Mehmet DEMIRCI
Osman Yüksel (1917-1983) Türk fikir hayatında iz bırakmış önemli şahsiyetlerden biridir. Tanzimatla başlayıp, Cumhuriyetle zirve yapan pozitivist-materyalist anlayış ülkemizde büyük tahribata yol açtı. Modernleşme ve batılılaşma maceramız tepeden inmeci ve dayatmacı bir çizgi takip etti. Eğitim öğretim kurumları buna uygun bir usul ve program çerçevesinde çalıştı. Sonunda tahsilli ve okumuş yazmış insanlarımızın çoğunluğu geleneğine, milli kültürüne ve inançlarına uzak bir zihniyete sahip oldu. Böylece bin yıllık tarih, kültür ve inanç birikimimiz ikinci plana itildi; hatta horlandı, küçük görüldü. Halkla okumuş zümre arasında kopukluk oldu. Mille bünyemiz bundan fazlasıyla zarar gördü.
İkinci Dünya Savaşından sonra totaliter rejimlerde bir gevşeme oldu. Bunun bize yansıması olarak çok partili hayata geçişin ilk adımları atıldı. Ama tek parti diktatörlüğü bütün şiddetiyle devam etmekte idi.
Bu sıra Osman Yüksel Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğrencidir. Memleket sevdasıyla doludur. Kendisi Aksekili asil bir ailedendir, müftü çocuğudur. Millî ve dinî konularda hassasiyet sahibidir.
Osman Yüksel mücadeleci, tavizsiz ve sert bir mizâca sahipti. Fakültesinde gördüğü eğitimden memnun değildi. Komünizm propagandası yaptıkları için bazı hocaları şikayet etti. Takibata uğradı. 3 Mayıs 1944 olayları sebebiyle tutuklandı. Tahliye edildikten sonra tahsilini tamamlamak istedi fakat fakültesine kabul edilmedi. Bunun üzerine devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben bir dilekçe yazdı. “Yüksek makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bu dilekçeden sonra tekrar hapsedildi.
Hapisten çıkınca ‘Serdengeçti‘ dergisini çıkarmaya başladı. Başlığının altında “Allah, Millet, Vatan Yolunda” cümlesi yer alırdı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları sebebiyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve Zaman zaman tutuklanıp serbest bırakıldı. Kendisine “Serdengeçti” unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapandı. Yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı verildi.
Osman Yüksel 1950’li yıllardan sonra Türkiye’de milli uyanışın öncülerindendir. Tarihine, geleneğine, milli kültürüne ilgi duyan insanların pek çoğu onun yazılarıyla beslendi. Kolay okunan, rahat ve samimi, bir üslubu vardı. Bazen uzun aralıklarla 37 sayı çıkan Serdengeçti dergileri defalarca basıldı. Aynı üsluptaki kitapları çok rağbet gördü.
Ne yazık ki daha sonraki nesiller Serdengeçti’yi yeterince tanımadı. Yeğeni Emine Bağlı bu konuda çok dertli. Bugün 50-60 yaş grubundaki bazı popüler kimselerin Serdengeçti’yi bilmemesini havsalası almıyor.
İLİM VE DUYGU
İşte Osman Yüksel Serdengeçti’yi unutulmaktan kurtaracak değerli bir çalışma çıktı. İsmi, tam da onun mizacını yansıtıyor: Deli Rüzgar / Osman Yüksel Serdengeçti. (Kurgan Edebiyat yayını, Ankara, 2012). Kitabın yazarı, kıymetli bir ilim adamı: Prof. Dr. Cemal Kurnaz.
Deli Rüzgar hacimli bir kitap, tam 760 sayfa. Cemal Kurnaz bir bilim adamı titizliğiyle çalışmış. Dipnotlarıyla, belgeleriyle, resimleri ve zengin kaynakçasıyla kitap bir devre ışık tutuyor. Bilimsel ama asla sıkıcı değil. C. Kurnaz’ın kolay okunan bir üslubu var. Ayrıca konu Serdengeçti olunca; onun son derece renkli hayatı, mücadeleci ve esprili ruhu okuyucuyu alıp götürüyor.
Bu arada Serdengeçti’nin yeğeni emekli yüksek bürokrat Emine Bağlı Hanımefendi’ye de şükran borçluyuz. Amcasına ait elinde ne kadar malzeme, belge ve resim varsa cömertçe C. Kurnaz’ vermiş. Bunların esere ayrı bir zenginlik kattığı muhakkak.
Kitap yedi bölümden oluşuyor: Serdengeçti’nin kısa biyografisi, Yayın Hayatı ve Eserleri, Makaleleri, Serdengeçti Dergisi ve Yayınları, 3 Mayıs Tufanı, Politikanın İçinde, Mahkemeler, Kişiliği ve Düşünce Dünyası.
Ben Serdengeçti dergisini ilk olarak 1958 veya 59 yılında bir bayram günü Konya’da Kırmız Kütüphane’nin önündeki sergiden aldım. Daha sonra bulabildiğim sayılarını ve bütün kitaplarını okudum. 1961 Temmuzunda Ankara’daki kitapçı dükkanında kendisini ziyaret ettim. Agah Oktay Güner’in selâmı ve kartıyla uğramıştım. Birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’a gittik ve kısa zamanda benim kadro ve tayin işim yapılmasına yardımcı olmuştu.
YUNUS’UN KABRİ BAŞINDA
Kitaptan öğrendiğimize göre Osman Yüksel’in derin ve zengin bir manevi dünyasına sahiptir. O birYunus Emre hayranıdır. Yunus hakkında nefis şiirleri ve yazıları vardır. Eskişehir Sarıköy’deki Yunus Emre kabrinin, demir yolu inşaatı sebebiyle, nakledilmesi töreninde bulunmuştur. Benim de bu kitaptan öğrendiğim, konuyla ilgili hadiseyi alıntılayarak sunuyorum (s. 627-629):
Yunus Emre, 6 Mayıs 1949 Cuma günü Hıdırellezde muhteşem bir törenle yeni mezarına nakledilir. Aşırı izdiham olmasın diye tören radyodan ve milli basından duyurulmaz. Buna rağmen törene köylerden gelen 15 bin kişi katılır. Serdengeçti de, bu törenlerin içindedir. Kendisi bu olayı, “Yunus’un Mezarı Başında Kopan Kıyamet: Sanköy Mahşeri” başlıklı makalesinde ayrıntılı olarak anlatır. Mezarın bulunduğu yeşil tepede, herkes gibi onun da elleri havadadır. Yunus, kendi nefesleriyle uyandırılmaktadır. Büyük ermişin ölüsü bile manalıdır. Mezarı daha önce açılmış ve garip Yunus, bir eli kalbinde, bir eli başının altında öylece çıkmış ve bir sandukaya konulmuştur. O zaman gazeteler yazmıştır. İşte o sanduka şimdi yeşil örtüsüyle eller üstündedir. Binlerce insan ve yüzlerce el, 700 yılın ardından, asırlar ve nesiller arkasından ona doğru uzanmaktadır. Sandukayı kimin taşıdığı belli değildir. Sanduka kalabalık ellerin üzerinde, müminlerin başı üstünde yeşil bir bayrak gibi dalgalanmakta, sanki dualarla yürümektedir. Herkesin tek bir isteği vardır; o da, bir kerecik olsun yeşil örtüye, Yunus’un sandukasına yapışabilmektir. Anadolu’nun fakir ve yoksul insanları, Yunus’un bağrı taşlı, gözü yaşlı hemşerileri, onu yeni kabrine koymaktadır Halk kan ter içinde, adeta mezara girmek ister gibi hücum eder. Erkekler, kadınlar, çocuklar ağlaşmaktadır. Eskişehir müftüsü mezarının başında bir konuşma yapar. Dualar, âminler gökleri ve gönülleri doldurur. Ardından Sarıköy’ün bağlı bulunduğu Mihalıççık kazası Kaymakamı Ertuğrul Bey, Yunus’un kabri yanındaki çeşmenin mermerleri üzerine çıkarak köylerden, kentlerden ve dört yandan gelenlere, Mihalıççık ve Sanköy adına bir ‘Hoş geldiniz!’ konuşması yapar.
Törenin düzenleyicilerinden olan Halim Baki Kunter. istenmeyen olaylara yol açmamak için törendeki konuşmaların sıkı bir programa bağlandığını söyler. Akseki Cezaevinden yeni çıkmış olan Osman Yüksel’in, kendini tutamayarak çeşmenin üzerine çıktığını ve program dışı olarak konuşmaya başladığın belirtir. Onun muhalif kişiliğini bilenler acaba ne söyleyecek müdahaleyi gerektirecek bir durum ortaya çıkacak mı diye endişe ederler. Fakat o, her türlü küçük düşüncelerden, kin ve ihtirastan uzak, kendisine aleyhtar olanların da takdir ve memnuniyetin; kazanan aşağıdaki konuşmayı yapar:
“Uzak uzak yerlerden, dağlardan, tepelerden, denizlerden geliyorum. Sana yakın olmak için Yunus!
Karanlıklardan geliyorum; ışığında yanmak için Yunus!
Sana köylerden, kentlerden, mekteplerden selâm getirdim.
Yıllardır yollarında bağrı taşlı, gözü yaşlı dolaştım. İşte sana yana yana ulaştım, ey ulular ulusu… Yok, yok! Sana ulaşılmaz! Sana ulaşmak için ölüm gibi bir inkılâp lâzım Yunus. Hâlbuki biz âciz hayranların yaşıyoruz. İçmeden sarhoş olmanın, ölmeden evvel ölmenin yollarını göster bize. Sen o kendi varlığını inkâr eden büyük, ölçüsüz tevazuunla:
Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin
demiştin.
Seni üç gün sonra değil, yedi asır sonra dahi duyuyoruz! Ey kırların, bozkırların vefalı, dertli çocuğu! İşte senin o büyük garipliğindir ki, garip Anadolu’ya huzurunda el bağlatıyor.”
Seni üç gün sonra değil, yedi asır sonra dahi duyuyoruz! Ey kırların, bozkırların vefalı, dertli çocuğu! İşte senin o büyük garipliğindir ki, garip Anadolu’ya huzurunda el bağlatıyor.”
Bu yazı Sayın Prof.Dr. Mehmet Demirci’nin hususi müsadeleri ile http://www.mehmetdemirci.org/deli-ruzgar-osman-yuksel-serdengecti/ sayfasınbdan alınmıştır.