Metehan’ın otağındaki dert sahiplerinin bize yüklediği, taşıyamamaktan yorulduğumuz emanet. Tanrı Dağları’nın çocuklarının, Hira Dağı’nın bekçileriyle bir olup ortaya çıkardığı yazgımız. Töresini üstün tutan, Ömer’in adaletini benimseyen millet. Anadolu’ya yayılan; Yunus ile hem dem olan, Mevlana’nın Mesnevi’sini kucaklayan, Kur’an-ı Kerim’e sarılan aziz millet. Ertuğrul otağında tekrardan dirilişe geçen, Fatih’in İstanbul’una kandiller asan, Hadislere mazhar olan kutlu millet. Çanakkale’de susuzluğunu şehadetle gideren, mülk fukarası gönül zengini millet. Bosna’daki çaresiz mazlumların geleceğinizi biliyordum dediği ve üzerine dualar edildiği yaralı millet. Türk milleti. Biz işte böyle aşkla yola çıkmış Ben Türk’üm diye haykırıp dünyaya nizam getirmiş milletin varisleri.
Mutlak inançla yola çıkan Kızılelma düsturunu şiar edinmiş, gazayı araç kılmış milletin, emaneti olan aşka sahip çıkmayan varisleri… Doğu Türkistan’a, Kırım’a, Tuna’ya, Musul’a, Karabağ’a ve birçok coğrafyaya adımını atmış olan ecdadın, o coğrafyalara sadece acıyarak baktığı ve birçoğunun o coğrafyaların adını dahi bilmediği hissiz varisleriz bizler. Aşksız yığınlar halinde mağazalardaki indirimleri takip eden aşktan bihaber olup caddelerde parklarda dertsiz biçare millet mi olduk? Ben Türk’üm diyenlere faşist gözüyle bakar olmuş kaldırımlarımız. Ben Türk’üm silkinip kendinize gelin diyenlere hor bakıp televizyonlardaki palyaçoların aşıladığı sahte aşkın yolundan giderek aşka olan güvenini kaybettiği bir millet olduk. Ben Türk’üm, benim Türklüğüm adaleti ön planda tutar, ben faşist değil olsa olsa adalet kapısının tozunu süpüren bir fukarayım. Anlamını dahi bilmediği faşist teriminin ‘’Ben Türk’üm’’ diye mırıldandığında üzerine suçlarcasına atıldığı, Türk yurdunda Türklüğünü mırıldanarak dahi söylemekten çekinen aşksız, dertsiz millet.
Sessiz kaldıkça mazlumun arttığı dünyada sadece günlük politik meselelerle kafa yoran, gelecek adına politika üretemeyen bizler nasıl olur da emanete sahip çıkıp yola koyulabiliriz. Her olumsuz politik gelişmede suçu siyasilere atarak tepkisizliğimize bahane bulmak, asırlardır bir meseleye çare olmadığı gibi yeni sıkıntılara yol açtı. Suçlu bizleriz, çünkü bizler tembelleştik. Bizler seçimlerde dahi adını dahi bilmediğimiz, sadece ideolojik yakınlığımız olduğunu sandığımız vekillere oy verdik. Müteahhit olanı meclise sokarak aşkı betonlaşmış, memleketin sıkıntısından habersiz ihale peşinde koşanlara emanetimizi teslim ettik. Demokrasi getireceğiz diyerek gittiği yerlere kan ve gözyaşı götürenlere alkış tutanlara veya sessizce izleyenlere biz kendimizi teslim ettik. Aşktan bihaber olanlara aşkla kurulmuş memleketin geleceğini verdik. Suç onlarda değildi hiçbir zaman, suç bizdeydi ve biz suçu betonarme evlerimizin dışındakilerde aradık. Suçluyu arayana kadar bizi biz yapan tutkumuz olan aşkı aramadık.
Biz Türk Milleti olarak değerlerimizin yıllar önce öğüt niteliğinde olan çağrılarına kulak vermeliyiz. Türklük satranç tahtasındaki piyonluk olmamalı. Satrancı yöneten el olmalı ki güneşli sabahlara uyanabilelim. Tarihin bize verdiği mazlumlara uzanan el olma görevini gerçekleştirmeliyiz ki coğrafya olarak uzak, muhabbet olarak yakın soydaşlarımızın elinden tutabilelim. Bize uzanan elleri tutabilmektir Türk olmak.
‘’Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevişim, Bir adım gelene on adım gidişimsin ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin. Sen benim; yalandan ve sahteden kaçışım, riyadan bıkışım, gerçeği arayışımsın ve nihayet doğrunun tadına varışımsın.
Sen benim; haksızlığa ve zulme baş kaldırışım, mazluma kucak açışım, zalime düşmanca bakışımsın ve mağdurdan yana tavır alışımsın.
Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim, azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin
ve kapanmayan avuç içimsin.
Sen benim; hayat ve kaderle inatlaşmam, ekmek için kavgam, bitmek tükenmek bilmeyen davamsın ve zorluklara karşı yılmayışımsın.
Sen benim; menfaate ve çıkara tepkim, almak için verene öfkem, ille de karşılık bekleyene lanetimsin ve alayına isyan edişimsin
Sen benim; ahlaksızlık ve yozlaşmayla mücadelem, para için kendini satana küfredişim, başkalaşana verip veriştirişimsin ve eskiyi özleyişimsin
Sen benim; sonsuz sadakatim, merhametim, hissiyatim, şefkatimsin ve aman diyene yüz çevirmeyişimsin
Sen benim; her şeye rağmenim, asla pes etmeyişim, başımı öne eğmeyişimsin ve ümidimi yitirmeyişimsin
Sen benim; yaşama ülküm, namusa olan düşkünlüğüm, namussuzluğa küskünlüğüm, gururum, onurumla olan bütünlüğüm ve hayata bakışımsın.’’
Bu satırlar zamanın koşulunda belki farklı amaçla ve farklı bir mesele ile yazıldı. Ama özünde her daim aşk vardı. Bu yazılanlar Fatih Sultan Mehmet’e, Yavuz’a, Kanuni’ye ve nicesine erişti ki onlar da bu aşk şuuru ile beslendi. Beslenmesi gerekenler artık bizler olmalıyız. Her şeyden de öte birbirimizi severek yola koyulmalıyız. Camia içerisindeki yanlışlıkları eleştirirken dahi üstün olduğumuzu göstermeye çalışırsak aşkla yola çıkmış milletin evlatları olarak bu kibirle bertaraf olmaya mahkûm oluruz. Zaman milliyetçiliğimizi yarıştırma ve bu yarış içerisinde kalp kırma zamanı değil. Zaman birbiriyle barışık olma zamanıdır. Okuduğumuz her kitabın ardından vaiz olma yoluna gitmeden dinlemeyi ve zamanla da dinlenebilmeyi öğreniriz. Aksi durumda düşüncelerimiz sosyal medya hesaplarında profillerimize asılı bir çividen öteye gitmez. Bizler maziden aldığımız miras gereği düşünce ve eylem olarak önce birbirimizle kucaklaşmayız.
Üzüntümüz toplumumuzun içindeki öze karşı uzaklık, tarihi bilinçsizliktir. Bizler de maalesef zaman zaman bu bilinçsiz toplumun parçası olabiliyoruz. Korkumuz bu parçaya kalıcı olarak dahil olmaktır. Ancak Bizler ümitli insanlarız.
‘’Üzülme der Mevlana:
Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun.
Tek kanatla uçulmaz zaten … ‘’
Güneşli günleri görmek umudu ve aşkı yaşayanlardan olabilmek dileğiyle…