Şahver ÇELİKOĞLU
Hüzün: Üzüntü, arzu edilen bir şeyin elden kaçması veya arzu edilmeyen bir şeyin başa gelmesi yüzünden insanın tasalanması.
Tasavvuf ıstılâhında hüzün: Kalbi sıkarak gaflet vadilerine dalmasına ve dağılmasına engel olan bir hâldir ve sülûk ehli olanların vasıflarındandır.
Sûfîler (k.s) hüzün bahsinde fikir beyan etmişler ve bu mevzûda şu husus üzerinde ittifak etmişlerdir. Ahiret ile ilgili hüzün iyi ve güzel; dünya ile alakalı hüzün ise çirkin ve kötüdür. Ancak, Ebû Osman Hîrî (k.s); Her nev’i hüzün fazilettir, Mü’min için bir ziyadeliktir. Fakat hüzün sebebinin günah olmaması şarttır (Yani, günah olan birşeyi yapamadım diye üzülmemesi şarttır). Her nev’i hüznün fazilet olması, hüznün, insanın derecesini yükseltmediği zaman bile günahlarını silme sonucunu tevellüdündendir, demiştir. Bu mevzûda bir hadiste şöyle buyurulur: “Mü’mine isâbet eden ve onu üzen hastalık, sıkıntı, hüzün ve elem gibi şeylere karşılık, Allah Teâlâ kulunun günahlarını siler. Bu nev’i musibetler günaha keffâret olur.”1
Ebû Ali Dekkak (k.s) diyor ki: Hüzün sahibi, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri Allâh’a (c.c) giden yolu bir ayda kateder. Hadiste; “Allah, kalbi hüzün içinde olan bütün kullarını sever” buyurulmuştur.2 Resûlullah (s.a.v) Efendimizin her an düşünceli ve devamlı sûrette hüzünlü olduğu rivâyet edilir. 3
Derler ki: İçinde hüzün olmayan kalp haraptır. Nitekim bir evde insan ikâmet etmezse o ev harap olur. Ebû Saîd Kureşî (k.s), Sebebi hüzün olan ağlama gözü kör eder; sebebi şevk ve özlem olan ağlama ise gözü bürür, fakat kör etmez. Allah Teâlâ’nın: “Dertli olan Yâkub’un hüzünden gözleri ağarmıştı”4 buyurmuş olması bunu ifade eder, demiştir.
Sûfyân b. Uyeyne şöyle söylüyor: Ümmet içinde mahzun birisi ağlasa, bu ağlama sebebiyle Allah Teâlâ o ümmete merhamet eder. Yûsufu’nu (a.s) kaybeden Yâkub (a.s) tasasından “Ben taşan hüznümü kederimi ancak Allâh’a şikayet ederim” demişti.5
Fudayl b. İyaz (k.s) şöyle der: Selef, her şeyin bir zekâtı vardır, düşüncenin zekâtı ise uzun uzun hüzünlenmektir, demişlerdir. Bir sûfî: Güneş batarken; Ey güneş bugün bir mahzun kişinin üzerine doğdun mu? derdi. Mahzun kişi çok nadir bulunurmuş. Hasan Basri (k.s)’yi görenler onu, biraz evvel başına musîbet gelmiş bir kişi zannederlermiş. Fudayl (k.s) vefat edince Vekî’ (k.s) şöyle demiştir: Bugün yeryüzünden hüzün gitti.
Şeyhlerden biri, müritlerinden birisi sefere çıktığı zaman ona: “Bir mahzûn görürsen selamımı söyle” diye emir verirdi, diyor Kuşeyrî (k.s).
Dâvûd Tâî’nin (k.s) gâlip hâli hüzün idi. Geceleri şöyle niyazda bulunurdu: “İlâhî, senin derdin benden diğer dertleri sildi, süpürdü, uykumla arama girdi. Her an başına gelen musîbetler yenilenen kimse hüzünden ne ile teselli bulur ve nasıl kurtulur?” Allah Teâlâ “Bizden hüznü gideren Allâh’a hamdolsun dediler” buyurmuştur.6
Bişr b. Hâris (k.s): Hüzün padişahtır, bir yere yerleşince orayı (kendisine rakip olan bir hissin ve) başka bir kimsenin yerleşmesine razı olmaz, demiştir.
Râbiatü’l Adeviyye ise bir adamın, Ah şu hüznün elinden! dediğini duymuş, Ona: Ah ne kadar az hüzünlüyüm de; gerçekten mahzun olsaydın nefes almaya imkân bulamazdın, demiştir. Bütün insanların hüznü benim olsun isterim, deyen de Seriyy’us Sakatî (k.s)’dir.
Evet, işte hüznün manâsı şu kısacık satırlarda gizli. Kuşeyrî (k.s) diyor ki: Ebû Hüseyin Verrâk (k.s) bir gün Ebû Osman Hîrî (k.s)’ye hüznün ne olduğunu sormuş ve: Hâzin hüznün ne olduğunu sormaya vakit bulamaz, önce hüzünlü olmayı talep et, sonra hüznün ne olduğunu sor, cevabını almıştı.7
KAYNAKLAR
1Buhârî, Merza, l
2Aclûnî,c.l-S.246
3Buhârî, Cenâiz, 45
4Yusuf, 84
5Yusuf, 86
6Fâtır, 34
7Kuşeyrî S. 277,279