
Yaylada yazıda bir göç çığlığıdır bozlak, mayası naralarla yoğrulmuş. Alnı akıtmalı tayların kişnemesi, karagöz kuzuların melemesi, bozca potukların bozulaması ile çiğdem kokulu dağ rüzgârlarının uğultularının Türkmence söylenmesidir bozlak. Senin ellerine çisil çisil iner yağmur, Sarar bir anne merhametiyle nasır aralarını. Sen Anadolu toprağı gibi cömertsin Vefalısın, Yaralısın.
Bu yüzden türkülerin bozlaktır, ilhamını asırlık bekleyişlerden alan, tabiatın sesidir, boran uğultusudur, sel gürleyişidir. Sarı buğdayın boyun büküşüdür hasretlere… Düşmana karşı koyuştur;
“Aşağıda Aslan Paşam geliyor
Düşmanına göğüs geren mert olur
Şahin kocasa da vermez avını
Aslı kurttur kurt eniği kurt olur”
Öğüttür; “Kötülerin dalı gölgesi olmaz.”
Sevgiliye hitaptır bozlak;
“Çok çıkarma zülüflerin dışarı
Yel değer de saçlarından tel alır.”
Yaradan’ın bağışlamasına sığınmaktır;
“Kul kusur işler de Sultan bağışlar.”
Dadaloğlu’dur Çukurova’dan Gâvur Dağları’na seslenen;
“Arkını yaptım da suyu akmıyor
Kahpe felek hiç yüzüme bakmıyor
Çok yuva bekledim cücük çıkmıyor
Boş yuva bekleyen yoz kuşa döndüm.”
Bozlak, Oğuz’un duygu yumağıdır, söylendiğinde ağlatan, duyulduğunda sızlatan…
Kıraç bozkır toprağının ürününü hasat ederken koparılan feryattır bozlak.
Aşkını söyleyemeyecek kadar utangaç, inkara yönelmeyecek kadar edepli, acısını yüreğine gömecek kadar erdemli olan kavruk insanların iniltisidir bozlak.
Boz toprağın üstünde Tanrı’ya yakarıştır.
Ay ile halleşmek,
Karayel ile dertleşmektir.
Ahları göğü sarsan bir çığlıktır.
Bozlak, ümitlerine ayaz değen insanın sızısını içine ılgıt ılgıt akıtmasıdır.
Kerpiç evlerin hicranı, gurbetlerin ağıtıdır.
Dayanılmaz hasretlerin, zamansız gidişlerin hüzünlü sesidir.
Eylem ve kederle yoğrulmuş gözyaşıdır bozlak.
Göçüdür, zorla göçürülmüşlerin.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın termeni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir
Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice Koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Felekle hesaplaşmaktır bozlak ve her seferinde yenilmektir.
Oğullara öğüttür, asırların birikiminden cömertçe dağıtılan.
Yeni geldim Dinek Dağı gurbetten
Başım halas olmaz kazadan dertten
Adama kemlik mi gelir mert oğlu mertten
Yiğit olan ata biner atlanır
Yiğit olan her cefaya katlanır
Yiğit gölgesinde yiğit saklanır
Kötülerin dalı gölgesi olmaz (*)
Uzak yola gönderilmiş yiğitlerin ardından anaların iç çekişidir, gözyaşlarıyla.
Dertli anam benim için ağlasın
Oğul hasretiyle ciğer dağlasın
Körpe kuzum ile gönül eğlesin
Yemen çöllerinde kaldım ağlarım
Yüzü küskün olsa da kalbi barışık olanların ezgisidir Çukurova’dan ünlenen.
Karac’oğlan bunu böyle söyledi
İndi aşkın deryasını boyladı.
Kızlar gitti diye pınar ağladı
Acıştım yüreğim yandı pınara
Bizim de yüreğimiz kavrulmuştur bozlağın ateşinde ve bir şiir olmuştur gönül buğumuz.
Eski çağlardan kalma bir acının yüzü
Kerpiç duvara yaslanmış oturur öylece
Irmak ırmak derin çizgileriyle ağlar yalnızlık
Uzun yola gönderilmiş oğulların kederi gözlerde büyür
Haber getirmez göçmen kuşlar çiçek açınca ağaçlar
Yakup’un çilesini artırır ancak Yusuf’un hasreti
Haneler gurbet ocağına döndü kapılar kapandı bir bir
Uğursuz baykuşlar tünedi viran oldu yuvalar
Hüzünler dolaştı sokaklarında boynu bükük ağıtlarla
Ufuklar yasta umutlar tükeniyor günle beraber
Yüreğe düşüyor yüksekten ve derinden göğün buğusu
Yorgun bakıyor hayata ikindi güneşi dertler içinde
Bir gönül sızısıdır hatırası yitik aşiretin
Yaylalarda izi kalmamış oğulların ses yok seda yok
Bu fetrete bakıp maveradan yasını tutuyor mezar taşları
Sonra Oğuz’un güzel çocuklarının son hicranlı sesiyle yankılanır Orta Anadolu’dan.
* Deli Boran
Kırık Telin Bozlak Havası
Ey abdallar ağası,
En uzun havası “Çiçek dağı” diyarının,
Yüreğimin Muharremertaş babası…
“Telim kırık yiyenim,” deme bana boşuna,
Çünkü ben ırahmatlık babamdan da bilirim ki,
Kırık tellerde çalar bozlak havası…
Mevsimlerden son bozlaktayım,
Bu yüzden boz alaca yağmur ağlarım türkü ayında,
Ve sevda üstüne kozalaklar döker iğne yapraklı kalbim.
İçindeki “Aydooos!” tandırına yansın diye,
Eminim, kız göğüslü bıldırcınlar da benimle aynı düşüncede.
Ey Başı al valalı abdal Türkmen ağası,
En uzun havası “Kırık Soku” diyarının,
Unuttuğum aşklarımın Muharremertaş babası…
“Tezenem kırık yiyenim,” deme bana boşuna,
Çünkü ben ırahmatlık babamdan da bilirim ki,
Kırık tezeneler de çalar bozlak havası…
Mevsimlerden son uzun havadayım,
Uğrunu uğrunu dolanır bağlamanın yaylalarında,
Ve sırf aşksız bir bayıra konar çayır kuşlarım.
Zamanlardan en kötü olanı göçmektedir üzerimizden,
Issız şakaklarda baykuşlar, bu sebeple iç geçirir,
Ve saatler telek döker yüreğinin bununa daldırarak,
Baba sen de bilirsin ki tüm stepler çıtlık otu yurdudur,
Onun için süprülür aşka dair yüreklerde ne varsa…
Kalırsa geride altımızdaki kühelan, sevdanın koşusunda,
Hırsını alır çelik de olsa katarmasından.
Ya çal son koşudan tekne kazıntılarını Muharrem baba,
Ya da…
Hırsımı almayım elindeki plastik kantarmadan…
Ey ağzı kenger sakızlı abdal Türkmenlerin en son ağası,
Yalın ayağımızın türabı,
Issız gönüllerimizin itirazsız “hızmatkarı”
Unuttuğumuz aşklarımızın Neşetertaş babası…
“Tezenem kırık yiyenim, telim kopuk” deme bize boşuna,
Çünkü biz ırahmatlık babandan da biliriz ki,
Kırık tezenelerde ağlar gibi çalar bozlak havası…(**)
(**) Ahmet Yozgat