Hasan ERDEM
Eflak’ın son voyvodasının dul eşi ve yedi yaşındaki oğlu Yavuz Sultan Selim zamanından beri İstanbul’da göz altında tutuluyordu. İstanbul’daki prenslerinden umudunu kesen Eflak soyluları bir araya geldiler ve son voyvodanın kanından olan rahip Radu’yu Eflak Voyvodası ilan ettiler.
Gyorgi Dozsa önderliğindeki köylü isyanını kanla bastıran Erdel voyvodası Yanoş Zapolya, Eflak’ın yeni voyvodasını tanıdığını ve kendisine her türlü desteği vereceğini bildirdi.
Osmanlı hükümeti kendisine bağımlı bir prenslik olan Eflak tahtına kendilerinden habersiz bir rahibin çıkarılmasına bir hayli kızdı ama soyluların seçtiği hükümdarı tanır gibi davrandı. İstanbul’dan yola çıkarılan ve Osmanlı Padişahının Mansıp’ını taşıyan üç yüz Osmanlı süvarisi birkaç hafta sonra Eflak’a ulaştı.
İstanbul’dan gelen Osmanlı elçilerini karşılayan Eflak voyvodası hükümdarlık alameti olan ferman, bayrak, davul ve ağır silahları almak için elini uzattığı sırada, Osmanlı elçisi, voyvodaya getirdiği gürzü havaya kaldırdı ve Radu’nun başına çok sert bir darbe indirdi. Kafası karpuz gibi yarılan Radu, ne olup bittiğini anlayamadan Osmanlı elçisinin ayaklarının dibine cansız yuvarlandı.
Bu olayı haber alan Zapolya süvarileri ile birlikte Eflak sınırını aştı ve arka arkaya kazandığı beş zaferle Eflak tahtına aynı aileden, aynı adı taşıyan bir başka rahibi getirdi. Zapolya’nın desteği olsa bile Osmanlıların desteği olmadan Eflak tahtında uzun süre oturamayacağını iyi bilen yeni voyvoda, Sultan Süleyman’a saygılarını sunmak ve bağlılığını bildirmek için İstanbul’a geldi. Sultan Süleyman, Radu’yu ülkesine geri yollamadı ve onun yerine başka bir Eflak soylusunu atadı. Bir süre sonra fikrini değiştiren Sultan Süleyman, atadığı soyluyu geri çağırdı ve Radu’yu kendisine bağımlı bir prens olarak Eflak’a gönderdi.
Birkaç ay sonra aynı bölgede hem hükümdarlık yapan, hem savaşan ve hem de Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine katılan Paul Tomori adında bir papaz, Ferhat Bey komutasındaki bir Osmanlı birliğini yendi. Paul Tomori, Ferhat Bey’in kesik başını, tutsak edilen Türk askerlerini ve ele geçirdiği kırk sancağı Macar kralına gönderdi. Yine o günlerde İtalya’dan Tuna boylarına gelen General Frangipani komutasındaki on altı bin paralı asker Hırvatistan’da Hüsrev Paşa’yı bozguna uğrattı.
Devletinin iç örgütlenmesiyle uğraşan genç sultan üç yıldır sefere çıkmamıştı. Barış zamanında, hareketsizliğin yarattığı huzursuzluktan ve seferlerin sıkı disiplininden uzaklaşıp aylak bir yaşam sürmekten giderek daha saldırgan ve aç gözlü davranmaya başlayan Yeniçeriler 1525 yılının ilkbaharında kazan kaldırıp ayaklandılar. Yahudi mahallesini yağmaladılar. Bazı önemli kişilerin evlerini bastılar. Aralarından bir grup Sultan Süleyman’ın huzuruna kadar varmayı başardı. Bu densizlerden üçünü Sultan Süleyman kendi elleriyle öldürdü ve sonra Yeniçeri ağasını idam ettirerek ayaklanmayı bastırdı.
Daha tahta çıktığı gün “Çağın Hükümdarı” olmayı aklına koyan Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad’ın fethinden bu yana, Türklerle Macarlar arasındaki sınır çatışmalarında ardı ardına alınan yenilgilere ve genelde itaatkâr, disiplinli, savaş sırasında efendilerine sadık olan yeniçerilerin isyanına fena halde kızmıştı. Sultan Süleyman Osmanlı Devleti’nin onurunu korumak, bunca yenilginin öcünü almak ve sınırlarının güvenliğini sağlamak için askeri güç kullanmaya karar verdi.
Sefer hazırlıklarına başlayan Sultan Süleyman, ilk iş olarak Mısır’da bulunan İbrahim Paşa’yı geri çağırdı. Osmanlı otoritesini tanımayarak ayaklanan Mısır Valisi Ahmet Paşa’yı bertaraf ederek ayaklanmayı bastıran ve eyalet yönetimini yeniden örgütleyen İbrahim Paşa, Kanuni’nin fermanını alınca Şam valisi Hadım Süleyman Paşa’yı Mısır Beylerbeyliğine atayarak kara yoluyla İstanbul’a doğru yola çıktı.
Osmanlı Türkleri Rumeli’ye ayak bastıkları tarihten itibaren karşılarında düşman olarak Katolik dünyasının öncüsü olan Macarları görmüşlerdi. Yüz elli yılı aşkın bir süredir başlarına bela olan Macar krallığını ortadan kaldırmaya karar veren Sultan Süleyman, Suriye yoluyla Mısır’dan dönen Sadrazam ve Rumeli Beylerbeyi İbrahim Paşa’yı Macaristan üzerine gönderdi. Akıllı ve becerikli bir sadrazam olan İbrahim Paşa, Rumeli gazileri Mihallı ve Turahanlı akıncıları ile Bosna sancakbeyi Malkoçoğlu Bâli Bey’i Macaristan içlerine akına yolladı.
Önden gönderdiği sadrazamına Sava ve Drava nehirleri üzerinde birer köprü inşa edilmesini buyuran Sultan Süleyman da yüz bin kişilik ordusunun önüne düşüp Batı’ya doğru yürüdü. (23 Nisan 1526)
Osmanlı ordusu yola çıktığında hava koşulları oldukça sertti. Yaz geldiği halde şiddetli yağmur ve dolu fırtınaları devam ediyordu. Akarsular taşmış, yolları sel basmış, köprüler yıkılmıştı. Fırtınadan ordugâhlarda çadırlar uçuyor, malzemeler zarar görüyordu. Zorlu yol şartlarına rağmen ordu bir bütün halinde Sofya’ya vardı. Bu yolculuk sırasında ekinleri çiğneyen iki asker ve ekini kaldırılmamış tarlalarda at otlatan iki silahtar, kafaları kesilerek idam edildiler. Sultan Süleyman’ın Bulgar köylülerine yapılan en ufak bir hareketi şiddetle cezalandırması Bulgaristan ovalarında bir zararın meydana gelmesini önledi.
Sultan Süleyman ve İbrahim Paşa Sofya’da ikiye ayrılarak Tuna ötesinde Macar krallığının en güçlü kalesi Petervaradin’e doğru iki koldan ilerlemeye başladılar. Macar kralının yönetiminden memnun olmayan halk ve Macar toprak sahipleri tarafından ezilen köylüler, topraklarına giren Türklere kurtarıcı gözüyle bakıyorlar ve orduya her türlü desteği sağlıyorlardı.
Macar kralı II. Lajoş, Osmanlı ordusun Macaristan’a doğru yürüyüşe geçtiğini haber alınca bir taraftan savaşa hazırlanırken bir taraftan da Avrupa kral ve prenslerine müracaat ederek yardım istemişti. Toplanan Macar meclisi de kralın ordunun başında bulunmasına karar vermişti.
Petervaradin kalesi Osmanlı kuşatmasına on iki gün dayandıktan sonra teslim oldu. Kıyı boyunca Batı’ya doğru yürüyüşe devam eden Osmanlı ordusu sınırdaki kaleleri birer birer ele geçirdi. Tuna’nın güney kıyısında terk edilen Ösek halkı, gönüllü olarak Sultan’a tabi olduklarını açıklayıp, kapılarını açtılar. Sultan Süleyman derhal burada bir köprü kurulmasını buyurdu. Sadrazam’ın ustaca düzenlemeleri sayesinde üç ayda bitecek köprü üç günde tamamlandı. Ordu karşı kıyıya geçince Sultan Süleyman binbir zahmetle kurulan köprüyü yıktırdı. Köprü yıkıldığı için, hiçbir kaçış yolu kalmamıştı. Sultan Süleyman böylece askerlerinin, savaş alanında çok daha kararlı ve sarsılmaz bir mücadele vereceğini düşündüğü için dönüş yolunu ortadan kaldırtmıştı.
Bu sırada Macarlar otuz kilometre kadar kuzeyde kalan Mohaç ovasında kuvvetlerini savaş düzenine sokuyordu. Yürüyüşünü sürdüren Osmanlı ordusu da, günbatısında batmakta olan güneşin kızıl bir renge boyadığı Mohaç’ın bataklık arazisine girdi. Polonyalı, Alman, İtalyan, İspanyol ve Çeklerden oluşan takviye birliklerle güçlenen Macar ordusu, bataklığa bakan üzüm bağları ile kaplı tepelerin üzerinde konuşlanmış Osmanlı ordusunu bekliyordu.
Güneş hızla batmış, hava kararmıştı. Sultan Süleyman ordunun bütün komutanlarıyla, eski askerlerin katıldığı bir savaş meclisi topladı. Bu meclise katılan Malkoçoğlu Bâli Bey, birbirlerine zincirlerle bağlı zırhlı Macar süvarilerinin kasırga gibi inen, dayanılmaz darbesini iyi bildiği için, kitle halinde bir saldırı yerine düşmanı ortaya alarak yan ve gerilerine saldırı yapılmasını teklif etti. Bu teklif kabul edildi.
Gün doğarken altın ve gümüş telkâriden yapılmış zırhını giyen ve beyaz sarığı üzerine üç kara balıkçıl tüyü takan Sultan Süleyman, ordusunun iki kanadını da görebileceği bir tepenin üzerine yerleştikten sonra ellerini göğe kaldırarak dua etti. “Allah’ım, kudret ve zafer yalnız senin elindedir. Peygamber kulunun ümmetine yardımcı ol.” Bu dua ordunun ön saflarında da dolaştı. Sipahiler atlarının dizginlerini ağızlarına sıkıştırarak ileri atıldılar. Sultan Süleyman’ın önüne gelence kolları havada yere kapandılar, sonra tekrar atlarına bindiler ve kılıçlarını çektiler.
Rahip Tomori’nin komutasındaki Macar zırhlı süvarileri, Sadrazam İbrahim Paşa komutasındaki Anadolu ordusunun üzerine üşüşürken Türk askerleri yana açıldılar ve aralarına aldıkları Macar süvarilerini kılıçtan geçirmeye başladılar.
Macaristan Kralı II. Lajos en cesur şövalyeleri ve yedek süvarileri ile hem Anadolu, hem de Rumeli ordusunun üzerine ok ve ateş yağmuru altında saldırdı. Macar kralı ve süvarileri, Sultan Süleyman’ın otuz bin yeniçeri ile beklediği yere gelince Türk topları birden ölüm kusmaya başladı. Top ateşinden kurtulmayı başaran Macar süvarilerinin üzerine saldıran merkez kuvvetleri arasında Türk sultanının altın işlemeli zırhının parıltıları görünüyordu.
Beraberce ölmek ya da Türk sultanını tutsak almak için ant içmiş olan Macar kralının şövalyeleri, yeniçerilerin kaya gibi savunmasına doğru sokulmaya başladılar. Göğüs göğse süren savaş sırasında, bir aralık Sultan Süleyman bile Macar okçu ve mızrakçılarının tehdidi altında kaldı. Bir er gibi dövüşürken zırhı yırtılan, miğferi kırılan Sultan Süleyman’ın yanındakiler birer birer şehit düştüler. Şövalyeler, mızraklarıyla, kılıçlarıyla, baltalarıyla Türk Sultanının zırhına dokunmaya başladıkları sırada, kargaşalığın içinde Sultan Süleyman’dan ayrı düşen yeniçeriler tehlikenin farkına varıp geri döndüler ve Sultan Süleyman’ın etrafını çevirmeye başlayan şövalyelerin dizlerini parçalayıp, kanlar içinde atlarından yere yuvarladılar. Ağır zırhlar kuşanmış şövalyelerin kesilen başları zaferin ilk işareti oldu.
Sadrazam İbrahim Paşa tarafından düzene sokulan Anadolu ve Rumeli kuvvetleri, Macar ordusunu üç yandan çevirmeye başladı. Kan ve ateş içinde kalan Macarlar kaçmaya çalışırken vurulup düşüyor, bazıları yeniçerilerin amansız kılıçlarından kurtulmak için bataklığın çamurlarına atlıyorlardı.
Kral Lajos’un iyi su verilmemiş çelikten olduğu anlaşılan miğferi, bir mızrak darbesiyle ikiye ayrılmıştı. Kral Lajos’un başından akan kanlardan ürken atı bataklığa doğru koşmaya başladı. Kral Lajos kanının izi bile bulunamadan bataklığın içinde kayboldu gitti.
İki millet ve iki hükümdarın yazgılarını çizmek için iki saat yetmişti. Türk savaşçılarının demir ve ateşinden kaçanların cesetleri ile at ölüleri, iki gün iki gece Tuna’nın köpürerek akan sularında sürüklendi. Mohaç’ın bataklıları geri kalanları yuttu. Savaş sırasında Macar kralı, Macar soylularının büyük bir çoğunluğu ve sekiz piskopos da can verdi.
KAYNAKLAR
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Ord. Prof. İ. Hakkı UZUNÇARŞILI
OSMANLI TARİHİ: LORD KINROSS
OSMANLI TARİHİ: Alphonse De LAMARTINE