Doç.Dr. Durmuş HOCAOĞLU
Tedâvülde dolaşan kavramların ve terimlerin sayıca bolluğunun yanında kavramsal seviyedeki oturmamışlığının da göstermiş olduğu gibi, Milliyetçilik konusunda teknik düzeyde felsefe yapmak ve teori inşâ etmek hayli büyük bir müşkilât arzetmektedir. İleride yeri geldiğinde tekrar söz konusu edeceğimiz üzere bu kadar derin tarihî kökleri bulunan bir olgunun bu sıkıntısı, Benedict Anderson’un haksız olduğu söylenebilecek bir mübâlağa ile ifâde ettiği gibi, O’nun, olağanüstü bir potansiyel güce karşılık fikrî bakımdan bir sefâlete dûçâr olması ile karşılıklı bir münâsebet içerisindedir. Burada “haksız olduğu söylenebilecek mübâlağa” ibâresini kastî olarak kullandım; çünkü hakîkat hâlde felsefî zaafiyet bu kadar alt seviyelerde gezinmiyor ve dahi, bu sefâlete örnek olarak O’nun bir filozofunun olmadığı iddiası da hayli yanlış, pekalâ filozofu da var; ancak, “milliyetçilik” nâmı altında değil, aldatıcı olan bu. Lâkin, söz konusu meselâ Türkiye olunca, işte bu “sefâlet” teriminin kullanılmasında, ne yazık ki, doğrusu bir beis görmekte olduğumu da söyleyemem.
Şimdi, kısaca da olsa, bahse mevzû bu umûmî sebepler üzerinde duracak olursak, karşılaştığımız ilklerden birisinin, O’nun bir isim altında ortaya çıkışının ancak, açık bir ifâde ile, Modernite’nin ve hassaten Fransız İhtilâli’nin yaratmış olduğu şartların sonucu olduğunu belirtmek gerektir. Sınâî devrimin ihtiyâcı olan millî pazarın ihdâsının, toplumun ekonomik gücünün, eğitim seviyesinin ve siyâsî katılım bilincinin artmasının ve Kilise (Din)-Devlet ayrışması gibi problemlerin ancak, “bir ülke, bir millet, bir halk, bir dil, bir din” şeklinde tekilleşmiş ve homojenleşmiş bir toplumu zorlamasının bir netîcesi olarak kristalize bir forma kavuşmaya başlayan Soy Asabiyesi rûhunun belirleyici kuvvet olarak ortaya çıkmasının getirdiği tarihî şartlar, bu asabiye rûhuna dayalı belirli bir siyâsî projeye bir isim kazandırmıştır. Yâni tarihî bir gecikme söz konusudur ve bu da ─Batı’da Aristoteles’ten sonra orijinal bir sistematik felsefe sisteminin kurulması için Descartes’a kadar ikibin yıl beklendiği göz önüne alınırsa─ gerçek anlamda bir felsefe binâ edilmesi husûsunda önemli bir engeldir.
Bunun yanında muhtemelen en büyük zorluk sebeplerinden birisi, Milliyetçilik’in insana ilişkin en karmaşık alanlardan birisi oluşudur. İnsan’ın bilinemezlik ve belirlenemezlik özelliğinin, O’nunla ilgili her konuyu zora soktuğu ve O’nu tabiat gibi etüd etmeye kalkışmayı imkânsızlaştırdığı mâlûmdur ki bu ise, O’nun felsefesinin yapılıp-
yapılamayacağının felsefî değeri problemidir. Yâni, kısaca özetlenecek olursa, felsefe yapmak değişmeyen hakîkat(ler)i aramak ve teori kurmak da genel-geçerli hükümlere ulaşmak olarak tanımlandığı takdirde, tıpkı Tarih konusunda olduğu gibi, Milliyetçilik konusunda da bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda, bütün toplumlarda cârî olan değişmez hakîkat(ler)in ve genel-geçerli kaanunların bulunup-bulunamayacağının irdelenmesi, ele alınması gereken ilk problem olmaktadır. Gerçekten de çok ciddî bir suâl: Bu konuda, böyle kaanunlar var mı?
İmdi: Modernite’nin Fizikî Âlem’de elde ettiği başarılar çok kışkırtıcı ve ümitlendirici olmuş ve benzeri kaanunlar insan dünyasında da aranmıştır. Meselâ, matematikçi ve astronom Lambert A. J. Quetelet’nin (1796-1874) “insan eylemleri belirli, sâbit kaanunlarla tâbî mi” diye sorduğu suâle [A Treatise on Man, and the Development of His Faculties, 1842] yine fen bilimlerinden gelen Auguste Comte’un (1798-1857) “evet” diye cevap vererek [Cours de Philosophie Positive] genel olarak insan dünyasında bulduğunu iddia ettiği kaanunlar ve onların üzerine müesses — Fizik’ten aldığı ilhamla ilk adı “Sosyal Fizik” olan — Sosyoloji bilimi de, Marx’ın aynı şekilde verdiği cevap da bu kışkırtma ve ümitlendirmenin bir sonucudur; ama netîcenin tam bir başarıdan uzak olduğu da bir başka mâlûmdur.
Öyleyse, mes’elenin müşkîlâtını anlamak hiç de zor değil; mes’ele, insanın içinde bulunduğu her yerde ortaya çıkan aynı mes’ele: İnsan üzerine felsefe binâ etmek hiç de kolay değil; çünkü, O, Pierre Bayle’ın tâbiriyle, bütün sistemlerin hazmetmekte zorlandığı en sert lokma. Bu sebeple, Milliyetçilik üzerine felsefe yapmak ve teori inşâ etmek, çok fazla parametrenin müdâhil olduğu çok karmaşık bir denklemler yumağını çözmek demektir. Nitekim, meselâ Paul Treanor’un, konu ile ilgili olarak, Milliyetçilik ve Ulus-Devlet teorilerini geliştiren ‘en az’ dokuz adet akademik disiplin [siyâsî coğrafya, milletler-arası ilişkiler, siyâset ilmi, kültürel antropoloji, sosyal psikoloji, siyâset felsefesi (normatif teori), milletler-arası hukuk, sosyoloji, tarih] bulunduğunu belirtmesi ve milliyetçilik teorilerini dokuz kategoride toplaması [siyâset felsefesinde normatif milliyetçi teori, siyâsî ekstremizm olarak milliyetçi teoriler, milliyetçiliğin modernizasyon teorileri, milletlerin modern menşe’ini tartışan primordiyalist teoriler, sivilizasyon teorileri, historisist (tarihselci) teoriler, sosyal integrasyon teorileri, Devlet teşekküllü teoriler, global sistem veya global düzen teorileri]3 basit bir anlatımla, nice derin bir okyanusta bulunduğumuzu göstermesi bakımından bir îkaz olarak değerlendirilmelidir. [1]
——————————————————————–
Kaynak: Yeni Çağ [Analiz]., 31 Ocak 2004, Cumartesi., s.12; Yeni Çağ Sıra No: 069; 2004-012; Ocak-12
[1]Paul Treanor., “Structures of Nationalism”., Sociological Research Online, vol. 2, no. 1: 1.5 ve 1.7 [http://www.socresonline.org.Uk/2/1/8.html]