Ecdâdın Ortaya Koyduğu Dârü’ş-Şafaka Medeniyeti ve Zamânı Eleyen Âbide Ağaçlar

Turgut GÜLER

Hâkimiyet sözündeki hükmetme fiiline hizmet aroma ve boyasını katan tek millet, Türk adını taşıyor. Aynı mantıkla, hâkim yerine hâdım olmayı tercîh eden bir gelenekten geliyoruz.

Hüküm yürüttüğümüz bütün iklîmler için, hep hizmet prensibini öne çıkardık, ama Mekke ve Medîne’yi daha bir başımızın üstünde taşıdık. Sultan Selîm-i Evvel’in Yavuz nigâhı, Haremeyni’ş-Şerîfeyn’e yöneldiğinde, güvercini mahcûb edecek bir tevâzuun sembolü idi. Ondan başlayarak, Mescid-i Harâm’dan Ravzâ-i Mutahhara’ya uzanan arâzi, Türk’ün hademelik yaptığı hizmet bölgesi oldu.


Her sene gönderilen surre kervânları, hem yola çıkarken, hem de yolculuk esnâsında uğradığı güzergâh duraklarında, dâimâ bir ibâdet karşılama ve uğurlamasına şâhit oldu. Mal varlığı hiç mesâbesindekiler bile, ganî gönül hazîneleriyle, bu surre alaylarına duâlarıyla mukâbelede bulundular.


Türk Cihân Hâkimiyeti
, gurk tavuğun kanatları altına aldığı civcivleri koruyup büyütmesi gibi, sınırlarına dâhil ettiği her karış coğrafyayı, üstündeki insanlarla berâber, aslına halel getirmeyecek bir emânetçi hassâsiyetiyle, zaman tünelinden geçirmiştir.


Bugün Türk’den, değişik ses tonlarıyla hesap sormaya yeltenen haddini bilmez bütün klânımsılardan, aslında bizim sormamız gereken, çok uzun metrajlı hesap ekstreleri bulunmaktadır.

Türk Cihân Hâkimiyeti, Türk’ün diğer tekmil takdîre değer insânî hasletlerinin iki-üç gömlek üstünde müşfik bir hüviyette durmaktadır.

Milletimizin gösterdiği bu şefkat, aslâ insâf, merhamet, acıma ifâdesi değildir. Ecdâdın ortaya koyduğu Dârü’ş-şafaka medeniyeti; merkezinde, göbeğinde insana saygı duyan bir fıskıyeden beşerî lüleler akıtmaktadır. Aslında, kullanılan beşerî lâfzı da merâmı anlatmaya yetmiyor. Çünkü o fıskıyeden akanlar, insanla birlikte cümle yaradılmışlara kucak açmaktadır. Nebâtât ve hayvanât âlemleri de, Türk’ün bahçesinde rahata kavuşmuşlardır. 

6 Nisan 1326 günü, Bursa’nın fetih gülleri açarken, Geyikli Baba’nın sırtladığı çınar fidanı, Dünyâ ile birlikte Kâinât’ı kendine şâhit tutuyordu. O gün dikilen çınarlardan, hâlâ ayakta olan ve Tanpınar’ın şiirli ifâdesiyle zamânı eleyen âbide ağaçlar, bize güngörmüş olgunluğu ile yaprak sallıyor.

Türk Cihân Hâkimiyeti’nin özüne ulaşmak için, biraz da kırda-bayırda dolaşmak lâzım. Çünkü bizim tesis ettiğimiz medeniyet, pek çok özelliği yanında, hakikî bir bozkır medeniyetidir. Konya’nın, dünden bugüne yürüyen tâlihinde, bozkır şehri olmasının çok mühim payı bulunmaktadır.

Bozkır Kültürü
tâbirinin mûcidi, rahmetli İbrâhim Kafesoğlu idi. Onun, bu ismi taşıyan ders notları, nice telif eserin sırtını yere çalacak bir pehlivan edâsı taşıyordu. Zâten Hoca’nın o dersi anlatırken içinde bulunduğu hâlet-i rûhîye, tamâmen bozkır kükremesi idi.


Bozkır
deyip geçmeyin. Orada, insan haysiyetine yaraşan her çeşit liyâkat makâmını bulabilirsiniz…

 

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen