Murat Emre TIRYAKIOĞLU
Fikir adamlarının, mensubu oldukları camianın önde gelenlerinden olanların en sevdiği ve hayallerini süsleyen faaliyetlerden biri de nesil yetiştirmektir. Ülkemize kuruluş dönemi inkılâplarıyla giriş yapmış, köy enstitüleri derken 12 Eylül öncesinin çok kutuplu politik ortamında da her fikrin ütopyalarından biri olmuştur. Sanırım kökeni de Platon’a dayanan, her ferdi yüksek şuur sahibi, savunulan fikrin her zerresine vakıf olmuş, dünyayı merkez aldığı düşüncelerle yönetmeyi arzulayan bilinçli kitleler topluluğu, ideolojilerde söz sahibi olmuş her fikir adamının şüphesiz içini kıpırdatmıştır ve kıpırdatmaktadır. İster ideolojik dünyasında saygın ve sözü dinlenilen bir akademisyen olsun, isterse fikrin siyasal alandaki savunuculuğuna soyunmuş bir politikacı veya medya ayağında tanınmış bir gazeteci, hepsi gençlerin öneminden bahseder ve gençlere yatırım yapılması gerektiğini öğütler.
Bu çalışmalar için de birtakım öneriler getirilir. Ülkede, bireyin hiçbir istidadına eğilmeyerek her ferde aynı eğitim dayandığı malumunuzdur. İdeoloji dünyası da aynı şeyi yapar. (tabi aslında eğitim sisteminin şu anki yöntemi de bir ideolojik felsefeye dayanmaktadır köken olarak) yeni yetişen gençlere bir kitap listesi verilir. Bazı isimleri mutlaka okuması, hatta içlerinden daha bazılarını yutmaları salık verilir. Karşı cenaha zinhar yanaşılmamalıdır, zira akıl bulandırırlar ve fikrimizde olmasını istemediğimiz bütün kötü özelliklere de maliktirler. Gazete okunacaksa fikrin gazeteleri, eğer takip edilecek biri varsa kesinlikle karşıt rakiplerine yüz verilmemelidir.
Hatta bu konuda aşırı kibre bürünüp kendisini çevresinin aksakalı olarak görenler dahi vardır. İsmini vermeyeceğim, muhafazakar camiada medeniyet kelimesini dilinden düşürmeyen zatlardan biri, ki ne farkı olduğu veya neyi başarıp Aksakal’ı Azam olarak tanıtıldığını anlayamadığım, denk geldiğim bir videosunda başta moderatör olmak üzere karşısındakileri, dinleyenleri, yani önüne her denk düşeni gayet haşmetli bir enaniyetle fırçalamaktaydı. “Kitap okumayı da bilmeyiz.” diyordu. Çünkü kitap kendisinin tarif ettiği şekilde amel edilmeli imiş. Yılda şu sayıda okumak lazımmış ve en az ikişer kez okumak lazımmış her kitabı. Yazımıza ilham kaynağı olan şahıs elbette tekrar okumak konusunda haklıdır, lakin nicelikle kitap okumayı dayatması şahsındaki kibirden, kendisinin bizlerden çok farklı olduğunu anlatmaya çalışıyor olmasından olsa gerek.
Örnek şahsı pek okumam. Sevmediğimden veya fikirlerinden ziyade, farklı bir şey söyleyememesi ve söylediklerinin de tezsiz tekrarlardan ibaret olmasından. Daha fazla ifşa etmeden örneği kapatıp konuya dönersek, bu videodaki sosyal ortam bana önceleri de düşündüğüm, mensubu olduğum fikir de dahil her kelam edilen öğretide mevcuttu. Evet, hepimizin arasında yaşlılıktan ve kondisyondan düşmemiş, kenara çekilmemiş olduğunu ispat etmeye çalışan, gençlere yol gösterici olduğunu düşünen ihtiyarlar var. Bunlardan faydalı olanların zaten rüştü ispata ihtiyacı olmadığı için gayet faal olsa da bir kısmı da daha ölmediğini anlatmak için her konuda kendini konuşabilecek konumda ve derecede saymaktadır. Yaşıtlarının ağırbaşlı ve dimağ açan hikmetleri bunlarda bulunmaz. Geçmişteki öğrendiklerini tekrar anlatırlar, karşılarındakine bir mesele anlatırken kitaplarına atıfta bulunup okunmadığı için azarlarlar ve yeni bir şeyler öğrenmeye artık kapalıdırlar. Kitap okusalar dahi.
İşte bu tür kendileri kadar donanımlı(!), irfan sahibi gençlik yetiştirme derdi de saydığım şahısların özel ilgi alanıdır. Karşılarına oturduğunuz vakit size anında kitap listesi yapabilirler. Dikkat edin önerileri dışına çıkmayın, kalayı yersiniz. Tabi akıl kerem sahibi insanların da onay vereceği listeler olur bunlar genellikle. Yani faydasız olduğunu düşüneceğiniz bir kitap bulamazsınız. Ama okunması gereken, hıfzedilmesi şart olan kitap listesi bellidir.
Peki, faydalı hocalardan ıskartaya çıkmış sempatik ihtiyarlarımıza kadar bu reçete sevdası nedendir? Ne derece faydalı olmuştur? Ülkede ki genel edebiyat ve kültür dünyasına baktığımız vakit maalesef herkesin kendi sözünün daha kutsal olduğuna iman etmişliğini görmekteyiz. Tabi bu kutuplaşma bir diyalektiğin sonucu, yani birbirine karşı daima tez üretmenin. Fakat bir topluluktan sürekli aynı sesin çıkması o grubun söz konusu gelişime yeni tezler sürememesine neden olmaktadır. Yani düşünen on kişinin onu da aynı kaynaklardan beslenince birbirlerinden farklı sözler söyleyemedikleri gibi onlardan öncekilerden de farklı sözler nasip olmamaktadır. Bu okuma fiili şu anki söz sahibi on kişiden bir sonraki on kişiye de aynı şekilde sirayet ettiği vakit sonraki nesil de kendisinden öncekilerin sözleri haricinde bir söz etmekten uzak düşmektedir. Üçüncü bir nesil de bu geleneği aynı şekilde devam ettirince bu sefer daha önce söylenmiş sözlerin tekrarı yanında bir kutsiyeti de meydana çıkmaktadır. Yani tekrarlanan sözler üçüncü kuşağın eline geçtiği vakit artık mutlak doğru olmasının yanında zamanında değil şu anda dahi uygulansa toplumu uçuracak kadar donanımlı hikmetlerdir. Bu sözlere atıf yapılarak yeni yeni denemeler, makaleler yazılır, hatta işi sadece bu herkesin bildiği kaynakları şerh etmekten ibaret olan düşünürler olur, her genç fikriyatın genel çerçevesine hakim olur. Bu durum ise fikir sahiplerine neslin gümbür gümbür geldiği müjdesini verir.
İmdi, herkesin her şeyi bildiği, hatta fikir öncülerinin hayallerindeki ölçekte bilinçli ve fikir sahibi bir gençlik olsa dahi, fikrin başarısı kesin midir? Gençler elektrik gibi, büyüklerinin her sözünü yutmuşlar, okumaları noksansız, dünyalarına ve kültürlerine sahip çıkıyor, altın bir nesil olmuş olsun diyelim. Peki, dimağın sanatla beslenememesi, dışarıdaki dünyayı tanımama, tanımadığı gibi reddedip kendi dünyasını dış dünyaya empoze etme, bilginin verdiği özgüvenin dışardaki insanları cahil sayıp kibre dönüşmesi gibi çıkacak sorunlar aşılabilecek midir? Bu kadar tek yönlü eğitimin, aynı kaynakları okumanın bir zaman sonra karşılıklı konuşmayı da bırakıp sadece sloganlarla anlaşmalarına sonuç vereceği ortada değil midir? Hatta slogan dahi aynı şeyleri bilen insanların birbirlerine çarpıcı şekilde özet geçmesi değil midir?
Elbette bir topluluğun mensuplarının öğretisine vakıf olması elzemdir. Aksi taktirde kendi fikrini savunma konusunda sıkıntıya düşeceklerdir. Fakat fikir bize dört duvar değil, duvardaki pencerenin vazifesini görmelidir. Yani dış dünyanın ışığını ve havasını bize yaşatmalıdır. Biz pencere yerine duvarlar örersek elimize geçecek olan kendi zindanımızdan ötesi olmayacaktır. Hele ki fikir sahipleri dünya ile yeterli alışverişi yapmadan iktidar nasiplisi olursa bu sefer iş saldırganlığa ve dimağ dayatmasına dönecektir. Ötekileştirme güçlü bir silahla toplumu bir grubun fertlerinden gittikçe uzaklaştıracaktır. Aynı şeyi söyleyen insanların kendi aralarında konuşmaları onlara hiç bir yanlışın olmadığı bir idrak sahibi olduklarını hissettirecektir. Bu yüzden de kalan insanları fikri tekfir edeceklerdir.
Ülkede ki eğitim sistemine en büyük eleştiri olan her dimağa aynı eğitimin verilmeye çalışılması yöntemi bu altın nesil meselesinde de uygulanmaya çalışmaktadır. Fikrini savunan kişiler isteyen düşünür istiyor ki arkasından gelen takipçileri de kendisiyle aynı şeyleri düşünsün, aynı nitelikte yorum yapsın. Eşyanın tabiatına uygun olmayan bu durum kendi ezberini tekrardan başka da bir işe yaramıyor maalesef. Çünkü dış dünya reddediliyor. Sorunlar kalıp, çözümler kalıp… Güncel sorunlara ise herhangi bir çözüm getirilemeyip geçmişin tekrarlarıyla tedarik edilmeye çalışılmakta. İnsanın, insan ilişkilerinin olduğu yerde her daim yenilenen sosyal tekamülün anlaşılması için gereken yenilenebilme ancak gençler sayesinde olur. Toplumun değişimini en net şekilde gösteren kitle gençlik olduğuna göre sırf fikir sahibi olarak yetiştirme sevdasına bu insanların dünyalarını kısıtlamak, tek tipleştirmek, sadece bir pınardan beslemek altın nesil yetiştirmek gayesine hizmet etmeyecektir.
Nesil yetiştirmek isteyen büyüklerin, ilim ve irfan sahiplerinin ilk görmesi gereken gerçek budur. Gençlerin hepsi her şeyi aynı derecede bilmek, bir konuya aynı şekilde yorum yapmak zorunda değildir. Büyükleriyle aynı gündeme sahip olmaları da şart değildir. Yetişecek nesil; kendi yaşıtlarının sorunlarına eğilebilmeli, kendi arkadaşlarına derman olabilmeli, işte bu deva arayışında penceresi mensubu olduğu fikir olmalıdır. Yani gençler dünyaya fikir dünyalarından bakmalıdır, ama BAKMALIDIR. Spor, sanat, akademi, teknik bilimler, ilahiyat, edebiyat gibi ilgi alanlarında uzmanlaşabilmeli, bu alanlara fikirleri ile yeni bakış açıları getirebilmeli. Dünyalarını hazır okuma listelerinden ibaret tutmayıp aktüel eğilimlere de duraksamaksızın yanıt verebilmeli, başarılı olmalıdır. Herkesin kendi işinde başarılı olduğu bir fikirse zaten kendi altın neslini bulmuş demektir.