Fatih AKMAN
Geçtiğimiz hafta meslekî bir eğitim faaliyeti vesilesi ile bir haftalığına İstanbul’ gittim. İstanbul, en son 6 sene evvel ziyaret ettiğim bir şehirdi. Birazdan da değineceğim üzere değişen çok şey olmuştur bu yaşlı şehirde ama sanıyorum değişmeyen tek şey trafik olarak kök salmıştır. Ayrı bir yazı konusu olacak kadar değişmeyen bir mesele.
İstanbul bir medeniyet şehri. Türk medeniyetinin en mümtaz örneklerinin verildiği, toprağında yeşeren her mimari eserin ayrı bir ihtimam ile büyütüldüğü, hem Devlet-i Aliyye devrinde hem de bugün ülkenin bir vitrin şehri adeta. Dünyada Ankara’dan çok İstanbul tanınır. Eh, bunda da haklıdır doğrusu.
Ancak İstanbul, yani benim altı sene sonra ziyaret edip, bir haftada hatrı sayılır ölçüde yol yaparak gezdiğim, adımladığım, gözlemlediğim İstanbul maalesef ciddi sorunlarla boğuşuyor. Anadolu’nun birçok bölgesinde görülen ve özellikle Güneydoğu’dan başlayıp, Akdeniz’e değin uzanan Suriyeli kaçkınlar meselesi İstanbul’da bütün çıplaklığı ile karşımızda.
Otoyol kenarlarında üzerinde ‘’Açız’’ yazılı kartonlarıyla, yanlarındaki küçücük çocuklarıyla dilenenlerden, metrobüste, metroda insanların üzerine mendil atıp para isteyen eli yüzü kara oğlan çocuklarına değin İstanbul’un dört bir yanını esir almış bir Suriyeli kalabalığıyla karşı karşıyayız. İşte bu plansız, programsız bir göç dalgasının vitrine yansıyan küçük bir yüzü. Birçok mahallede yaşanan rahatsızlıklar ve hatta yaralanmalara değin uzanan hadiseleri ise söylemiyorum bile. Zaten ana haber bültenlerinde her gün biteviye izliyoruz.
Vitrinin bir diğer yüzü ise İstanbul’un değişen turist profili ile ilgili. Malum olduğu üzere Avrupa’ya çektiğimiz azarlar, sokakta bahçede yapılan Batı taşlamaları Batılı turist sayısını ciddi ölçüde düşürmüş. Onun yerine tarih ve kültür gayesinden öte, alışveriş, eğlence ve yemek için İstanbul’u tercih eden Arap turist rüzgarı esiyor şehirde. Arapların bağıra çığıra, fütursuzca konuşma üsluplarından o kadar rahatsız oluyor ki insan, bazen bir Türk şehrinde olup olmadığını anlamak için etrafta bize benzeyen, bizi andıran suretler görmek için çabalıyor. Yani Türk arıyor insan! Çünkü dükkanlardan resmi tabelalara kadar Arapça hakim bir vaziyette şehirde.
Hatta bu durumu, yani Arap turist yoğunluğunun yansımalarına yönelik yaşadığım küçük bir hadiseyi paylaşmam kafi olacaktır:
Sosyal medyada oldukça popüler ve genellikle Hatay yöresinin yemeklerini yapan, İstiklal’deki bir lokantaya gittim. Esasında bu Vedat Milor izleye izleye yemeğe ve farklı tadlara olan ilgimin giderek artması sonucu oluşan bir merak. Mekana girdiğimde çok yoğun ve kalabalık bir ortamla karşılaştım. Aşina olmadığım ses dalgaları adeta kulaklarımı tırmalıyordu. Sanki bir Arap ülkesinde, meşhur bir Arap restorantında yemek yemeye gelmiştim. Gürültücü ve kaba Arap turistler, yanarlı dönerli yemeklerin arasında yemeklerini yemeye devam ediyorlar. Garsonlar da dahil herkes Arapça konuşuyor. İşletmeci keyifli, Arap lokantası işliyor çünkü. Ben ise kulağı Türkçeye hasret, yemeğimi yiyip dışarı atıyorum kendimi, sanki dışarısı farklı imiş gibi. (Lokantada bizim esnafın ticari ahlaksızlığını ortaya koyan bir hadise de yaşadım ama yazının içeriği itibariyle burada şimdi anlatmıyorum.)
Bu ve bunun gibi birçok örnek verilebilir ve elbette karşı cepheden, ülkeyi etnik açıdan karnaval alanına çevirmeye gayretlilerin aklına hemen şu soru gelir: Kardeşim senelerdir Batılı turistler İstanbul’da çoğunluktayken sesiniz çıkmıyordu da Arap turistler kalabalıklaşınca mı dert oldu size?
Evet, tam da bu. Arap turistlerin istilası, Suriyeli kaçkınların istilası dert oldu bize. Ülkesini bırakıp kaçan, eli ayağı tutan, keyfi yerinde kaçkınları görmek dert oldu bize. Dört bir yanda Arapça tabelalar görmek dert oldu bize. Kaba, gürültücü, paranın gücünden başka meselesi olmayan, camilerde sere serpe yatan Arap turistler dert oldu bize. Türk imparatorluğuna senelerce başkentlik yapmış, Türkiye’nin vitrini olan şehirde Türk simasından ve Türkçeden öte her dilin konuşulur olması dert oldu bize. Kısacası Türk’süz İstanbul görüntüsü dert oldu bize. Dertlenmeyenlere selam ederek…