Hasan ERDEM
4.Murat’ın odanın tavanında ve duvarlarında çın çın çınlayan öfkeli sesini duyunca Sadrazam Recep Paşa, hayretinden donakalmıştı. Çarçabuk içinde bulunduğu durumu kavrayan işlek zekalı Sadrazam yere kapandı ve üst üste yutkunduktan sonra Padişah’tan af dilemeye, suçsuz olduğuna dair yeminler etmeye başladı. “Öç gecikir, fakat asla yaşlanmaz” diye kendi kendine mırıldanan çatık kaşlı Sultan Murat güçlü kollarını göğsünde kavuşturdu ve “Abdest almak için su iste, seni kâfir!” diye gürledi. Akağalarına dönen Sultan Murat “Bu hainin kafası hemen kesile!” diye buyurdu.
Yedikule zindanlarında asiler tarafından işkence ile katledilen ağabeyi 2. Osman’ın intikamını almak, vezirlerinin boyunduruğundan ve annesinin korumasından kurtulmak için yıllardır uygun zamanı kollayan Sultan Murat “Öldür ya da öl” politikasını uygulamaya karar vermiş ve işe de çıbanın başı olan Recep Paşa’dan başlamıştı.
Buyruğu ikiletmeyen Akağalar, yüzü kül rengine dönen Sadrazamın kafasını vurdular ve kanlar içindeki cesedini sarayın dışında bekleşen işbirlikçilerinin üzerine attılar. Gözlerinin önüne serilen manzara asileri dehşet içinde bırakmaya yetmişti. Önderlerinin kesik başını gören asiler, Recep Paşa’nın başını gövdesinden ayıran palanın soğuk temasını enselerinde duyumsayarak panik halinde sağa sola kaçıştılar.
Yeterince bekledikten sonra ölmek ile egemenliğini sağlama almak konusunda kesin bir karara varmış olan Sultan Murat, isyancıların başına dünyayı dar etmek, nefes almalarına dahi fırsat vermemek için hemen harekete geçti. Yeniçeri Ağasından emin olan Sultan Murat, Mehmet Paşa’ya devletin mühürlerini teslim ettikten sonra başkentteki bütün birlikleri At Meydanında topladı. Orta Camisinin önünde yüksek bir yere kurulan tahtına oturan Sultan Murat Sipahilerin arasından bir heyeti de karşısına çağırdıktan sonra, karşısında dizili olan Yeniçerilere Kur’anı Kerim’den alıntılar yaparak bir konuşma yaptı. Sipahilere de aralarındaki asileri korumaktan vazgeçmelerini, birliklerindeki kıdem ve sağduyu sahiplerinin sözlerini dinlemelerini buyurdu. Şair olduğu kadar iyi bir konuşmacıda olan Sultan Murat sözlerini bitirince Sipahiler, “Padişahın düşmanları bundan böyle bizim de düşmanlarımızdır, bundan sonra başkaldıranları korumayacak, aramızda barındırmayacağız” diye hep bir ağızdan haykırdılar ve elden ele dolaşan Kur’an üzerine bağlılık andı içtiler.
Sipahilerin ardından Yeniçeriler de bağlılık yemini ettikten sonra gözleri ateş saçan Sultan Murat kadıları karşısına çağırdı ve “Yargılarınızı para karşılığında satmakla ve insanları yozlaştırmakla suçlanıyorsunuz” dedi. Kadılar bunun üzerine Sipahilerin vergileri toplarken başvurduğu şiddet nedeniyle özgürce ve bağımsız olarak adaleti uygulayamadıklarını söylediler. Bu sırada Arap asıllı bir Kadı, asilerin evini bastığını ve onların istediği kararı vermesi için kendisine baskı uyguladıklarını, malını mülkünü yağmaladıklarını anlattıktan sonra Sultan Murat’ın huzurunda olduğunu unutarak kılıcını çekti ve “Padişahım inanın bana, hepsine iyi gelecek ilaç, kılıçtır” dedi. Hiç sesini çıkarmayan Padişah, Kadı’ya sakin olmasını ve yerine oturmasını buyurdu. Kadılar da Padişahın huzurunda adaletsizlikleri ortadan kaldıracaklarına ve memlekette düzeni yeniden kuracaklarına dair yemin ettiler.
Otoritesini daha da sağlamlaştırmak istediği için hemen işe koyulan ve ertesi gün Sipahi Ağasını huzuruna çağıran Sultan Murat, ondan suçlu Sipahilerin kendisine teslim edilmesini istedi. Sultan Murat, kem küm eden, kendisiyle pazarlığa yeltenen Sipahi Ağasının oracıkta başını vurdurdu. İsyanın elebaşlarından Saka Mehmet yandaşları ile yeni Sadrazamın huzuruna çıkıp küstahça tavırlar takınarak konuşmaya başlayınca dayanamayan Mehmet Paşa, bostancılarına işaret ederek, “Sözünü kılıçla kesin” diye buyurdu. Padişahına densizlik yapmaya kalkışan Sipahi Ağası gibi burnu havadaki Saka Mehmet ile Sultan Murat’ın hocası ve Sadrazamı Hafız Paşa’nın katillerinden Mahmutoğlu, Gürcü Rıdvan, Cadı Osman ve yanlarında bulunan diğer asi elebaşlarının kafaları hemen vuruldu, cesetleri sürüklenerek denize atıldı. Hiçbir şeyi unutmayan ve bağışlamayan, öç almaya yeminli Padişaha bağlı askerler başkentte ve Anadolu’da büyük bir insan avı başlattılar, bilinen hainlerle ayaklanmanın elebaşlarının izlerini sürüp, bu kişileri yakaladıkları yerde idam ettiler. Bunların içinde Beyşehri, Seydişehri ve havalisini kasıp kavuran Deli İlahi ile Dereli Halil ele geçirilip öldürüldüler. Asilerin gözde Defterdarı Yemişçi Mustafa, sarayın fırını önünde asıldı. Asi önderlerin en güçlü olanlarından İlyas Paşa, Sultan Murat’a bağlı askerler tarafından Bergama’da kuşatılınca teslim oldu. Padişah onu bağışlanmaya layık bulmadı ve kafasını vurdurdu. Recep Paşa zamanında meydanı boş buldukları için karanlık entrikalara karışan Köse Ali ile Feridun işledikleri suçların cezasını canları ile ödediler.
Kısa sürede asileri sindiren ve kendisinden önceki Padişahların tümünden daha çok korkulan Sultan Murat askerlerin arasında atının üstünde dolaşıyor, yasal olmayan toplantıları dağıtıyor, buyruklarına karşı gelenleri kendi elleriyle cezalandırıyordu. Sultan Murat, halkı olası bela yuvalarından yoksun etmek için imparatorluğun bütün kentlerindeki kahvelerle meyhaneleri kapattı, saltanatının kalan kısmı süresince tütün içmeyi bile yasakladı. Ülkesinde tam bir dehşet havası estiren Sultan Murat’ın son derece sert uygulamaları imparatorluğunu anarşiden kurtardı.
Sultan Murat’ın demir yumruğu ufak tefek yerel zalimlerin egemenliklerini sona erdirmiş, kışlalara disiplini ve mahkemelere de adalet geri döndürmüştü. Orduyu yeniden düzenleyip güçlendiren, imparatorluğun gelirlerini arttıran ve köylüleri yasalarla koruma altına alan Sultan Murat’ın savaşçı doğası, at sürmedeki becerisi, ciritteki gücü, her yerde görünmesi, isyan belirtilerini birden bastırmada gösterdiği cesareti, komutanlara karşı tavizsiz davranması askerlerinin gönlünü kazanmasına yetmişti. Sultan Murat’ın acımasız güç uygulaması, ceza uygulamadaki çabukluğu ve öç almada gösterdiği sabrı yüzünden kimse isyana yeltenmeye cesaret edemez olmuştu. Kan dökerek, baş keserek arkasını güvence altına alınca Mezopotamya yolunu temizlemesi için Sadrazamını Halep’e yollayan Sultan Murat, şimdi de atası Kanuni Sultan Süleyman gibi Bağdat’ı yeniden fethetmeye hazırlanıyordu.
Osmanlı devletinin başına bela olan, Suriye’de adeta bağımsız bir krallık kuran Maanoğlu Emir Fahreddin, Osmanlı Devletinin kuvvetlerine karşı koyarak egemenliğini Mısır sınırına kadar uzatmıştı. Yedi tuğlu imparatorluk sancağı Üsküdar tepelerine dikildikten, Padişahın Otağı kurulduktan sonra Halep’te toplanmaya başlayan Osmanlı ordusunun öncü kuvvetlerini gören Emir Fahreddin, bu disiplinli ve kalabalık ordunun karşısında ilk silinenin kendisi olacağını bildiği için Halep ile Trablusşam arasındaki Osmanlı garnizonunu bastı ve yirmi bin Sipahiyi öldürdü. Haberi alan Osmanlı Devletinin Suriye Orduları komutanı Ahmet Paşa, Emir Fahreddin’i yakalamak için peşine düştü. Osmanlı kuvvetlerinin amansız takibinden kaçamayacağını anlayan Emir, Ahmet Paşa’ya teslim oldu. Suriye’de yirmi beş yıldır saltanat süren Emir Fahreddin ve oğulları Hüseyin ile Mesud İstanbul’a gönderildi.
İstanbul’da dehşet havası estiren genç Padişahın fiziksel gücü ve vahşi enerjisi sefere çıkan orduyu da sindirmişti. Her an ve her rütbeye yayılan disiplin uğruna yol boyunca geride birçok ceset bırakılıyor, en ufak bir kabahat ölümle cezalandırılıyordu. Anadolu’daki isyancıların tamamen yok edilmesi için ordunun önünde bir cellatlar taburu ilerliyordu. Sultan 2. Osman’ın öldürülmesine karışan Atlı birliklerin komutanı Koca Osman Bey, sefer sırasında yakalandı ve kellesi kesildi. Cevherzade adlı bir çavuş da tütün içtiği için idam edildi. Kayseri’de de Kadı, ordunun iaşesinde küçük bir ihmali görüldüğü için idam cezasına çarptırıldı. Konya’ya gelindiği vakit Sultan Murat iç kaleyi görmek istediği için tek başına köprüyü geçti ve kaleye doğru atını topukladı. Kale dizdarı gelenin Padişah olduğunu bilmediği için surların üzerinden “Bire ağa aşağı inip piyade yürü, bu padişah kalesidir. Buna atla çıkılmaz” diye haykırınca bundan memnun olan Sultan Murat, kale dizdarına kendisini tanıttıktan sonra kaleye girip cephaneliği gezdi. Ordusunun başında yoluna devam eden ve Erzurum önlerinde Sadrazam Mehmet Paşa tarafından karşılanan Sultan Murat, İskender’in ve Timur’un dönüşlerini anımsatan büyük bir törenle kente girdi.
Erzurum’dan yola çıkan ve sert esen rüzgâra karşı yol alan bu son derece kalabalık ordu birkaç günlük yolculuktan sonra Safevilerin elindeki Revan önlerine vardı. Osmanlı ordusunu görünce, kalenin surlarında gürlemeye başlayan Safevi toplarının güllelerinden biri, daha soluklanmaya bile fırsat bulamayan Sultan Murat’ın görkemli atının ayakları dibine düştü.
Atının ayaklarının dibine düşen gülleden bakışlarını kaldıran ve son derece tedirgin olan ordu komutanlarına doğru dönen Sultan Murat gülümsedi ve “ Neden kaygılanıyorsunuz? İnsan yazgısının tespit ettiği günden önce ölebilir mi?” diye sordu. Komutanlarının dut yemiş bülbüle döndüğünü gören Sultan Murat alelacele ordusunu savaş düzenine soktu ve ardından komutanlarına tek tek taktik verdi. İlk önce Ahmet Paşa’ya seslenen Sultan Murat, “Emir Fahreddin’i Lübnan mağaralarında sıkıştırıp tutsak almak bir şey değildir, kim olduğunu şimdi göstereceksin” dedikten sonra Ahmet Paşa’dan delici bakışlarını ayırıp Canbulatoğlu’na döndü.
“Haklı olarak tunç yürekli denen babanınki gibi bir yürek taşıdığını kanıtlayacak ve vezirliğe layık olacaksın”
Sert yüzünde gülümsemesi yavaş yavaş donan Sultan Murat, Yeniçeri Ağasına “ Sen, yeniçerilerimin Ağası, beni çok iyi dinle! İstanbul’da şarap içenlere, tütün içenlere verilen cezalar bir kahramanın övüneceği cezalar değildir. İşte ne kadar kahraman olduğunu göstermenin tam zamanı! Yiğitliğini göster! Ben kendiminkini kanıtlarken, kargaşa içinde bile olsa komutanlarımın askerlerimi nasıl yönettiğini takip edeceğim” dedi.
Sultan Murat, komutanlarından sonra Revan önlerinde buyruklarını bekleyen askerlerine doğru döndü, görkemli atının üzengileri üzerinde yükseldi ve herkesin rahatça duyabilmesi için gür bir sesle konuşmaya başladı.
“Siz kurtlarım, sakın gevşemeyin! Vurmak, öldürmek ve baş kesmek için hiç durmadan, dinlenmeden çarpışırken sakın yoruldum demeyin. Doğanlarım, kartallarım kanatlarınızı açın, pençelerinizi sivriltin! VE BANA AVIMI GETİRİN.”
DEVAM EDECEK
KAYNAKLAR
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Baron Joseph Von Hammer Purgstall
OSMANLI TARİHİ: Alphonse de Lamartıne
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ: Lord Kinross