Mustafa Hakan YILDIRIMUzun zamandır insanımızın dilinde peleseng olan bir konu var: Finlandiya Eğitim Sistemi. Okumuşumuzun, halkımızın, eğitimle ilgilenen yahut ilgilenmeyen herkesin hakkında birkaç kelam ettiği bir konu Finlandiya Eğitim Sistemi.. Sanırım konunun bu kadar popüler olmasında Rus yazar Grigory Petrov’un kaleme aldığı ‘’Ak (Beyaz) Zambaklar Ülkesinde’’ adlı kitabın etkisi büyüktür. Grigory Petrov, belirli zaman dilimlerinde Finlandiya’ya yaptığı seyahatlerinde gözlediklerini kaleme alarak bu yapıtı ortaya koymuş ve sonra bu kitap birçok dünya diline çevrilerek, dünyada çok okunan eserler listesinde yerini almıştır. Ülkemizde de Atatürk’ün, askeri okullarda okutulmalı talimatı ile dilimize çevrilmiş ve o günden beridir ülkemizde de çok okunan kitaplar arasında olmuştur.
Finlandiya Eğitim Sistemi yukarıda da belirttiğim gibi ülkemizde çokça popüler olan bir konu ve herkes tarafından bu sistemin aynı şekilde ülkemizde de uygulanması yönündeki arzusu gözle görülen bir durumdur. Hakkında gerçek manada akademik bir çalışmanın ülkemizde yapılmamış olması ve sadece makalelerle sınırlı olan bir konunun insanlar tarafından bu kadar ilgi görmesi ve bu eğitim sistemini bizatihi Türkiye’ye de taşıyarak, Türk Eğitim Sistemini kökten değiştirmek gibi bir isteğin bu kadar revaçta olması da insanı düşündürüyor doğrusu… Durmuş Hocaoğlu’nun ‘’düşüncenin kovulduğu topraklar’’ olarak tesmiye ettiği ülkemizde insanımız gerçekten hazırcılık peşinde koşarak, düşünmeden yine ithal bir şekilde bir yerden bir sistemi alıp da ülkemizde direkt olarak bu sistemin başarıya ulaşacağını düşünmektedirler. Belki de sadece internette yazılanlarla bu kadar popüler hale gelen bir konunun ülkemize uygulanması konusunda ciddi soru işaretleri keşke herkesin kafasında oluşabilse! Kısacık bir şekilde Finlandiya hakkında malumat verecek olursak; Finlandiya, İstanbul’umuzun üçte biri kadar nüfus oranına sahiptir. Yani Finlandiya sadece 5 milyon nüfusluk bir ülkedir ve nüfusun büyük oranını da yaşlılar oluşturmaktadır. Finlandiya Baltık Denizine kıyısı olan ve İskandinav Yarımadası’nda yer alan sıradan bir Avrupa ülkesidir. Dünyada bugün söz sahibi olan ve dünya siyasetine yön veren veya vermeye namzet bir ülke hele hiç değildir. Bu yüzden Finlandiya kendi dünyasında yine kendine özel iyi bir eğitim sistemi oluşturmuşsa bu onun refah seviyesine ulaşmasından, fazla sorunu olmamasından ve konforundan ileri gelmektedir. Öyle konfora sahiptirler ki, bağımsızlıklarının 100. yılında Norveç’le birbirlerine dağ hediye etmek gibi harekete girişmek istemişlerdir. Şimdi bir Türkiye’mize bakalım.. Türkiye, arkasında Selçuklu ve Osmanlı gibi ağır bir tarihi mirası taşımakta olan ve yer aldığı tehlikeli ve kadim coğrafya itibariyle dünyanın gözünün üstünde olduğu bir ülke. ‘’Yüksek dağlar fırtınalı olur.’’ atalar sözüne kulak vererek Türkiye’nin fırtınası eksik olmayan çok yüksek bir dağ olduğu göz önünde bulundurularak Finlandiya gibi ‘’düzlük’’ addedilecek bir ülkeyi örnek almaktan hicap duyması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye eğer tarihi misyonunun farkında olarak hareket ederse, gelecekte dünyada ve coğrafyasında gerçekten söz sahibi olabilecek bir ülke olacaktır. Bir konferansta Kemal Üçüncü hocamızın ‘’eğitim felsefesi olmayan bir ülkenin hiçbir sahada ilerlemesi düşünülemez.’’ sözüne kulak vererek; aydınlarımızın, özellikle eğitimle uğraşanların Türkiye’nin yeni bir medeniyet tasavvuru içine girmesinin ancak ciddi bir eğitim hamlesiyle mümkün olacağını bilmeleri ve görevlerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Türkiye siyasetle maarif davasını ayırmalı, kısa vadeli konjönktürel eğitim hamleleri yerine, yarınlara hitap edebilen ve kendi tarihi mirasına yakışır şekilde bir eğitim modeli geliştirmelidir. Bu öyle Finlandiya’nın veya başka ülkelerin eğitim sistemlerini almak istemekle olmayacak bir iştir. Ki Finlandiya da herkesin gıpta ile baktığı eğitim sisteminde radikal değişikliklere gitmek kararı almış. Bu da demek oluyor ki ihtiyaç hasıl olduğunda çok iyi işleyen bir sistemde bile değişikliğe gitme kararı alınabiliyomuş. Toparlayacak olursak; geçmişten gelen eğitim düşüncelerine kulak vermeliyiz. John Dewey’e, Stuart Mill’e önem verdiğimiz kadar Kınalızade Ali’ye, Münif Paşa’ya, Mustafa Satı Bey’e, Hilmi Ziya Ülken’e, Nurettin Topçu’ya, Peyami Safa’ya, Mümtaz Turhan’a, Samiha Ayverdi’ye kulak vermeli ve eğitimdeki hamlemizi ‘’yerlilik’’ üzerine kurmalıyız. Bunun yanında ciddi bir eğitim felsefemiz de muhakkak olmalı ve eğitim düşüncemizin temelini oluşturmalıdır. Türkiye ancak söylemde değil de eylemde büyük bir ülke olmak, bölge ve dünya siyasetine yön vermek istiyorsa, kesinlikle bir an evvel ciddi bir eğitim hamlesini siyasetten arınarak yapmalıdır. Son olarak Mustafa Satı Bey’in ‘’Bir milletin, bir memleketin ahvali hakkında seri bir fıkir icmali hâsıl etmek için en kestirme yol o milletin, o memleketin mekteplerini tetkik etmektedir. Çünkü mektepler milletlerin mazisini aks, halini temsil, atisini izhar eder.’’ sözüne kulak verip, memleketimizin ahvali hakkında bir çıkarımda bulunmayı düşünmemizi temenni ediyorum.