Ahlâk” Arapça“hulk” veya“huluk” kelimelerinin çoğuludur.
Hulk: İnsanın yaradılıştan sahip olduğu tabii benliği ile terbiye yolu ile kazandığı kişilik halleridir. Biz bu halleri genellikle huy, karakter, seciye, meleke, tînet, fıtrat, tabiat gibi kelimelerle anlatmaya çalışırız. Sözlüklerde çoğunlukla fiziki yapı kaydedilir. [1]
Ahlâkın terim olarak çok çeşitli tanımları yapılmıştır. Bunlar içinde en yaygın olanı “ İş ve davranışların, herhangi bir fikir ve düşünceye ihtiyaç duymadan kolaylıkla yapılan, nefse iyice yerleşmiş bir meleke (ehillik, alışkanlık, zorlamadan yapılan amel)dir.[2]
Bu tariften ahlâkın bir meleke olduğu anlaşılmaktadır. Meleke; kişinin nefsine iyice yerleşmiş, zorlamadan yapılan alışkanlık, maharet, beceri demektir. Örneğin Saz çalan kişi, çaldığı bir eserin notalarını meleke kesb ettiğinden dolayı hiç zorluk çekmeden, eserini icrâ eder. Klâvye ile yazı yazan kişi harfleri arayıp, düşünmeden yazdığı gibi, ahlâki fiiller de kendiliğinden meydana gelir
Görülüyor ki ahlâkın mühim bir özelliği insan tabiatına iyice yerleşmiş bulunmasıdır ki buna “ huy” denir. Bu yerleştirme de ya tabii veya öğretim ve eğitimle olur. Buna da “terbiye” denir. İnsan yavrusu dünyaya fıtratı üzerine gelir; ona ahlâki umdeleri öğreten önce ailesi, sonrada çevresidir.
Diğer taraftan insan tabiatına, mizacına yerleşmiş olan ahlâki kurallar olan huylar iki kısımdır, birisi kişinin hilkatinden getirdiği karakterler ki bunlar kişinin hâleti ruhunda mevcut olan hulk ‘i nesneler ki buna “cibilli huylar”, diğeri; eğitim ve öğretim ile kazanılan huylar ki bunlara da İktisabı huylar denir. İnsanların ahlâkı değişebilir. Çirkin huyları güzel huylara çevirmek işine “Tehzib-i ahlâk” denir. Bu değiştirme her halde mümkündür. Mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz (s.a.v) : “Ahlâkınızı güzelleştirin.” diye emretmezdi.
Gözlerimizi saadet çağına çevirip, Resûlullah (s.a.v) Efendimizin hayâtını incelediğimiz zaman, orada İslâm’ın rûhî hayâtının tatbîkî örneklerini, zühdî ve tasavvufî yaşantının saf numûnelerini görürüz. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin bütün hayâtı riyâzat, tefekkür ve zühd denilen rûhî tecrübelerle yani ahlâk estetikleri ile doludur. O (s.a.v), peygamber ve devlet başkanı olduğu halde, söküğünü dikmekten, merkebe binmekten, yün ya da kıldan yapılmış elbise giymekten, kölelerle bir arada bulunmaktan çekinmemiş, en sıkıntılı zamanlarında, en dar anlarında dahi insanlara yardımcı ve destek olmaktan geri durmamıştır. Nefsi için aslâ kızmaması, intikam almak ve bedduâ etmek gibi bir zaafa kapılmaması, onun (s.a.v), Hakk’ın yardımıyla nefsini ne ölçüde tezkiye ve terbiye ettiğini gösterir.
Fahr-i Âlem Efendimizin günlük hayatını göz önüne getirdiğimizde, yaptığı her davranışın ahlâkla doğrudan ilgili olduğunu görürüz. İnsanların karşısına çıkmadan önce, dünyanın en güzel yüzüne sahip olduğu halde aynaya bakıyor. Yüzümde insanları rahatsız edecek bir şey bulunmasın diye bakıyor. Ashâbının hayranlıkla seyrettiği bir güzellik görüyor orada ve hemen aklına yüz güzelliği kadar önemli olan bir başka güzellik geliyor, ahlâk güzelliği. Rabbine şöyle duâ ediyor: “Allahım, bedenimi güzel yarattığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir.” Demek ki vücut güzelliği yalnız başına yetmiyor, maddî güzelliği değerli kılacak olan mânevî güzelliğe ihtiyaç duyuluyor.
Ahlâk Estetiği, insanın kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak kalmasıdır.
Ahlâk Estetiği, Allah’ın hakkını ve kulların haklarını yerine getirmenin adıdır.
Ahlâk Estetiği, iman ile birlikte, Allah’ın hakkına ve kulların hakkına sadık kalmanın temelidir.
Ahlâk Estetiği, insanlara hürmet, hizmet ve merhamet etmektir.
Ahlâk Estetiği, insanlara karşı edep, hayâ ve tevazu ile davranmaktır.
Ahlâk Estetiği nefse hâkim olup küfür, yalan, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riya, cimrilik, kıskançlık suizan gibi kötü duygu ve davranışlardan sakınmaktır.
Cenâb-ı Hak insanı, incelik, zerâfet ve ulvî derinlik istîdâdlarıyla techîz etmiştir. İnsanın asıl kıymeti de bu meziyetlerini gönül âleminde yeşertip geliştirdiği nisbettedir. İnsanın sâdece sûreten değil, sîreten de insan olabilmesi; ancak güzel huylarla bezenip kötü huyları tesirsiz hâle getirmesiyle mümkündür. Rûhâniyet dolu kalbler, güzel ahlâk, amel-i sâlih ve mânevî hâllerin tezâhürüne âmil olur. Bu şekilde kul, en güzel sûrette yaratılmış varlık olmanın îcâbını gerçekleştirmiş olur.
İnsan dağ başında yetişen bir ahlât gibi kendi başına bırakıldığı zaman, davranışlarına menfaat hâkim olur ve her şeyi çıkarına göre değerlendirir. İlâhî menşe’li olmayan yani Allah Teâlâ tarafından gönderilmeyen bütün ahlâk sistemleri böyledir. Seküler ahlâkta şüphesiz iyi diye bir mefhum vardır. İnsanın iyiye yöneltilmesini onlar da ister. Ama iyi nedir? Kimine göre iyi hazdır. İnsanın haz aldığı her şey iyidir. Bunlara göre bütün şiddetiyle tadılan bir anlık haz bile iyidir. Bu görüşte olanlar diyor ki insan mânevî hazza erişemez. Öyle olunca maddî haz peşinde koşmalıdır. Bu şehvetse şehvet, hırsızlıksa hırsızlık, sarhoşluksa sarhoşluk, insan neden zevk alıyorsa o iyidir. Bugün böyle düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Kimilerine göre iyi dediğimiz şey menfaattir. Daha açık söylersek onlara göre iyi ile kötüyü birbirinden ayıran şey menfaattir. Kimine göre de insan kendi değerlerini kendisi koyar, yani iyiyi, kötüyü kendi aklı belirler. Böyle düşünenler ilâhî otoriteye önem vermezler. Bugün toplumda bu grupların hepsi var. Şüphesiz bunlar nahoş görüşlerdir. Demek ki toplumuzda bir ahlâk sorunu var. İnsanın dünya ve âhirette saadetini ve huzurunu sağlayacak bir ahlâka, mânevî ahlâka, Ahlâk estetiğini yaşamamıza şiddetle ihtiyaç vardır.
İnsanı yaratan Ulu Kudret, onun hem dünyada hem de âhirette bahtiyar olmasını ister. İnsanın bahtiyar olmasını sağlayacak ahlâkın nasıl bir ahlâk olduğunu da O bilir. Şüphesiz O’nun bize tavsiye edeceği ahlâk Kur’ân ahlâkıdır. Ama Yüce Rabbimiz bize Kur’ân-ı Kerîm’i okuyun, ondan öğrendiğiniz ahlâkı da uygulayın buyurmuyor. Bu tavsiyeyi ahlâk öğretimi için yeterli görmüyor. Kendisinin yetiştirdiği ve eğittiği Resûl-i Ekrem’ini bize göstererek O’nu örnek almamızı istiyor ve “Allah’ın Elçisi’nde size güzel bir örnek vardır” buyuruyor. Diyebiliriz ki, Allah Teâlâ bize kendimizi ve çocuklarımızı Peygamber ahlâkına göre yetiştirmemizi istiyor. Onun hayatının, yaşama biçiminin insanımıza öğretilmesini, sevdirilmesini ve benimsetilmesini istiyor.
İnsanlığın ahlâk önderi” ifadesini sadece Peygamber sevgisine bağlamak yeterli ve isâbetli değildir. İnsanlık Kur’an ve Sünnet kaynaklı bir ahlâkı öğrenmeye muhtaçtır. Çünkü insan bir muammâdır. Kolayca keşfedilen bir varlık değildir. Hele iç dünyası bakımından bir sır küpüdür, bir bilmecedir. Bilinen yönlerine göre bilinmeyen yönleri daha fazladır. Bizim eğitilecek yönümüz sadece davranışlarımız olsaydı, belki buna bir çare bulunabilirdi. Şöyle yiyip içeceksin, böyle oturup kalkacaksın, şöyle giyinip kuşanacaksın denirdi, ona görgü kuralları öğretilirdi, mesele de biterdi. Ama bizim davranışlarımıza yön veren duygularımızın da eğitilmeye ihtiyacı olduğu için mesele bitmiyor. Davranışlarımıza yön veren kalbimizin eğitilmesi gerekiyor. Kalbimize sevginin, iyiliğin, merhametin, şefkat duygusunun benimsetilmesi icap ediyor. İyiye, doğruya ve güzele gidecek yolun öğretilmesi gerekiyor. Sadece bu da değil, kaçınılmadığı takdirde felâkete götürecek zararlı ve tehlikeli duygulardan insanın arındırılması gerekiyor.
Hakîkî mânâda insanlık vasfıyla yaşayabilmenin yegâne şartı, dîn ve ahlâkın ulvî hedeflerine ulaşabilmektir. İnsanlığın kemâli ve güzel ahlâkın zirve noktadaki misâli de, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Cenâb-ı Hak ondaki bu vasfı te’yîd ve tasdîk sadedinde:
“– Şüphesiz Sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlardır:
“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel yaptı.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12)
Burada kelimelerin mahdûd imkânlarıyla hülâsâ etmeye çalıştığımız Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüksek yaradılışındaki ahlâkî meziyetler, O’ndan idrâkimize damlayan şebnemler mesâbesindedir. Vâsıl-ı ilallâh olabilmenin sırrı, Allâh’ın kitâbına ve Varlık Nûru’nun sünnet-i seniyyesine, yâni yüksek ahlâk ve davranışlarına hâlis bir kalb ile yakınlaşabilmektir.
KAYNAKLAR
[1] DİA.II/1, Lisanu-l-Arabi, XI /274 (hulk .mad.); İhya.3/52,İhya.Terc.3/125
[2] İhya.3/ 53. İhya Terc.3/125.Ta’rif..68. Kınalı Zade Ahlâk,91. Keşfuz-Zunun,1/35.İslâm Ahlâki: M . Y. Kandemir.24