8. Ölüm Yıldönümünde O’nu ve O’nun Şahsında Tüm Şehitlerimizi Rahmetle Anıyoruz
İbrahim MARAŞ
Muhsin Yazıcıoğlu’nu anlamak üzerine kurulu bu kısa yazı, onun siyasi, kültürel ve fikri bakış açısının temellerini ortaya koymaya çalışacaktır. Aslında özetle tasvirini yapacağımız bu bakış açısı, sadece onun değil, onun yolundan gidenlerin de değil bütün Müslüman Türk coğrafyasının bakış açısıdır. Bu bakış açısı; izleri Oğuz Kağan’a kadar uzanan adaletli, vefalı, olgun, kudretli, mazluma kol kanat geren, her zaman beklenen, sorumluluk bilincine sahip ve özgüveni yüksek, fiziki üstünlükte değil “KUT”u kazanmakta yarışan, Allah’ın insanlığa emanet ettiği yeryüzünü, cennete çevirme ve “NİZAM”ını devam ettirme vazifesini tereddütsüz sahiplenen, göğü çadır güneşi tuğ yapma ülküsünü zihninden çıkarmayan Türk’ün bakış açısıdır. Bu bakış açısı; Allah ve O’nun Peygamberi (s.a.v.) dışında mutlak otorite tanımayan, her türlü tepeden inmeciliğe, jakobenliğe, köksüzlüğe, seçkinciliğe, bağnazlığa, bilimsizliğe, şekilciliğe, metotsuzluğa karşı çıkan bir bakış açısıdır. Gerçekte bu bakış açısı, her bir ferdin kendi benliğini aştığı ve erdemlerle, hakiki Ben ile buluştuğu bir aşktır. İnsanın varoluşunun özünü oluşturan, kişiyi hakiki manada insan yapan bir aşktır. Millidir, İslamidir, insanidir, evrenseldir. Adeta Nurettin Topçu’nun isyan ahlakını temele alan, kişiye ve topluma gerçek özünü kavratan bir aşktır. Bu aşkla yola çıkan Muhsin Yazıcıoğlu, Büyük Türkiye sevdasını her zaman gönlünde taşımış ve gazi alperenler ruhuna daima sadık kalmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu, siyasi, kültürel ve fikri bakımdan birbirinden ayrılmayan bütünlükçü bir düşünceye sahiptir. Onu anlamak için sadece onun kendi yazılarına değil, tarih boyunca başarıyla ortaya konulan Türk devlet anlayışına bakmak lazımdır. O, her zaman sivil, katılımcı, istişareye dayalı, milli ve İslamî bir çizgide, çokluk içinde birliği ön plana çıkaran, bütün insanlığın kardeşliğini temele alan, ehliyet, liyakat ve adaleti ilke edinen bir siyaseti ideal edinirken, her türlü despotizm ve sultaya, yanılmaz lider anlayışına, kapitalizm, komünizm, faşizm ve emperyalizme karşı çıkmış ve dahası siyaseti bir KUT kazanma sanatı, erdem mücahedesi olarak görmüştür. Hiçbir zaman ütopik olmamış hep idealist, ülkücü bir tavır sergilemiştir. O, siyaseti sadece bir araç gördüğünden, esas siyasetin, milli mutabakatı oluşturmak olduğunu ve reisler, karizmatik ve tartışılmaz liderler üzerinden değil fikir ve ideallerden yola çıkmak gerektiğini hep dillendirmiştir. Siyaset, onun gözünde, evrenin yöneticisi olan Allah’ın evrendeki nizamını, Peygamberin sünnetini örnek alarak devam ettirebilmek için yeni bir serdengeçti olmak, Alperen olmak ve dahası “hak kuvvetlinin değil haklınındır” diyebilmektir. Bu ise ancak, yiğitlik-cesaret erdemiyle iffet ve hikmeti birlikte yoğurmakla mümkündür. O, bu üçünün karışımından insanları yeryüzünde ve ahirette mutlu kılacak temel adalet erdeminin ortaya çıkacağına inanmış ve bunu siyaset anlayışına taşımıştır. Bu ise, İmam Maturidi’den, Fârâbî’den beri gelen ve Türkistan’ın Piri Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli gibi Alperenlerle devam eden ve esasta Hz. Peygamber’i rehber edinen ahlâk ve metafizik temelli bir siyaset modelidir. İnsanı devlet, devleti de insan için feda etmeyen bu siyaset modeli, akıl ve irfan çizgisi temelinde çağdaş yapının gereklerini yerine getiren yepyeni bir “medeniyet” modelidir. Eşitlikçi paylaşımı, özgürlüğe dayalı katılımı ve ortak aklı öngören bu yaklaşım, hukukun siyasallaşmasına izin vermeyen ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir yaklaşımdır.
Hayatı boyunca yukarıda saydığımız tavırları bilfiil gösterme gayretinde olan Muhsin Yazıcıoğlu; mankurtlaşmış, aklını kiraya vermiş ve şuursuzca karizmatik lider peşinde koşan, asla sorgulamayan bir siyaseti her zaman ötelemiştir. Milliyetçi, ülkücü ve Türkçü olmanın ırkçı, kavmiyetçi ve etnikçi demek olmadığını, Türklerin İslam öncesinden beri hep kuşatıcı, birleştirici bir bakış açısıyla baktığını ve âleme nizam verme gayretinde olduğunu vurgulayan Muhsin Yazıcıoğlu, siyasetin bir etnik mücadele değil fazilet mücadelesi olduğu fikrinden hareket etmiştir. Bu yüzden onda; siyasete alet edilmeyen, kuşatıcı, ortak değerlere dayalı ve kültürel bir Türk milliyetçiliği söz konusudur. Bu da asla kavmiyetçi, ırkçı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici değildir. Milliyetçilik herhangi bir partinin veya ideolojinin payandası olmaktan çıkarılmalı, millete ait değerlerin emrine verilmelidir. İşte bu noktada onun milliyetçiliği, milletçilik, insancılık anlamında, inhisarcılıktan uzak, cihanşümul bir milliyetçiliktir. Buna, her kültüre kol kanat geren, onları dönüştürmeyen ve adaletle yöneten anlamında gerçekçi bir ümmetçilik de denilebilir. Göktürk yazıtlarından günümüze kadar ve hatta “bundan böyle eli ok, yay tutan herkes Hun olmuştur” diyen Mete Han’dan, “Ne mutlu Türküm diyene” diyen Gazi Mustafa Kemal’e kadar tarihte var olan bir milliyetçiliktir. Ona göre, tam bağımsız, milli ve İslami değerlerine bağlı ve birleştirici bir Türkiye, İslam dünyasının da, Türk dünyasının da garantörüdür.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun düşüncesinde Türk ve Türk dünyası kavramı, kültürel bir kavramdır. Anadili Türkçe olanlar da, Arnavutça olanlar da, Boşnakça olanlar da, Farsça olanlar da, Arapça olanlar da…vs. Türk kültür coğrafyasına giren herkes buna dahildir. Hatta millet-i sadıka da… Osmanlı şemsiyesi, tarihte bunu ispat etmiştir. Bu bir Peygamber modelidir. Günümüzde millet olma bilincine ermenin önemine de işaret eden Yazıcıoğlu, bunun yolunun da ortak tarih, ortak dilden geçtiğinin farkında olmuştur. Kapitalizmin, Komünizmin, Emperyalizmin ve Faşizmin acımasız kazanma ve kendisinden başkasını yok etme veya bunu yapamıyorsa ötekileştirme anlayışının hep karşısında olmak gerektiğini kavramaya ve kavratmaya çalışan Yazıcıoğlu, kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeninin karşısında Türkün cihan hakimiyeti diye adlandırılan “nizam-ı âlem”in kurulmasının zorunluluğunu vurgulamıştır. Aksi takdirde, dış güçlerin Anadolu’yu Türklerden temizleme ameliyesinin başarıya ulaşması kolaylaşacaktır.
Türk-İslam birliğini her zaman Kızıl Elma edinmiş bir dava adamı olan ve davasından taviz vermeyen Muhsin Yazıcıoğlu’nu anlamak, aslında kültürümüzü, tarihimizi, edebiyatımızı, dinimizi anlamaktır. O, elbette bir din adamı, bir tarihçi veya bir edip değildir. Ancak onu anlamak ile kastettiğimiz, onun tavizsiz bir şekilde hayatına tatbik etmeye çalıştığı değerleri milletimize de benimsetme çabasının geliştirilerek devam etmesidir. O, Erol Güngör’ün, Seyit Ahmet Arvasi’nin, Atsız’ın çizgisini şahsında birleştirmeye çalışan çok önemli bir siyasi figürdür. Günümüz gençlerinin, onu anlatabilmek ve anlayabilmek için veyahut da diğer bir ifadeyle, onun yolundan gidebilmek için başvuracakları yegane yol ve metod, lider-teşkilat-doktrin üçlemesi değil, fikri özgürlük, sorgulama, eleştirmeye dayalı ilmi bir bakış açısı ve derin bir siyaset-tarih ve kültür bilgisidir. Bu usul, onu, sadece bir ideolojiye has kılarak görmek gibi daraltıcı bir bakış açısından sıyıracak ve yeni yetişen nesillere en güzel bir örnek olarak sunacaktır.
Muhsin Yazıcıoğlu’nu anlamak demek, onun devamlı olarak üzerinde durduğu ve çok sevdiği milli şairimiz Mehmet Akif’in “asrın idrakine Kur’an’ı söyletmek” mesajını iyi anlamak demektir. Çünkü onun, bir elinde Kur’an’ı, diğer elinde bilgisayarı taşıyan nesillerden kastı budur. Çağımızın bilgi çağı olduğunun ve bilginin de en büyük gücü teşkil ettiğinin farkındadır. Bilgi ve teknoloji üretmeyen bir toplumun ezilmeye mahkum olduğunun farkında olan Yazıcıoğlu, bilgi toplumu değil bilgi ötesi bir toplum modelini öne sürmüştür. Bu model, herhangi bir taklitçiliğe meydan vermeyen, kendi özgün şartlarında, Batı’yı da en iyi şekilde tanımak suretiyle, bilgiyi üretmeye çalışan bir toplum modelidir. Ancak, bunun için gerçek manada milli bir eğitim politikasının ortaya konulmasına taraftardır. Mevcut milli eğitim sisteminin, milli olmayan, şahsiyetsiz ve dini değerlerden soyutlanmış bir yapı arz ettiğinden şikayet eden Yazıcıoğlu, gençlerin idealsiz, milli ve manevi şuurdan arınmış bir şekilde yetiştirildiğinden de yakınmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu, milletin bağrından geldi, büyük düşünür İsmail Gaspıralı’nın dediği gibi, milleti için bir şey yapmak istedi ve bildiği işten başladı. Bu iş, milleti uyandırmak, kendine getirmek ve emperyalist güçlerin başımıza ördüğü çoraplara elinden geldiğince engel olmak ve bu amaçla milli, İslami ve sivil bir strateji geliştirmekti. Ömrü bu kadarına vefa etti. Deniz yıldızlarından birisini bile kurtarmanın ebedi mutluluğuna ermek için gösterdiği gayretle, Türk milletine siyasal, ekonomik bir desteği olmadan ve milli ve manevi değerlerinden taviz vermeden de, değerlere dayalı bir siyaset yapılabileceğini gösterdi. Güncel siyasetin karanlık dehlizlerinde, kirlenmeden, yaşanabileceğini gösterdi. Dini siyasete hiçbir zaman alet etmedi. %99’u Müslüman olan bir ülkede “Müslümanların iktidarı” kavramının tamamen yanlış olduğunu vurguladı. Hayatı boyunca dümdüz yaşadı. İstikamet sahibi oldu ve bu yoldan ayrılmadı. O, bir Alperen idi. Ruhu şad, mekanı cennet olsun. Türk milletinin bir kez daha başı sağolsun.