Turgut GÜLER
Batı Anadolu coğrafyasının, lâtif yiğitlik tezâhürü olan “efe”, kaynağına karışan Türk dışı unsurların hepsini unutturacak kadar, bu milletin damarına yerleşmiştir. Bütün popüler kahraman tipleri gibi efe de, meşrû düzene isyân hâlleri ile göze ve gönüle girme hamleleri yapmıştır. Zaptiye-efe kovalamacası, o yöredeki dağ yollarında hâlâ konuşulmakta, dizi film heyecânıyla yaşamaktadır.
“Efe”ye, folklorik zenginlik açısından bakarsanız, onda aradığınızdan fazlasını bulursunuz.
İmkânsız, insan mârifetiyle mümkün kılınmış ise, bir azmetme hikâyesi de kulaklara yaklaşır. İlâhî mümkünâtın, kıssa desteğine ihtiyâç duyacağı da, buna yöneleceği de zâten akla gelmez.
Türk târîhi, büyük ölçüde gayrıya parmak ısırtan destânî hâdiselerle dolu. Hangi asrın kapağını açsanız, mutlakâ bir Türk şahlanışı ile karşılaşırsınız. Hattâ bâzı yüzyıllarda bu şâha kalkışların katarlarını seyre dalar ve azîz Türk milletinin mensûbu olmaktan şükre doğrulursunuz.
Hâl böyle iken, yâd yeller alıp nasıl götürdüyse, Türk yurdunun çocuklarında o şânlı mâzînin, kırıntı kabîlinden bile izine rastlanmıyor. Elin ecnebîsinin saçındaki günlük renk değişikliklerini tâkibe alıp ezberleyen nesiller, kendi ecdâdı ve târîhi hakkında, “câhil” sözünü utandıracak derecede nasîbsiz, behresiz vaziyetteler. Karşılaştığımız sıkıntı, belâ ve musîbetlerin kolay kolay def’ edilmeyişinde, kendimize olan yabancılığın, bîgâneliğin çok büyük payı var.
Vaktiyle, bize özenenler Dünyâ dolusu idi. Şimdi, en ufak titreyişi, teleskopla göremiyoruz. Ağrının ilâcı, özümüzde saklı. Lâkin ne onu keşfedecek âlim, ne de reçete yazacak hekim var. Varlık içinde darlık çekmek, bu değilse eğer, bırakın taşlar başımıza düşsün.
İmkân dâiresindeki fiilleri, alelâde her insan üstlenir ve üstesinden gelir. Önemli olan, imkânsızı kasnağa geçirebilmektir. Fevkalâdelik safhası, işte o ândan îtibâren saltanatını sürmeye başlıyor…
Burnunun dibindekini göremeyenler, her nedense semânın harîtasını çıkarmaya tâlip oluyorlar. Alexis Carrel’e Nobel Armağanı kazandıran “İnsan Denen Meçhul” adlı meşhûr eser, baştan sona bu hakîkatı haykırıyor. Kendi vücûdunu, şuûrunu ve yaradılış hikmetini lâyıkıyla tanıyamamış, anlayamamış insanlık, nice “âlâ-yı vâlâ”larla – hâşâ – yaratmayı vehmediyor.
İlim adına söylenmiş cümle sözleri, bilinmeyenlerin yanında, nokta hacminde bile göremezsiniz. Daha, bunca cevap bekleyen soru varken, haddi aşan büyüklenmelerin, konulabileceği mahfaza, kın yoktur.
Ummândan bir katre hükmündeki mevcut ilim tasarrufu, bu hâliyle bile dudak uçuklatıyor. Varın, her bir husûsun bilinir hâle geldiği o muhayyel geleceği tasavvur edin…