Ömer AĞAÇLI
İnsanoğlunun yeterince ayırtına varıp idrak edemediği belki en önemli konu duyu ile akıl arasındaki farklılıktır. Bu ayrımı açıklamak gerçekten zordur. Çünkü idrak manevi bir gerçekliktir, haldir. Manevi olan halleri maddi olanlar gibi açıklamak mümkün değildir.İnsan, maddi olanları beş duyu ile algılar. Beş duyu ile algıladıklarını akla gönderir, akıl bu izlenimleri, imajları hükme bağlar. Genel olarak sıradan insanların yaşamı böyledir.
Beş duyu verileri sınırlıdır, sınırlı olduğu kadar sağlam da değildir.. Beş duyunun her zaman yanılma ihtimali vardır. İnsan sadece beş duyu verileriyle yaşadığı zaman yanılgılar, yanılsamalar, zan dünyasında kalır ve bunalır. Akıl beş duyudan gelen izlenimleri hükme bağlarken kendini de sınırlandırır. Akıl beş duyudan çok üstte bir pozisyondadır. Anladığım kadarıyla, tecrübelerim sonucu söyleyebilirim ki akıl bu alemden değildir, Allah’ın zat katındandır. Yani ilahi alemdendendir. Bu nedenle insan doğası, ilahi olanla beşeri olanın birleşimidir. Akıl ilahi alemden olunca bilme kuvveti de sonsuzdur. Aklın sonluluk ve sınırlılık içinde olduğunu kabul edenler çoğunluktadır. Aklı sonlu ve sınırlı yapan insanın bildiği şeylerin sınırlı olmasıdır. Bu nedenle “ aklın bilme boyutu” ile “insanın bildiği şeyler boyutu” farklı şeylerdir. Akıl yürütmelerde kullandığımzı mantıkın sakatlığı da bu yüzdendir. Mantık kurmak hep bilinen şeylere dayalı olarak ortaya çıkar. Her insan aynı mantıkı kullanır ama farklı sonuçlar elde eder ki bu durum bilinenlerin çerçevesi ile ilgilidir. Mantık farklılığının hiç bir gerçekliği yoktur.
İnsanı basit ve sınırlı varlık haline getiren bildiği şeylerin sınırlı olmasıdır. Şu kadar var ki insanın bildiği şeylerin sınırı, aklın da sınırıdır. Fakat aklın doğasında sınır yoktur. Aklı sınırlayan beş duyu verileridir. Akıl yaratılmış olan her şeyi bilebilecek durumdadır. İnsanın en büyük farkına varamadığ sorunu zihninde ortaya çıkan her hükmü aklın hükmü zannetmesidir. Oysa zihinde sadece aklı kuvveti yoktur, başka zihin kuvvetleri de vardır. Vehim, hayal ve fikir kuvvetleri de zihnin kuvvetleridir. Akıl kuvveti diğer kuvvetlerin üstünde bulunan gök yüzü ile irtibatlı ilahi bir kuvvetttir. İnsanın Allah ile bağlantısı aklı kuvveti ile olur. İnsanın zihninde bulunan akıl dışı kuvvetleri yenerek akıl kuvvetine yükselmesi zorunludur. Sufi yolda sözü edilen seyri suluk yolu budur. Akıl ile ruh aynı şeydir. Ruh aklın bilme yetisidir. İnsan ruhen güçlendikçe idraki artar. Bu insanın akıl alanında yükselişidir. İnsanlık tarihi aslında aklın yürüyüş tarihidir. Sadece akıl Allah’ın varlığına şahitlik etmektedir. Müşahede akıl ile olmaktadır.
İnsana değer kazandıran akıldır. Çünkü ilim, akıl bakımından husule gelen bilgidir. Vehim, hayal, ve fikir kuvvetlerinin ürünleri ilim değil zandır.
Bu bağlamda akıl, gökyüzü aleminden bir cevherdir, Allah’ın zati nurudur, beş duyunun da çok çok üstündedir.
Kur’an akıl ve beş duyu ilişkisine şöyle dikkat çekmektedir: Furkan 44: “İnsanların çoğunun akıllarıyla düşündüklerini mi sanıyorsun? Onlar (Akıllarını kullanmayanlar, gözlerinin gördükleriyle yetinenler) hayvanlara benzerler. Hatta hayvanlardan bile geridedirler.”
İlim ve akıl belli bir düzeyi gerektirir. Bu düzeye, bu kavrayış boyutuna her insan gelemez. Akıl, Allah’ın yarattığı nimetler içinde en üst düzeyde en şerefli nimettir. Akıl nurdur. Ama her insanda işleyen akıl bulunmaz. Aklını işletmeyen insanın sanki aklı yokmuş gibidir. İnsanların çoğunun akılları gözlerindedir. Bu kimseler görsel olarak ne varsa onlara inanırlar, kabul ederler. Aynı hayvanlarda olduğu gibi, hayvanlarda gözleriyle hareket ederler. Günümüzde görselliğin, suretin ön plana çıkması, görsellikle yetinilmesi akıl kuvvetinin zayıflamasıdır. Bunu özellikle dini yaşantımızda görebiliyoruz. Şekilci bir dindarlık mahzenindeyiz. İçsiz, maneviyatsız, ruhsuz bir dindarlık yaşıyoruz. Görsellikte sadece şeytanın işine yaramaktadır. Görsellik şeytana alan açmaktadır. Çünkü insanlar görsellikten kolayca etkilenir, aklı zayıf olanlarda şeytanın maskarası olur. İnsanın savruluşu tamamen aklının zayıf, beş duyusunun güçlü olmasındandır.
Kur’an’da akıl konusu 1157 ayette geçmektedir.
275 yerde “ Düşünmüyor musunuz?”
200 yerde “ Düşünme, tefekkür”
12 yerde “ Dolaşarak araştırma, ibret alma”
670 yerde ise “ ilim ve ilme teşvik” olarak geçmektedir. Allah’ın varlığını, tüm evrendeki varlıkları idrak ederek bilme müslümanın görevidir. Yani O’nu hayat içinde bulmakve O’nunla bağ kurmak yaratılışın bir gereğidir. Bu da akıl ve idrak yoluyla olmaktadır. Çünkü ALLAH, İNSAN İLİŞKİSİNDE AKIL VASITA BİR VARLIKTIR. İNSAN ALLAH’A AKIL VE İDRAKLE YAKLAŞIR. BAŞKA BİR VASITA DA YOKTUR.
Aklın teolojik alanda durum ve konumuna kısaca değindikten sonra, şimdi onun yeryüzündeki özellikle bilm alanındaki durumuna bakalım.
Son üçyüz yıldır batı’da ortaya çıkan gelişmelere “ modernizm” deniliyor. Modernizmin özü, epistemolojik temelleri tümüyle beş duyuya dayalıdır, metafizik’e kapalıdır. Değerli ilahiyatçı İLHAMİ GÜLER’İN bu konudaki sözleri çok yerindedir. Sayın Güler modenizmi iki kavramla açıklamıştır. Bunlar “Düşünsel üst sistem” ve “duyumcul üst sistem” dir. Düşünsel üst sistem, duyumcul üst sisteme dönüştü ve avrupa kültürüne eğemen oldu. Gerçek doğru, amprik olarak algılanan ve sınanan duyumların doğrusudur. Duyumcul üst kültür sisteminde hakikat sadece duyumsaldır. Beş duyunun algılamasının ötesinde her hangi bir gerçeklik yoktur. Sonuçta bu bakış açısının dünya görüşüne göre yaşam kurulmuştur.
45/24: “Hayat, sırf bizim dünya hayatımızdan ibarettir. Yaşarız ve ölürüz.”
30/7: “Onlar,sadece bu dünya hayatının görünen yüzünü tanırlar.”
Modern dönemde yaşamın teleolojisi, erekselliği bitmiştir. Ve sonuçta akıl, dünyevi amaçlara ulaşmak için en etkin vasıtaları bulan zekaya indirgenmiştir, diyor Sayın Güler.
Sayın Güler, bu dünya görüşüne göre farklı bir insan tipinin çıktığını, bu modern insanın sömürücü,istifçi, pazarlamacı, çıkarcı, hesapçı özelliklere sahip olduğunu söylüyor.
Son olarak konuyu şöyle toparlamak istiyorum. Modern insan beş duyu verilerine göre düşünen, yaşayan, masivaya kapaklanmış bir tipdir. Onun maveraya sırtı dönüktür. Din ise insanı masivadan maveraya yükseltmek ve böylece ruhen özgürleştirmek istemektedir. MASİVADAKİ İNSAN ESİRDİR…