Ütopya – Thomas More

Derya GİRGİN

Utopia

Thomas More, 7 Şubat 1478’de Londra’da doğan, eğitimini Oxford Üniversitesinde tamamlayan, İngiliz yazar ve devlet adamıdır. En yakın arkadaşı tarafından Deliliğe Övgü adlı eseri kendine ithaf edilen, yaşadığı dönemde ‘Şövalye’ unvanı alan ve en önemli konularından “hiçbir yer” anlamına gelen Ütopya eserini yaşadığı dönemdeki toplumu, yasaları, yönetimleri, kralları ve din adamlarını açıkça eleştirme edimini kendinde bulan ve bunu yazarken Platon’un kusursuz devlet anlayışından yola çıkarak bu kusursuzluğu tüm toplum yaşamına uygulamaya çalışan bir yazardır. Bu eseri yazdıktan sonra yayınlayıp yayınlamama konusunda eksikliklerinin olup olmaması fikri ile kendini ileri bir adım attıracağına inandığı kişilere göstermekten de çekinmeyen bir kişidir Thomas More.

Thomas More Ütopya eserini 1516 yılında iki kitap şeklinde yazmıştır. Ve çevirisinde More’un Peter Gillers’e yazdığı mektubu ve Gillers’in Busleiden’e yazdığı mektupları da yer almaktadır. Dergah yayınlarından Ayfer B. Canbier’in çevirisi ile de okuyucularına sunulmuş batı düşüncesinin köşe taşlarından olan bir eserdir. Amacımız ise More’un en önemli eserlerinden sayılan Ütopya’sından bahsederek olayın derinlerine bir nebze girip, günümüz olaylarından su yüzüne çıkan noktaları görmeye, gözlemlemeye çalışmak olacaktır.

Ütopyalar, More’un değimince “yaşadığı zamanı sorgulayan, düşünce üreten İnsan için her zaman var olmuştur.” (s.12) Fakat ‘hiçbir yer’ anlamına gelen Ütopya için ‘her şeyi’ titizlikle yapmaya çalışması somut olarak anlamsız gözükse de, anlamı yaşadığı dönemi ele alarak bakıldığında, yapmak istediklerini Ütopya adlı eserinde anlatmaya çalışması onu anlamlı hale getirmiştir. Ütopya sözlük anlamı olarak da “aslı olmayan, fakat tasarlanmış ideal toplum şekli” anlamını taşımaktadır. Rönesans, reform ve hümanizma hareketlerinin olduğu bir dönemde Ütopya, o çağın Avrupa’sına var olan bir sistemden bambaşka bir sisteme geçişi önermekteydi.

Thomas More katı bir Katolik olarak gözükmektedir. Katı kurallardan sıkılan, güç ve zenginliklerini kendi yararına kullanmaya başlayan zümrelerden dolayı Martin Luther ve onun yolunda ilerleyen insanlara ise katılmamakla kendini bize tanıtan bir kişidir. Aynı zamanda kendi dininde kalmaya devam ederek düşüncelerini bu doğrultuda ilerletmiştir. Protestanlık dininin yolunu açan ve reform hareketlerini başlatan Martin Luther ve onun gibi düşünenlere katılmayarak kendi dininde, yaşadığı toplumu, kendi din adamlarını, zenginleri, güç sahibi olan ve sınıf ayrılıklarını oluşturan çoğu faktöre Ütopya adlı eser ile açık bir şekilde eleştiride bulunmuştur.

Thomas More’un Ütopyasından bahsedecek olursak yakın ve çok sağlam dostluk kurduğu Peter Gillers’e niyetinden bahsetmişti : “Benim ideallerime göre yönetilen bir ülke ve bu idealleri gerçekleştiren insanlar hakkında bir kitap yazmak istiyorum…” diyerek isteğini açıklamış ve yazısına yaşlı bir denizci ile tanıştığını, bu adamı bütün dünyayı dolaşmış bir gezgin ve bizim varlığından bile habersiz olduğumuz nice yerleri görmüş biri olarak tanıtacağından bahsediyordu. Ziyaret ettiği adalar ve memleketlerin Avrupa’da ki yaşam biçimi ile karşılaştırıldığında bambaşka bir dünyaya aitmiş gibi gözükmesinden ve böyle bir anlatım ile olayın dışında kalmasının yaşadığı dönem bakımından doğru olacağına, eleştiri bakımından da düşüncelerini açıkça belirtmenin en iyi yolu olduğuna inanmasından ileri geliyordu.

Ütopya’sı ise öyle bir yerdir ki içindeki insanlar şan, şeref, lüks için yaşayan insanlardan oluşmamaktadır; mutlu olmak için uğraştıkları insanlardan oluşan bir adadır. Paranın para etmediği, özel mülkiyetin olmadığı, ferah ve arzu edilen bir ortamın Platon’dan da yola çıkarak toplumda mutlak koşulların, hakların dağıtımı ile olmasına inanılmasıdır. Çünkü insanların türlü yollardan kazandıkları kadar kazanmalarına izin verildiğinde mal ve mülkün küçük bir azınlığa geçip, kalanının yoksullaşacağına inanılmasından ileri geliyor. Ada ise çok güvenlidir ve üstünde elli dört tane büyük şehir vardır. Bütün şehirler aynı plan üzerine kurulmuştur ve bölge özelliklerine göre kısmen birbirinin aynısıdır. “Amaurot” adındaki yer merkezi konumundan dolayı başkent olarak kabul edilir(her bölgeden ulaşmak daha kolay olduğu için). Ütopya’da her insan üreticidir ve üretime katılmayan yoktur. Kâr elde etmek için değil, ihtiyaca göre üretim yapılır. Onun ülkesinde kimse mülk kavramını bilmez. Gruplar halinde tarlalarda çalışılır ve gruplar halinde ortak yemekhanelerde yemek yenir. Çalışma saatleri gün içerisinde toplam altı saattir. Kalan vakitlerinde ise yararlı sosyal faaliyetlerde bulunurlar. Evleri ise insanlar on yılda bir dönüşümlü olarak kullanırlar. Ve bunlar kur’a ile belirlenir. Her üç günde bir ya da gerekli ise daha sık her bölgeden atanan en yaşlı ve bilge başkanlarla toplanıp memleket işlerini konuşurlar. Konsey diyebileceğimiz bu topluluğun bir kuralı vardır ki o da; bir öneri ilk ortaya atıldığı gün üstüne tartışılmaz. Tüm tartışmalar gelecek toplantıya ertelenir. Aksi takdirde ilk akla gelenin toplum için en doğru olduğuna inanılabilme ihtimalindendir. Onların moda adında bir canavarları da yoktur. Herkes bir örnek giyinir ve farklılıklar çok azdır. Renkler genellikle sade ve rahattır. Ve de hepsi ev yapımıdır.

Ütopya da çekirdeğin özü ise ailedir. Yani ev halkıdır. Her şehirde altı bin aile vardır ve nüfusu sabit tutmak için bir yasa yapmışlardır. Aileyi ise en yaşlı erkek yönetir. Para, altın toplumsal hayatlarında o kadar arka sıralardadır ki altını kölelerin prangalarında, zincirlerinde kullanırlar. More’un değimince Ütopyalılar bakmak için gökyüzündeki onca yıldız, güneş, ay varken bir insanın, bir parçanın sönük pırıltısıyla(altın, gümüş, para gibi) nasıl büyülendiğini asla anlayamazlardı.” Nasıl oluyordu da akıl kapasitesi bir teneke parçası ya da bir kereste parçası kadar olan, mutlak budalalığı, ahlaksızlığıyla başa baş giden bir adam, yalnızca bir altın yığınına sahip oldu diye, bir sürü akıllı insanı emrine amade kılabiliyordu.” İşte bunları Ütopyalılar anlayamayacaktı da. Bunun yanısıra astronomide uzmandırlar. Onlar her ruhun ölümsüz olduğuna ve “müşfik bir tanrı” tarafından yaratıldığına inanırlar. Yalnızca iyi ve dürüst zevkler mutluluk verir. Yani her türlü zevki mutluluk olarak da tanımazlar. Sosyal ilişkiler ise daima arkadaşçadır. Her düşünceye saygı vardır. Kimse yaptığı, düşündüğü ve inandığı şeylerden dolayı kötü bir durum ya da anlayış ile karşılaşmaz.

Ütopya bunlardan yola çıkarak zenginlerin fakirleri sömürmediği, para denen illetin insanların hayatlarını dikey şekilde değiştirmediği bir dünyadır. Ancak şuan ki dünyamızda ise savaşların ve ölümlerin Ütopyalıların kıymet vermediği ve en değersiz gördüğü para, altın gibi unsurlar en kıymet verilen unsurların başında gelmektedir demek yanlış olmayacaktır. Ve kapitalizmin ilerleyişini ve yükselişini sağlayan bu faktörleri insan canından daha önemli olmadığı inancı o katı zihinlerde olmadığı sürece savaşlar, ölümler, katliamlar devam edecektir. Ne yazıkki Ütopya “ümit edilen bir toplum modeli” olarak gözükse de insan zihnine yerleşmiş para ve hırs gibi mikropların, zihinlerden arındırılmadığı sürece Ütopyadan ileri gitmeyeceğide bir gerçek gibi gözler önünde duracaktır.

KAYNAKÇA
More Thomas,2003,Ütopya, Dergah Yayınları, İstanbul
Aydın Mustafa,2011,Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım Kitap, İstanbul
Marshall Gordon,2009,Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara
Yazar
Derya GİRGİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen