Mehmet MAKSUDOĞLU
Değişik çıkışlarıyla dikkat çeken ve hayli ilgi toplayan bir parti başkanının, son günlerde, Rum Patriği’nin ‘Ekümenik’ olduğunu kabûl ve ilân etmesi, sâdece ‘tâlihsiz’ değil, ‘korkunç’, ‘ürkütücü’, ‘kahredici’ bir olaydır!
İstanbul’u kuşatan Osmanlı’ya karşı Bizans İmparatoru’nun yardım istemek için gönderdiği elçiye, Papa V. Nikola, Floransa’da varılmış olan, Katolik ve Ortodoks Kiliselerinin birleştirilmesi karârına uyulması şartıyla yardım edeceğini bildirmişti. Halbuki, Grandük Notaras, ‘Bizans’ta Katolik külâhı görmektense, Türk sarığı görmeyi tercîh ettiğini’ söylemişti. Fâtih’in, İstanbul’u İslâm’a açtıktan sonra Patrik yaptığı Gennadios da iki kilisenin birleşmesine karşı olanlardandı. Hristiyan âleminin Katolik ve Ortodoks olarak ikiye bölünmüş vaziyette devâm etmesini Osmanlı siyâsetine uygun bulan Fâtih, Katolikliğin başı olan Papa’ya karşı, Ortodoks Patriği’ni destekledi. Papa’nın, mânevî nufûzu yanında, silâhlı gücü, meselâ donanması da vardı ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletleri ile olan deniz savaşlarının birçoğuna Papalık gemileri de katılmıştı. Ortodoks Patriği’nin ise, sâdece Ortodokslar üzerindeki mânevî gücü, tesiri vardı; Ortodoksların, Avrupa’nın Katolik halklarından ‘ayrı’ ve onlara ‘karşı’ olmaları, Osmanlı’nın işine geliyordu. Bu bakımdan, İslâm’daki müsâmaha yanında, Osmanlı’nın, Ortodoks Patriği ‘kullandığını’ ifâde etmek yanlış olmaz. Bu ‘kullanış’ çerçevesinde ve her inanç zümresinin ayrı ayrı teşkilâtlandığı, başındakinin, merkezî idâreye karşı sorumlu olduğu ‘millet’ nizâmı içinde Patriğe ‘Osmanlının’ bâzı haklar verdiği de doğrudur.
Halbuki, günümüzde, Fener Rûm Patriği, Diyânet İşleri Başkanı gibi, bir Türkiye Cumhûriyeti vatandaşıdır, Türkiye’deki Ortodoksların dînî başkanıdır, o kadar! Artık ‘millet’ nizâmı laik cumhûriyette yoktur. ‘Ekümenik’ olmak, Rûm Patriği Bartelemeos Efendi’nin iddiâsıdır; bu, Diyânet İşleri Başkanı’nın, Dünyâdaki bütün Sünnî Müslümanların Başkanı, Sünnî Halîfe olduğunu iddia etmesi gibidir! Türkiye Cumhûriyeti Hükûmeti bunu asla kabûl edemez, etmemelidir. Patriğin Ekümenik olduğunu kabûl etmek, -başlangıçta- İstanbul’u ona terketmek demektir! tabiî, arkasından, Romanın arâzisini, yâni, Trakya’yı ve bütün Anadolu’yu, zamânı geldikçe, tedrîcen, hortlatılmağa çalışılan Rum İparatorluğuna bırakma sürecini başlatmaktır! En müşahhas tezâhürü de, Rum bayrağı dalgalanmakta olan İstanbul’a, sûr içine girecek olan Türklerin, Patrik’ten vize almak mecbûriyetinde kalacak olmalarıdır! Aynen, Vatikan Devleti’ne girmek için olduğu gibi! Bilindiği üzere, Vatikan, Roma’da ayrı bir devlettir ve orada, İtalyan Hükûmeti nezdindeki Roma Büyükelçimizden başka, bir elçimiz de bulunmaktadır.
Bunun altyapısı da, çoktanberi hazırlanmaktadır: Türkiyemizin çeşitli yerlerindeki müzelerimizi geziniz, bize âid eserlerin mi, yoksa, Rumlarla ilgili eserlerin mi daha çok olduğunu bir hatırlayınız! Asla unutulmamalıdır ki, Batılılar, bir yerin kime âid olduğunu belirlemek için, orada kimlerin yaşamakta olduğuna değil, o yerin, târîhî bakımdan kime âid olduğuna bakarlar! Bu konudaki gafletimiz, ‘destân’ çapındadır ve Türkiyemizin her tarafında sayısız örnekleri vardır. (meselâ, İznik’teki Nilüfer Hâtûn imâreti, müze olarak hizmet vermektedir amma, içindeki Roma ve Bizans eserlerine ‘kabuk’ olmak vazîfesini yüklenmiş olarak! Allah korusun, o kutlu savaş, İstiklâl Harbi olmasaydı da, İznik, Yunan işgâlinde kalsa idi, Yunanlılar, bu konuda bundan daha fazlasını yapmakta zorlanırlardı. Olsa olsa, bütün Yunanistan’da olduğu gibi, Türk izini tamâmen silmek için, imâreti yıkıp yerine, grek tarzında, üçgen alınlıklı bir binâ yaparlardı.) İstanbul’un, Allah korusun, (Vatikan’ın, Papa’nın olduğu gibi) ‘Constantinopolis’ olarak Patriğin devleti olduğu durumda nasıl bir görünüm alacağını merak edenler, meselâ şu mâsum(!) internet sitesine bakabilirler: www. byzantium1200.org (Sultanahmed Meydanındaki Hipodrom’un locaları üzerinde bulunan 4 at heykeli, 1204 yılında, ‘Dördüncü Haçlı Seferi’ diye yola çıkan Avrupa’lılar tarafından Bizans yağmalandığında, Venediğe götürülmüş. Bizans eserleri hakkında bilgi veren İngilizce metinde, Venediğin, bu 4 at heykelinin replikasını, ‘İSTANBUL HALKINA’ vermesi isteniyor! ‘İstanbul Halkı’, bu dört Bizans at heykeli için yanıp tutuşuyor ya, hiç olmazsa, replikaları geri verilmeli! Bunun, kaba Türkçesi, İstanbul’daki Türkler, ‘var’ bile sayılmıyor, öyle ya, Yunanlı dostlarımız ‘en iyi Türk, ölü Türk’ buyurmuyorlar mı?
Zâten, sûr içinde binâlar satın almak, bâzı yerlerde, serserileri kullanarak esnafı kaçırıp barındırmamak sûretiyle, o bölgenin, daha şimdiden, Türk kimliğinden ‘temizlenmesi’ için, sistemli bir fa‘âliyet (etkinlik mi demeliydim?) hummâlı bir şekilde sürdürülmektedir. Bizans sûrları tâmir ettirilmiş (hem de İstanbul’un eski Belediyesi tarafından: ne kadar târih-sever ve ‘insancıl’ız, değil mi? aynı bölgedeki, meselâ Vefâ türbesi ve civârı, ihmâl edilse de olur, ‘ayrıcalıklı ve sevgili Bizans’la ilgili değil ki) Haliç’teki binâlar temizlenirken, Patrikhâne’nin önü de bir güzel açılmıştır.
Fetih şehîdlerinin rûhlarını olduğu kadar, her Türk’ün vicdânını da sızlatması gereken bu talihsiz beyânın sâhibinin ya iyi târih bilmediği, veya Batı’ya şirin görünmek, Batı’nın ‘görünmez velâkin etkili’ desteğini almak gibi sakîm bir hesâp içine girdiği anlaşılıyor.
Ne dersiniz; yaklaştığı anlaşılan seçimlerden başlayarak, milletvekili ve belediye başkan adaylarının, bâzı televizyon kanallarının yaptığı ‘bilgi yarışmaları’ gibi değil, çok daha ciddî bir biçimde ve ‘ehli tarafından’ târih ve Türkçe imtihânına tâbi tutulmaları, gerçekten de âcil bir zarûret hâline gelmiş değil midir? Ağzını doldura doldura bu beyânda bulunan kişi, bir Türkiye Cumhûriyeti vatandaşıdır, bir partinin genel başkanıdır, Türkiye’yi yönetmeğe tâliptir ve iddiâ sâhibidir!!