Türk’ün devlet anlayışında hükmetmek, insanı râhata kavuşturmak demektir. Bunu, keseri kendi tarafımıza yontarak söylediğimiz zannedilmesin diye, bilhassa yabancı muhîtlerde dillendirilmiş kanaatleri, tavsiyeye şâyân buluruz.
Demirperde dönemi Polonyasında çok yaygın şekilde vird-i zebân olan bir hürriyet temennîsi vardı: “Türk atlıları, atlarını Vistül Nehri’nde sulamadıkça Polonya’ya hürriyet gelmez..” diye Türkçeye aktarılabilecek o Leh ideâli, Türk Cihân Hâkimiyeti’nin en özlü târifi ve de tarafsız değerlendirmesidir.
Târîhî hâdiseleri zaman tayfından geçirince görülecektir ki, Polonyalıya bu tarzda bir dilek ilhâm eden tecrübe, o topraklarda yaşanmamıştır. Çok uzaktan kumandalı – o da yirmi yıl kadar – himâye döneminin dışında, Polonya’da kalıcı özellikte Türk hâkimiyetine rastlanmıyor.
Türk hâkimiyetinin “hürriyet”le aynı kefeye konması, başlı başına sosyoloji kürsüsü kurduracak hacimdedir. Kasıt kıskacından ve kîne dayalı inâdından kurtulan her Dünyâlı, Polonyalıya iştirâk edecektir. Yalnız, mes’ele sâdece yabancıların akl-ı selîme çağrılmasıyla bitmiyor. Esas iş, içimizdeki bizim gibi görünen dâhilî yabancılara, Türk’ün hükmetme tarzını anlatabilmekte…
Saka Türklerinin efsânevî hükümdârı Alp Er Tunga; Dîvânü Lügâti’t-Türk dâhil pek çok mühim kaynakta Acun Beği diye anılır. Dünyâ Hâkimi demek olan bu sıfat, Alp Er Tunga’dan sonraki asırlarda da unutulmamış, değişik Türk sultan ve beyleri için sık sık kullanılmıştır.
1055 yılında Bağdad’a, o şehrin fâtihi olarak giren Tuğrul Bey’i, devrin Abbâsî Halîfesi bizzat karşılamış ve Büyük Selçuklu Hâkânı’na: Sultânü’l-maşrık ve’l-mağrib tâbiriyle hitâb etmiştir. Doğu’nun ve Batı’nın Sultânı demek olan bu Arapça unvan, Alp Er Tunga’nın Acun Beyliği gibi Dünyâ Hâkimi mânâsına geliyor.
29 Ağustos 1516 günü, Haleb Ulu Câmii’nde, Cum’â namâzı esnâsında minberdeki hatîbin: Halîfe-yi Rûy-ı Zemîn tarzındaki takdîmiyle, Yavuz Sultan Selîm, Dünyâ Hâkimi bilinmiştir.
Türk târîhinin fecrinde, Oğuz Kağan’ın, adıyla anılan destânda, milletine gösterdiği hedef, Güneş’in bayrak, gökyüzünün çadır olduğu bir Dünyâ Devleti’dir. Mete Hân’dan Kaanûnî Sultan Süleymân’a kadar sayması zor çoklukta Türk hükümdârı, Dünyâ Hâkimi kabûlü görmüşlerdir. Ayrıca, Osmanlı otoritesinin iyice dumûra uğradığı dağılma yıllarında bile, aynı telâkkî psikolojik olarak devâm etmiş, Türk’ün çok uzaktan gönderilen selâmı ile olmazlar oldurulmuştur.
Türk Cihân Hâkimiyeti, bir Dünyâ klâsiği hâline gelmiş, bundan rahatsızlık duyanlar, başta Türk âilesi olmak üzere, en hassas yerlerimize, infilâk gücü yüksek bombalar yerleştirmişlerdir…