Türkiye bugün büyük bir milli mutabakatın eşiğine geldi, yaşanan darbe süreci ülkedeki toplumsal yarılmayı ve kutuplaşmayı makul bir asgari uzlaşı zeminine taşıdı. Bu durum cumhuriyet tarihinde ilk defa; milli bir sekülerizm inşa etmenin ilk umutlarını yeşertti.
Toplumsal yarılma meselesi ülkemizde yeni ortaya çıkmış bir durum değil. Tanzimat’tan beri can telaşına düşen Devlet-i Ali içindeki damarlar, kendisine düştüğü buhrandan kurtuluş reçetesi ararken yeni toplumsal dalgalar üretti.
İki ana görüş ortaya çıktı buhranlı yıllarda, muhafazakarlar ve modernistler olarak iki zıt kutup doğdu. Muhafazakarlar ülkede çoğunluktaydı ve aynı zamanda halkın değerleri üzerinde büyük bir uzlaşı zeminine sahipti. Modernistlerse batıyı, hümanizmi, aydınlanmayı, laikliği,rasyonalizasyonu ve pozitivizmi bir kurtuluş reçetesi olarak görüyorlardı, fakat azınlıktaydılar. Modernistlerin temsilcisi konumuna gelen İttihat ve Terakki, pozitivizmi yani fenni ilimleri ve sekülerizasyonu, dünyevi bir düzen kurmak için adeta tek çıkış yolu olarak gördü. Fakat Osmanlı devletinde yaşanan mikro milliyetçilikler ve şer-i hukuk sisteminin yetersizliği, onları tepkisel bir Türkçülüğe mecbur bıraktı.
İttihat ve terakki artık reaksiyoner bir hareketti ve tepkiselliğin getirdiği agresif davranış normlarıyla beraber en keskin inkılapların da yolunu açacaktı. Pozitivizmi bir fikri akım olmaktan çıkararak; keskin bir ideoloji ve toplumu dönüştürmenin yegane aracı olarak bir ütopya haline getiren de, çöken bir devletin sistemine geleneğine karşı bir intikam projesi haline sokan da çaresizliktir. Devlet yok olmakta iken acil ve bir o kadar etkili bir ilaç gerekmekteydi. Pozitivizm bu yüzden bir hal çaresi olarak görüldü, agresifleşti, laiklik ve tüm modernizasyon süreçlerini akılcılık ilkesiyle toplumla uyumlu götürmesi beklenirken, adeta akli alanın dışında bir hesaplaşma aracına döndü.
Mustafa Çalık , Türkiye günlüğü dergisinde jön Türklük ve jön Müslümanlık aynı hissi ve hamasi alanı kullanarak benzer bir stratejik akıl dışılığa itildiğini belirtiyor. Çünkü hareketler tepkiseldi ve zaman çok kısıtlıydı, bu aculluk değişim ve dönüşüm dalgaları için toplumsal mutabakata değil, toplumsal yarılmaya yol açtı.
Cumhuriyetle beraber modernistler iktidarı ele geçirdi. Modernistler muhafazakarlar diyalektik hesaplaşma sürecinde artık azınlık iktidardaydı. Çok geçmeden muktedir de oldu modernistler. Ancak azınlık olmak toplumsal mutabakat üzerinden değil; tepeden inmeci inkılaplar üzerinden bir değişim yapmayı zaruri hale getirdi. Zaman, bu inkılapların toplumla kaynaşmasına müsaade etmedi. Ve bu inkılaplar muhafazakarları şiddetli bir tepkiselliğe itti. Çünkü hem cebri metotlar kullanıyor, hem aceleci, hem de toplumsal değerlerden yer yer kopuk ve intikamcı bir yapıya dayanıyordu.
O dönem belki bunu gerektiriyordu , bugün hariçten gazel okumak kolay olsa gerek ancak bu tepkisel ve agresif modernistlik bir potansiyel gibi muhafazakarların çarkında birikiyordu. Üstelik bunlar birer devrim de değildi, çünkü devrim halk tabanlı yükselmeliydi. Bu olsa olsa toplumsal diyalektik için bir zemin oluşturacak yarılmanın ilk ve en katı potansiyel birikimiydi.
Muhafazakarlar cephesi bu potansiyeli her defasında açığa vurdu, serbest fırka kuruldu çok partili hayata geçildi, serbest fırka cumhuriyet karşısında ciddi bir güç kazandı. Hemen serbest fırka kapatıldı. Ellili yıllarda Menderes, Demokrat partiyi kurdu, çok geçmeden iktidarla buluştu, altmış darbesiyle durduruldu. Yetmişli yıllarda bu serbestiyet Demirel’le muhafazakarları sırtladı. Seksen de darbe oldu, modernistler tekrar bu dönüşümü durdurmaya kalktı. Seksenlerin sonunda Özal’la yine bir serbestiyet dalgası muhafazakar kılıfta kendini gösterdi ancak müdahale gecikmedi 28 Şubat’ta Sincan’da tanklar yürüdü. Ardından bilinen süreçle Ak Parti, İslamcı bir ideolojiden gelmesine rağmen, serbestiyetçilikle ve muhafazakar değerlerle birebir uyuşmaması bilindiği halde, yüz yıllık bir hesaplaşmayı sırtlanması sebebiyle, anti modernist ve antikemalist tepkiselliğe tutunarak, muhafazakarların sesi oldu ve güçlü bir iktidar yakaladı.
Ülkücülerse bu toplumsal dalgayı ve devletin tepkiselliğine karşı serbestiyetçi toplumsal dalgayı ne yazık ki yıllardır okuyamadı. Sistemle ve cebri uygulamalarla arasına net bir çizgi koyamadı. Oysa bu dalga doğru okunmuş olsaydı rejim bu hale gelmeyecek yalnızca basit bir restorasyonla ayağa kalkacaktı. Ancak bugün yıkımın eşiğine geldi.
Meseleyi bağlayalım öyleyse ;
Türkiye muhafazakar modernist diyalektik hesaplaşma süreci üzerine kurulmuştur. Bu çatal kazık ülkede yarılmış bir toplum inşa etmiş ve bıçakla kesilmiş gibi ikiye bölümüş bir toplum yaratmıştır. Eğitim sistemi ikiye bölünmüş seküler okullar ve imam hatipler bu kırılmanın sembolü haline gelmiştir. Bu okullardan yetişen nesiller bu kırılmayı artırmaktan başka bir işlev görmemiş ,aynı zamanda ülkede ne dış ne de iç politikada uzun vadeli bir ortak strateji belirlenmesine de müsaade etmemiştir.
Bu sebeple bu çatal kazık üzerine oturan tüm iktidarlar diğerinin politikasını sil baştan inşa etme derdine düşmüş, bir ileri iki adım geri diyerek Türkiye külli manada hep kaybetmiştir. Ne yazık ki hiçbir zaman bir batılı ülke anlayışıyla uzun vadeli bir milli menfaat projesi geliştirememiştir.
Bugün gelinen nokta ise bu toplumsal yarılmayı, hem muhafazakarlara hem modernistlere en katı zulmü ortaya koyan bir cemaat tarafından yapılan darbe girişimiyle, adeta bir uzlaşı zemininde birleştirmiştir. Milli mutabakat ve milli sekülerizm inşasının arefesine gelinmiştir.
Ancak ciddi bir engel vardır; bu hesaplaşma diyalektiğinden gelen bir ideolojik parti ya da siyaset ülkeyi bu çıkmazdan kurtaramamaktadır ve kurtaramayacaktır. Bu milli mutabakat ve milli sekülerizm için üçüncü bir üst akıl ihtiyacı uzun vadede doğacaktır.
Hem muhafazakar hem modernist olan Türk Milliyetçisi bir yeni siyaset anlayışı ülkede kalıcı bir bütünleşmenin temelini atacaktır.
Bugün Erdoğan üzerinde tüm kutsallar, evet, toplanmıştır. Ancak mensubiyet ilkesiyle hareket etme alışkanlığı olan ve bu hesaplaşmanın bir kutbundan gelen islamcı dalga, bu uzlaşı zeminini kalıcı hale getirmeye haiz değildir.
Bugün ülkede modernistler de muhafazakarlar da potansiyelini boşaltmış, tepkiselliklerinin adeta tutunacak bir dalı kalmamıştır.
Milli sekülerizm inşasında; üçüncü akıl olacak olan maturidi ve kapsayıcı bir neo tasavvuf geleneğini ortadoğu’da ,milli bir zeminde inşa etme gayesiyle, seküler ancak milli bir demokrasi ve sanayi ile uzun vadeli bir mefkure ve gayeye ülkeyi taşıyacak, genç dinamik bir milliyetçi kadro hareketi, toplumsal ihtiyaç olarak er ya da geç ortaya çıkacaktır. Üstelik artık bir tepeden inme inkılap modeliyle değil ; toplumsal bir mutabakat üzerine kurulu çatallaşmayı yok etmiş, tevhid ve vahdet hedefiyle bir devrim.
Bir dünya devleti inşası için milli seküler bir devlet, uzun vadede milliyetçi bir iktidar…