Erhan KARAOĞLAN
‘’Pek görkemli olmayan, zamanın pespâye ahengine kapılmamış, görkemden, debdebeden uzak bir çay bahçesinde, çevremdeki dostlarımla kokulardan, çiçeklerden muhabbet açıldığı bir gün, herkes sevdiği bir çiçeği,bir kokuyu beyân etti.. Kimisi gül dedi,kimisi karanfil, kimisi de iğde ağacına vurgunluğunu dile getirdi.. Beyân etmek sırası bana geldiği vakit, Bal çiçeği dedim ben de. Ve tekrar ettim.. Bal çiçeği… En sevdiğim çiçek ve kokudur, diye. Ardından ekledim, bir de laleyi çok severim.. Biri sevincimin, diğeri hüznümün çiçeğidir.. Biriyle vâhdetin sırrına ererim, diğeriyle kalbimizdeki ölen duygulara mâtem dökerim. Bu cevâp ile lalenin, birliğin timsali olduğunu bilen dostlarım, pek âşina olmadıkları Bal çiçeğinin bende ne mânâ atfettiğini sorduklarında ise benim cevabım gayet netti. ‘’Bal çiçeği… Benim için Bal çiçeği, Bayram çiçeğidir.’’
Bâharın, pastel mavisini göklere nakşettiği, sümbülî havanın rûhumuzu okşadığı o dem, çay bahçesindeki sessizlik ve yalnız çıngırdayan bir iki çay kaşığının sesi vardı.. Ve bir de dostlarımın heyecanlı bekleyişi. Hepsi de neden bal çiçeği, sorusunun zihinlerinde yarattığı merakın çılgınlığı ile bekliyordu. Sanki yazgımızın sahibi o günü bize bahşetmiş ve hatifâne bir sâdâyla bu hâtıranın heyecanını ayrıca dostlarıma kalbetmişti. Çaylardan birer yudum alındıktan sonra, nihayet beklenen soru geldi.. ‘’Neden Bal çiçeği, Bayram çiçeğidir Erhancığım senin için?’’ diye. O ân, diğerlerinin üzerinden bir merak yükünün kalktığını, çehrelerinden okur oldum. Tabi, onları daha da heyecanın pençesinde bırakmamak gayesi ile anlatmaya başladım. Ve hâzin bir edâyla gözlerimi kapattım.. Yalnız o günü anlattım.
‘’16 yaşlarımda idim. Ramazan bayramının birinci günüydü. Tertemiz elbiselerimiz giyilmiş, ayakkabılarımız yaldır yaldır, çehremiz nûr inmişçesine parlıyor ve elbette aynanın karşısında saatlerce taradığımız saçlarımız… Her şey o kadar güzeldi ki. Mûtad bir bayram havası esiyordu tüm âhalide. İlk olarak elini öptüğüm babam, ardından annem ve ağabeylerim, ablam derken, onlardan gördüğüm bir tebessümle bir yandan gönlüm sürûrla dolarken, bir yandan da aldığım harçlıklarla cebimin dolduğu hissi sevindirmiyor değildi beni. Ne de olsa yaşımız 16 olabilirdi. Ziyarete gittiğimiz amcalarımız ben büyüdüm diye harçlıktan el çekseler dâhî ailemin gözünde 70’de yaşasam hep harçlığı hak den bir çocuktum, tıpkı sizler gibi.
O bayram günü ağabeylerimle birlikte komşularımız ve aile efrâdlarını ziyaret ettikten sonra yakın çevremizin büyüğü statüsünde olan annem ile babam evde kalarak ziyaretlerine gelen misafirler ile hemhâl oluyordu. O gün babamdan ağabeyime gelen telefonla, Almanya’dan çok önceleri şehrimize taşınmış ve bize de baba tarafından akraba olan kimsesiz yaşlı bir teyzeyi de ziyaret etmemizi istemişti. Adres üzerine yanına vardığımız teyzemizin kaldığı binâda yalnızlıkla duvarlara işlemiş o küflü hava karşıladı bizi öncelikle. Kapıyı küçük, hınzır yeğenlerimden biri çaldı. Kapı açıldığı an, devrilmeye yüz tutmuş, bir koca çınar misâli yaşlı bir teyzenin simâsı çöktü üstümüze âdeta bir gölge gibiydi. Teyze meğerse bizleri tanıyormuş. Küçüklüğümüzde bizleri kucağından indirmemiş. Hayat ona ne kadar acılar tattırsa dahi o bizi zihninden zamana inat hiçbir zaman silmemiş. Dedim ya binâyı yalnızlığın kasvetiyle sarmış küflü duvarlar vardı diye, işte o duvarlardan bir ömre sığacak sevincin, mutluluğun sıcaklığı ile o kasvetin nasıl da eridiğine şâhid olduk. Hızlıca teyzenin ellerine öpmek için sarılanan yeğenlerim, onu kucaklayan yengem, şefkat ve saygı ile ellerini öpen ağabeyim derken, sıra bana geldiği vakit, teyze beni kollarına sardı. Sanki o ân kolları gül dalıydı da ben kucağında gül bahçesindeydim. Gözlerinden iki damla yaşın düştüğünü görür gibi oldum. İşte yalnızlığın işkencesi, sevgi ile kaybolmuştu onda. Ve o gün o teyzeye sarıldığımda bir koku hissetmiştim. Elleri kolları gül dalı, kucağı gül bahçesi olan teyzemde gülden başka bir koku vardı. Rûhumun, göklerde seyran ederek bir başka âlemden bir başka âleme gittiği ve belki de cennetin kokusunu aldığım bir kokuydu bu. Ve o kokunun efsûnu ile bir bilseniz, sanki bâharlardan bâharlara kucak açtım.
Bize hürmet etmek için elinden gelen gayreti gösteren teyzemize zahmet vermemesi için o kadar uğraşmıştı bizimkiler. Yengemin demlediği çaylar içilip, evde hazır bulunan bayram kurabiyeleri yenirken herkes şen şakraktı. Teyzemizin sevinci hepimizin kalbinde açılmış bir çiçekti âdeta. Herkes sohbetlere dalmış, mâziden konuşurken bu esnâda benim aklım hep o kokuda idi. Bir köşeye çekilmiş, bedenen var olan ben; rûhen kaybolmuştum. Sormaya da imtina etmiştim o kokuyu. Muhayyelimde de ne düşünceler kanat geriyordu düşlerden düşlere. Ben böyle gâipte dolanırken, dünya üzerinde her şeyin vaktinin dolduğu gibi bizim de ziyaretimizin vakti dolmuştu artık. Ağabeyim ve ailesi dışarı çıkarken ben geride kaldım. Onlar arabaya doğru yöneldi ve ben de teyzenin ellerine doğru yöneldiğimde ona bu güzel kokunun ne olduğunu sordum. Teyzemin verdiği cevap ‘’Bu bal çiçeğidir oğlum, onun kokusudur. Bu yaşlı halimde, kaldığım dört duvar arasında beni bahtiyar ettiniz. Bal çiçeği gibi cennet kokuları da sizlerle olsun,’’ dedi. Gönlümde onmaz bir mutluluğun, hâzin sevinci ile o Bal çiçeği kokulu teyzeden ayrıldım. Arabaya bindiğimde herkeste rûhanî bir suskunluk vardı. Kimse konuşmadı. Yalnız şekerlerini sayan yeğenlerim haricinde. Bayramdan sonra bu teyzeyi ziyaret etmek için can atıyordum. Günleri bir güne ekleyip, özlemle ellerini öpmek için zamanla kâh güreşiyor, kâh yarış ediyordum. Nihâyetinde bayramdan bir iki ay sonra yanına gittim, fakat zili çaldım kapıyı açan olmadı. Komşusundan duyduğum, o teyzen vefât etti oğlum, cümlesi oldu. Onun için o kadar kolay cümleydi ki, ben kahroldum. Hayatının son demlerinde yalnızlığa mahkûm olmuş bir insan, bir dem ziyaretimizle gönüller dolusu sevinen ve bal çiçeği kokan o mukaddes insan… Ölmüştü. Kimsesiz, tabutunun taşındığı geldi aklıma. Istırabla kalbim acıyordu, gözlerimden yaş dökmek istiyordum da kalbim o kadar kurumuştu ki zerrece yaş dökülmüyordu. Gözlerimi o an oymak istiyordum. Acıyla yandığım böyle bir anda nasıl olur da yaş döküp, ateşimi dindiremezdi onlar. Ne kadar acıydı, bir insanın ölürken dahi yalnız olması. Başında soğuk bir mezar taşı, duasız, selâsız gömülmesi.
Dostlarıma dedim ki, işte o günden bugüne Bal çiçeği, hem mâtemim oldu, hem sevincim, hem de o yaşlı teyzeyi yalnızlığa bırakan biz kötü kalpli, duygularını zamana kurban etmiş insanlığın timsâli oldu bende.Ve onu her kokladığınızda çevrenizdeki insanların kıymetini bilin, çünkü o Bayram çiçeğidir, insanlığın birbirine duyduğu sevginin, saygının, hoşgörünün bir eşidir, dedim.
Velhâsıl, bu hatıra ile dostlarımın gönüllerinin nasıl da hüzn ile titrediğini hisseder oldum. Bugün ise bir bayram daha yaklaşıyor. Burnumda hasretle bal çiçeğinin kokusu tütüyor. Ve her bayram günü o bal çiçeğinin kokusu zihnimde belirdiği ân, gözlerimden yaş, kalbimden elem eksik olmuyor. Şunu da ekleyeyim, o teyze benim için son bir bayramdı. Eski bayramlar nerdedir diye, figân eden büyüklerimize, o teyzedir ve o da cennette bir bal çiçeğidir, diye cevâp veresim gelir. Hele ki yalnız Ramazan bayramının yeni elbiseler alıp, köşe bucak parklarda lüks kafelerde gezinmek, beş yıldızlı otellerde denize girmek olduğu, kurban bayramının da bilhâssa et yemekten başka bir şeyi ihtiva etmeyen, günler silseli olduğu şu vakitler, açmış bir bal çiçeğini ararım, o sevinçle, umutla yıllar önce bizlere kapısını açan teyzemin, o yaslı gözlerinden gönlümde doğacak olan..