Amerika’yı Amerika yapan en önemli parametrelerden biri de en iyi 10 üniversitenin 8’inin Amerika’da olmasıdır. Yine aynı şekilde Çin, İngiltere, Almanya, Kanada, Rusya ve benzeri ülkeleri hemen her açıdan güçlü kılan faktörlerin başında da ilk 100’de üniversitelerinin bulunmasıdır. Bilimsel üretkenlikle kalkınmışlık arasında çok güçlü bir korelasyon var.
*****
Abbas GÜÇLÜ
Niye ilk 100 değil de 500?[i]
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dünyadaki ilk 500’ün içinde iki üniversite değil, sayıyı çok daha artırmamız lazım. Ben hocalarımdan özelikle istirham ediyorum. Biraz daha gayretle bu ilk 500’ün içine çok sayıda üniversitelerimizle girelim ve adımızı farklı şekilde yazdıralım” çağrısı yaptı.
Merak ettim? Niye ilk 100 değil de 500?
Ekonomide 20 ve daha pek çok konuda ilk 10 hedefimiz varken, en iyi üniversiteler sıralamasında niye ilk 500?
Üniversitelerimize ve hocalarımıza inanmadığından mı?
Kesinlikle sanmıyorum.
Gençlerimize güvenmediği için mi?
Mümkün değil.
Üniversite altyapımız mı eksik?
Tam tersine, fazlamız var eksiğimiz yok?
Peki, o zaman neyimiz eksik?
Hemen her şeyin en iyisini, en büyüğünü, en güçlüsünü isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı üniversiteler konusunda bu kadar temkinli olmaya zorlayan ne?
Ha gayret!..
Erdoğan, önceki gün, Beştepe’de düzenlenen Yükseköğretim 2018-2019 Akademik Yıl Açılış Töreni’nde özetle şunları söyledi:
“Türkiye yükseköğrenim sistemi bugün gerçekten çok ileri bir seviyede bulunuyor. Ülkemizde faaliyet gösteren 205 yükseköğrenim kurumumuzda 7 milyon 611 bin öğrencimiz bulunuyor. Almanya’daki üniversitelerde 3 milyon öğrenci var. Bizde ise hamdolsun, 8 milyona yakın. Keyfiyet-kemiyet (nitelik-nicelik) noktasında bir sıkıntımız var. Dünyadaki ilk 500’ün içine iki üniversite değil, bu üniversitelerin sayısını çok daha artırmamız lazım. Onun için ben hocalarımdan özelikle bunu istirham ediyorum. Biraz daha gayret. Biraz daha gayretle inşallah bizler bu ilk 500’ün içine çok sayıda üniversitelerimizle girelim ve adımızı oraya da çok daha farklı bir şekilde yazdıralım…”
Kalite, kalite, kalite!
“Eğitim-öğretim konusunda pek çok meseleyi çözdük. Bundan sonra kaliteye odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kurarken iki başlığa özel önem vererek bu alanları doğrudan şahsıma bağlı özel ofisler arasına aldık. Biri Dijital Dönüşüm, diğeri de İnsan Kaynakları Ofisi” diyen Erdoğan bakın gerekçelerini de hangi sözlerle açıkladı:
– Türkiye her alanda çağı yakalamak ve ötesine geçmek istiyorsa, önce dijital dönüşümünü tamamlamak zorundadır.
– Teknolojide geri kalan bir ülkenin bilimde ve sanayide hedeflerine ulaşması mümkün değildir.
– Ülkemizin sahip olduğu verileri ve ürettiği bilgileri topraklarımız gibi hassasiyetle korumazsak geleceğimize güvenle bakamayız.
– Üniversite mezunlarının istihdamını takip ederek üniversite ve bölüm bazında başarı düzeyini ölçmeyi planlıyoruz.
– Temeli ne kadar sağlam atarsak üzerindeki binanın o derece sağlam olacağı açıktır.
– Eğitim-öğretim hayatında ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ bilinciyle yetişen hiç kimse ne içeride ne dışarıda ülkesinin aleyhinde faaliyetlere kalkışmayacaktır.
– Üniversitelerimizin ve akademisyenlerimizin atalete düştüğü yerde toplumumuzun büyük atılımlara girmesini beklemek beyhudedir.
Özerklik, kararlılık, takip
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yukarıdaki sözlerinin altına hangimiz imzamızı atmayız?
Hepsi de evrensel değerler!
Peki o zaman üniversitelerimiz nasıl şaha kalkar, nasıl ilk 500 için değil de ilk 100 için yarışır hale gelirler?..
İşte yine bu noktada evrensel değerlere yönelmek gerekiyor! Birinci öncelik özerklik! O olmazsa olmaz. İkincisi liyakat ve motivasyon, üçüncüsü planlama, takip ve kararlılık, dördüncüsü de olabileceğine inanmaktır!
Peki, bunlardan ne kadarı bizde var?..
Özetin özeti: Önemli olan sayılar ve büyüklükler değil, evrensel değerler çerçevesinde gelinen noktadır!.
Bilimsel üretkenlikle kalkınmışlık arasında çok güçlü bir korelasyon var. [ii]
Amerika’yı Amerika yapan en önemli parametrelerden biri de en iyi 10 üniversitenin 8’inin Amerika’da olmasıdır.
Yine aynı şekilde Çin, İngiltere, Almanya, Kanada, Rusya ve benzeri ülkeleri hemen her açıdan güçlü kılan faktörlerin başında da ilk 100’de üniversitelerinin bulunmasıdır.
Bilimsel üretkenlikle kalkınmışlık arasında çok güçlü bir korelasyon var.
Yani bilimde, teknolojide, Ar-Ge’de ne kadar söz sahibiyseniz, o kadar zengin, o kadar güçlü ve sözünüz o kadar dinlenir oluyor.
İşte bu noktada, onların karşısında çok daha dik durmamız ve eşit koşullarda söz sahibi olabilmemiz için daha çok bilim üretmemiz gerekiyor. Bunun için de üniversitelerimizi ilk 100’e sokmamız şart!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, üniversitelerin yeni öğretim yılı açılış töreninde dikkat çekmeye çalıştığı konu da buydu.
Üniversitelere, rektörlere, hocalara, öğrencilere, “Altyapı ise altyapıyı biz kurduk, gerisi size kaldı” dedi ve hedef gösterdi.
Dün de dile getirdiğim gibi tanıdığımız Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk 500’le yetinmezdi, onu ilk 500’e kim razı etti bilmem ama çıtayı hızla yükseltmeliyiz!..
Peki, bu o kadar zor mu?
Evet, pat diye olmaz ama eğer istenirse, bu, 10 yılda gerçekleşebilir!..
Peki ama nasıl?
Her şeyden önce, ilk 100’e girebileceğimize inanan bilim insanları ve üniversitelerin olması gerekiyor.
Yok mu? Fazlasıyla var.
Dünyanın en iyi üniversitelerinde doktora yapan, görev alan o kadar çok hocamız var ki, hadi gelin ilk 100’ü zorlayın desek, emininiz ki hepsi koşturacaktır.
Ama önce bunun için buna niyetli üniversitelerin ve rektörlerin olması gerekir.
İş o noktaya gelirse eminim ki, üniversite de çıkacaktır rektör de!
Nasıl ki otomobil üretecek babayiğitler aradıysak, ilk 100’e girecek babayiğitler de aramalıyız!
Ve emin olun bu konuda daha çok babayiğit bulunacaktır!..
Bu konuda ilk 100’e girmeye aday en az 5 üniversite bulabilir ve bunlardan biri ya da ikisinde de karar kılabiliriz.
Rektör ve bilim insanlarımıza gelince onlar da yok değil!
Bu konuda da yine en az 5 tane isim sayabiliriz.
Hatta çok daha fazlasını sıralamak mümkün.
Sonrasında ise ilgili üniversiteleri sırtındaki kamburlardan kurtarıp, geleceğe odaklamak kalıyor ki bu da o kadar zor değil!
Bugünkü düzende herkesin kafası karmakarışık.
YÖK, TÜBİTAK, TÜBA, ÖSYM gibi kurumlar ancak günü kurtarmaya çalışıyor.
İlgili bakanlıklardan bu yönde bir şey beklemek ise abes olur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki hissiyatını bildiğim için, zaman zaman, mevcut rektörlere, “İlk 100’e aday olun, Ankara’dan her türlü desteği görürsünüz” dediğim çok oldu. Ama cesaret edeni gördüm desem yalan olur. Çünkü o koltuğa aday olmaları ya da getirilmelerinin amacı bu değildi!
Bu yüzden, rektör atamaları, hele hele ilk 100’e aday olacak üniversite ve rektör seçimleri, görevlendirme yöntemiyle değil, kesinlikle isteğe dayalı olmalıdır.
Çünkü ilk 100 çok zor ve kararlılık gerektiren bir süreç.
İsteklilerin her şeyden önce o donanıma ve vizyona sahip olmaları gerekir ki araştırmacı kadrosu da ona inanarak peşinden gelsin.
Zaten tüm üniversitelerin bu konuda iddialı olmaları da beklenmez, dünyanın hiçbir yerinde de böyle bir durum söz konusu değil…
Özetin özeti: İlk 100’e girmeye talibiz diyen üniversitelerimizi ayakta alkışlamaya talibiz. Eğer bu cesareti gösterecek olan yoksa da vay halimize!..
—————————————
Kaynak:
[i] http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/abbas-guclu/niye-ilk-100-degil-de-500–2754554/
[ii] http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/abbas-guclu/neden-ilk-100-degil-de-500-2–2755255/