Gramsci, Cox ve Hegemonya: Yerelden Küresele, İktidarın Sosyolojisi Üzerine

mehmet akif okur10

Doç.Dr. Mehmet AKİF OKUR[i]

ÖZET

Uluslararası sistemi derinden etkileyen kriz ve dönüşümler, teorik perspektiflerin yeni konjonktüre ait dinamikler karşısında kendilerini yenilemeleri için bir çağrı niteliği de taşımaktadır. Bu yönde atılabilecek ilk adımlardan biri, kuramların temel önermelerinin zihinsel evrim süreçleri dikkate alınarak gözden geçirilmeleridir. Bu makalede, Robert W Cox’un Eleştirel Kuramı’nda merkezi bir yere sahip “hegemonya” kavramı ve etrafında kurgulanan iktidar mantığı, entelektüel köklerinin dayandığı Antonio Gramsci’nin çalışmalarıyla mukayeseli olarak incelenmektedir. Makalenin ilk kısmında Gramsci ve Cox’un pozitivizm karşısındaki tavırları, tarihselci epistemolojileri, tarihsel yapılar ve insan eyleminin sınırları arasında kurdukları denge ile kültüre, öznelerarası anlamlar ve kolektif imajlar formundaki fikirlere kuramlarında açtıkları alan ele alınmaktadır. Takip eden kısımlarda ise, ikilinin yerel ve küresel düzeylerdeki hegemonya analizleri mercek altına yatırılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Hegemonya, Robert W. Cox, Antonio Gramsci, Eleştirel Kuram.

*****
Gramsci, Cox and Hegemony: From Local to Global on the Sociology of Power

ABSTRACT

Serious crises and transformations, deeply affecting the international system, create a conducive environment in which theoretical perspectives feel an urge to review themselves against the dynamics of the new conjuncture. One of the first steps that can be taken to satisfy this urge is to revievaluate the main tenents of the theories by taking their evolution processes into consideration. The aim of this study is to contribute to the intellectual efforts in this direction by focusing on one of the core concepts of Neo-Gramscian studies: “hegemony”, that has a central place in the Critical Theory ofRobert Cox. Throughout the article, Coxian “hegemony” and the ruling logic behind it will be examined in comparison with the works ofAntonio Gramsci, who laid the intellectual grounds of the concept. The first section is devoted to Gramsci’s and Cox’s positions vis-a-vis positivism, their historicist epistemology, the balance that they have created between historical structures and the limits of human action as well as the place they opened for culture, intersubjective meanings and collective images in their theories. In the following sections, both authors’ understandings of hegemony within the local and global contexts will also be examined.

Keywords: Hegemony, Robert W. Cox, Antonio Gramsci, Critical Theory.
 
Giriş

1980’lerde hegemonya kavramı etrafında kuram inşa eden Robert W Cox’un yeni-Gramşiyan pers­pektifini etkileyip besleyen metodolojisi, özellikle belirsizlik dönemlerinin anlamlandırılması ve gele­cek ihtimalleri hakkında düşünülmesini kolaylaştıran önemli analitik imkanlara sahiptir. Bu imkanla­rın kullanılması ve yeni-Gramşiyan okulu var eden dinamizm, kuramın ihtiyaç duyduğu yenilenmeyi sağlayarak canlandırabilir. Çünkü, teorik yaklaşımlar, soyut önermelerinin penceresinden analiz edi­len tarihsel dönemlere ait ilişki biçimleri ve tarihsel yapılarla özdeşleştirilme riskiyle yüz yüzedirler. Yeni bir konjonktüre geçildiğinde, kuramların temel varsayımlarının pratik sorular karşısında yorum­lanmasına dayanan birçok metin, inceledikleri konular ve problem alanlarıyla beraber tarihselleşmek- tedir. Bu yüzden dış dünyada büyük dönüşümlerin yaşandığı süreçlerde, kullanılagelen teorik çerçe­velerin dayandığı entelektüel köklerin hatırlanması ve üzerlerine inşa edildikleri kavram dünyasının temellerine yapılan referanslarla güncellenmesi, söz konusu kuramların yeni sorunlara uyarlanarak varlıklarını koruyabilmeleri bakımından önem taşımaktadır.

Bu kapsamda, dünya ekonomisi ve politikasının çok boyutlu gelişmelere şahit olduğu günü­müzde, küreselleşme çağına ait iktidar ilişkilerini analiz ederek serpilen yeni-Gramşiyan perspektif de, tıpkı diğer yaklaşımlar gibi, “küreselleşme-sonrası” tartışmalarıyla yüzleşmek durumundadır.[1] Yu­karıda işaret edilen problemin aşılabilmesi için ise, bu yüzleşmeye girişmeden önce, geriye dönülerek kuramın mirasına doğru bir yolculuğa çıkılması gereklidir. Böylece, Antonio Gramsci’nin yazılarına uzanacak bir zihinsel seyahat aracılığıyla yeni-Gramşiyan okulun başvurduğu temel kavram setinin orijinal bağlamları ve evrim güzergahlarının merkeze alınarak gözden geçirilmesi, yeni dinamiklerin yorumlanması çabalarını destekleyici bir rol oynayacaktır.

Bu doğrultudaki faaliyetlere katkıda bulunmak amacındaki bu çalışmada, kuramın öncü ismi Robert W. Cox ile Antonio Gramsci’nin çalışmaları arasındaki ilişkiye odaklanarak, kuramın doğuş döneminin entelektüel kökleri mercek altına yatırılacaktır. Önce her iki ismin de benimsedikleri tarih- selci ve anti-pozitivist epistemoloji ile kullandıkları temel kavramlar arasındaki bağlantılar ele alınacak, ardından da Cox’un Uluslararası ilişkiler/uluslararası politik ekonomi alanına uyarladığı hegemonya analizi, kavramı devşirdiği Gramsci’nin yazılarıyla mukayeseli olarak incelenecektir.

Gramsci ve Cox’ta Tarihselcilik:

Fikirler ve Maddi Şartlar Arasında Denge Arayışı
Sosyal teori içinde çeşitli yorumlanış ve uygulanış biçimleri bulunan tarihselciliğin,[2] yeni-Gramşiyan okul üzerinden Uluslararası ilişkiler ve uluslararası politik ekonomi çalışmalarına taşındığı güzergâhta, Gramsci’nin metinlerinin felsefi realizmin eleştirel bir versiyonu açısından okunması sıklıkla karşımı­za çıkar.[3] Aşağıda görüleceği üzere, Vico, Braudel ve Sorel’in de katkılarıyla bu bileşim; yapı ve aktörle­rin nitelikleri, birbirleriyle ilişkileri, devamlılık ve kırılganlıkları, eylem çerçeveleri gibi temel tartışma konuları için maddi şartlar ve fikirlerin özel parametreler tarafından belirlenen etkileşimini esas almak suretiyle, indirgemecilikten uzaklaşan ve değişime odaklı bir analiz çerçevesi sunmaya çalışır.

Bu çerçeveyi daha yakından kavramaya, yeni-Gramşiyan eleştirel kuramın beslendiği düşünce kaynağının pozitivizme yönelttiği tenkitlerle başlamak, kuramın hangi yetersizlik ve ihtiyaçlar karşı­sında ne türden bir cevap verme iddiasıyla ortaya çıktığını göstererek, daha sonra değerlendirilecek temel önermelerin anlaşılmasını kolaylaştırması bakımından yararlı olacaktır.

Gramsci, Bukharin’in metodolojisini değerlendirdiği makalesinde kaba materyalizmin indirge­meci mantığını açıkça reddetmiştir.[4] Konuyla ilgili önemli çalışmasında, Merrington da, Gramsci’nin doğa bilimlerindeki kesinlikle geleceği öngörmeye çalışan bir sosyal bilim anlayışını kabullenmediği­ne dikkat çekmektedir.[5]

Gramsci’nin düşüncelerini 20. yüzyılın son çeyreğinde Uluslararası İlişkiler disiplini ile buluş­turan Robert W Cox da, teknik rasyonalite aracılığıyla objektifliğe eriştiği iddiasında bulunan poziti­vizmin datayla/verilenlerle, tarihselciliğin ise olgularla/yapılanlarla ilgilendiğine ve hedef sahibi bir yaratıcı varsaydığına işaret etmektedir. Bu açıdan pozitivistin gözünde olgular dataya indirgenmek­tedir. Bunun ise iki türlü bozucu etkisi olmaktadır. Öncelikle, aktör ya da eylemde bir araya gelen düşünceler, duygular ve baskılar eylemden uzaklaştırılmakta, geride sadece etki ve sonuç kalmaktadır. İkinci olarak ise, olayın kendisine anlam veren karmaşık bağlamı, bütün bağlantıları, ilişkileri ve çeliş­kilerinden soyutlanmaktadır.[6]

Sosyal fenomenleri içkin sebeplerle açıklamaya çalışan tarihselci perspektif, tarihsel varlığı için­de insanı eylemin merkezine yerleştirirken, değişimi üzerinden açıklayacağı ana güzergâha da işaret etmektedir. Bu insan, soyut, sabit ve değişmez bir doğa tarafından belirlenmiş değildir. İnsan tabiatı, tarihsel olarak varlık kazanan sosyal ilişkilerin toplamı şeklinde tanımlanmakta, dolayısıyla da değiş­ken niteliği vurgulanmaktadır.[7] Cox bu tartışmayı, Vico ve Descartes’a kadar geri götürmektedir. Ay­dınlanma düşüncesinin temsilcisi Descartes’a ait, tekil tabiatlı insanın zihninde kavrayacağı tekil ve rasyonel hakikat iddiasının karşısına, Vico’nun insan doğalarının çeşitlilik arz ettiği ve değişik tarihler tarafından şekillendirilmiş farklı gerçekliklerin varlığını kabul eden perspektifini yerleştirmektedir.[8]

Gerçekliğin kavranışında ise, felsefi realizmin diyalektik bir versiyonuna başvurulmaktadır. Ba­ğımsız olarak mevcut bir dış dünya varsayılmakta, ardından da bu gerçekliğin kavranmasına imkan ve­recek özel bir epistemoloji devreye sokulmaktadır.[9] Felsefî gerçekliğin Gramşiyan yorumu, entelektüel faaliyeti, dışarıdaki sosyal gerçekliği açıklamak için yaratıcı, açık uçlu ve sürekli bir uğraş şeklinde tarif etmektedir. Bu faaliyet, tarihi sürecin bir parçasıdır ve onun dışında durmamaktadır.[10]

Cox’un epistemolojisinde de dış dünya ile zihinsel süreçler arasındaki karşılıklı etkileşim, teo­rik faaliyetin başlangıç noktasıdır. Cox bu çift yönlü süreci, tarihin objektif hareketleri ve sübjektif id­rakler arasındaki ilişki üzerinden açıklamaktadır. Birbirleriyle bağlantılı güç kombinasyonlarını ortaya çıkaran, tarihin objektif hareketidir. Sübjektif idrakler de tarihin hareketini anlamak ve ona uygun dav­ranmak için bu güçler üzerinde düşünmektedirler. Yaşananlar analizcinin şuur ve idrakini etkilerken, analizcinin zihni de tarihin hareketini anlama tarzını biçimlendirmektedir.[11]

Morera’nın yorumladığı şekliyle, Gramşiyan tarihselciliğin penceresinden bakıldığında, en is­tikrarlı yapılar bile değişimin etki alanı dışında kalamadıkları için, sosyal dünya üzerine düşünmek geçici bir süreçle ilgilenmek demektir.[12] Fakat, değişime sebep olabilecek sosyal etkileşim, “mümkün olanın sınırları” şeklinde ifade edilebilecek çerçevelerde meydana gelmektedir. Örneğin, Gramsci’ye göre tarihsel bir dönemin ihtiyaçlarına tekabül etmeyen bir ideoloji, daha sonra özel şartlar sayesinde popülerlik kazanabilse de, tarihsel rekabette er ya da geç saf dışı kalacaktır. Mümkün olanın sınırları sabit ve değişmez olmamakla birlikte, verili sosyal yapının içinde mevcuttur. Bu yapılar aktörler tara­fından ancak kolektif faaliyet yoluyla değiştirilirler.[13]

Gramsci’nin tarihsel değişmenin dışında kalmamakla birlikte, hem değişim imkânları hem de değişimin doğrultusu üzerinde belirleyici olan yapısal sınırlar düşüncesi, Cox’un tarihsel yapıları ara­cılığıyla uluslararası politik ekonomi alanına taşınmıştır. Zihni inşalar olan bu yapılar, belirli tarihsel dönemlerdeki kolektif insan faaliyetinin kümülatif sonuçlarını özetlemektedirler.[14] Uzun vadede şekil kazanan Cox’un tarihsel yapıları içinde maddi kabiliyet, fikir ve kurumların oluşturdukları ve birbir- leriyle etkileşim halindeki üç güç kategorisi bulunur.[15] Bu kapsamda tarihsel yapılar, üretimin örgüt­lenmesi, devlet biçimleri ve dünya düzenleri ile bunlar arasındaki ilişkinin incelenmesinde Weberci ideal tiplere benzer bir işlev görürler. Bu yapılar ayrıca araştırma yapılan alana ait karmaşık gerçekliği tutarlı bir şekilde resmederken, alternatif tarihsel yapıların oluşum ihtimallerinin değerlendirilmesine ve karşılaştırmalar yapılmasına da imkân vermektedirler.[16]

Genel Althusserci yaklaşımı,[17] failin rolünü inkâr eden katı bir tarihsel ve yapısal determinizmi birleştirdiği için reddeden Cox’un tarihsel yapıları eylemi belirlememekte,[18] fakat eylemin şekil ka­zanmasında etkili olan beklenti, alışkanlık ve baskıların sınırlarını çizerek eylemin gerçekleştiği bağ­lama işaret etmektedirler.[19] Cox devletleri, konfederasyonları, imparatorlukları, üretimin ve kültürel cemaatlerin organizasyonu ile sivil toplum hareketlerine dair muhtelif gelişmeleri, sosyal örgütlen­menin farklı şekillerini ifade eden tarihsel yapılara örnek göstermektedir. Bunlar, irsîlik, ebedilik ya da evrensellik gibi özellikler taşımayan, insanlar tarafından tarih boyunca yaratılıp değiştirilen tarihsel yapılardır; hepsi geçicidir ve toplumların kendilerini değişik şekillerde örgütlemelerinin ürünüdür.[20]

Yapıların yalnızca maddi güç unsurlarıyla temellendirilmeyerek, hem oluşum hem de değişti­rilmelerinde fikirlere ve insan faaliyetine yer açılışı, arınma (catharsis) aracılığı ile objektiften sübjek­tife ve zorunluluktan özgürlüğe geçişi mümkün gören Gramşiyan yapı anlayışıyla uyumludur.[21] Tarih­teki değişimlerin, büyük ölçüde kolektif insani çabaların sonucu olduğunu düşünen Gramsci, analiz­lerinde yapıya insanı ezen, kendi içinde eriten ve pasifleştiren harici bir kuvvet olarak bakmamakta; yapıyı bir özgürlük aracına, yeni bir ahlaki-siyasi forma ve yeni inisiyatiflerin kaynağına dönüştürme imkânlarına odaklanmaktadır.[22]

Bu bakış, Gramsci’nin kuvvet ilişkileri analizinde de kendisini göstermektedir. Buna göre sosyal kuvvetlerin tarihin seyrine etki edecekleri sürecin ilk ânı (moment), yapıyla bağlantılı ve objektiftir; maddi üretim güçlerinin ve sosyal sınıfların doğuşu ile aralarındaki münasebetleri yansıtır.[23] Siyasi güçlerin ilişkileriyle ilgili ikinci âna ait ekonomik-kolektif nitelikteki ilk aşamanın belirgin özelliği, grubun varlığının farkında olması, ancak dayanışmanın bulunmamasıdır. ikinci aşamada, ekonomik ya da diğer kolektif çıkarlarla sınırlı bir dayanışma zemini oluşmaktadır. Yapının üst yapının içine geçti­ği üçüncü ve en siyasi ânda ise entelektüel ve ahlâkî birlik zuhur etmekte, Gramsci’nin modern Prensi, yani siyasi partiler doğmaktadır.[24]

Cox’un, ulusaşırı ilişkiler matriksinin içine yerleştirdiği sosyal kuvvetler de, yukarıda işaret edi­len Gramşiyan köklerinin renklerini taşımaktadırlar. Sırasıyla üretim süreçleri, sınıflar arası ilişkiler ve siyasi güç arasındaki etkileşim, tekil siyasi toplumları aşan bir ulusaşırı düzlemde dünya politik ekono­misinin çehresini belirlemektedir.[25]

Cox, tarihsel yapıları ve sosyal kuvvetleri maddi yönlerini aşan bir çerçevede tanımlarken, sos­yal değişmeyi bütünüyle ekonomik terimlerle açıklayan görüşler karşısında kültürel olana açtığı yerle, tarihsel değişmede fikirlerin rolü hususunda en önemli teorisyenlerden biri kabul edilen Gramsci’nin geleneğini izlemeye devam etmektedir.[26] Gramsci’nin tarihsel materyalizminde fikirler ve maddî şart­lar daima birbirleriyle bağlantılıdırlar, karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedirler ve birbirlerine in­dirgenemezler. Fikirler maddî şartlarla ilişkileri dikkate alınarak anlaşılmak zorundadır.[27] Bu yüzden, örneğin siyasal ve kültürel pratikler, ekonomik kuvvetler ya da çıkarlara indirgenemezken,[28] sanat, ahlâk ve felsefe siyasete hizmet edebilir. Böylece bütün hayat, siyasetin sınırları içine girer.[29] Böylece, çatışma şartlarını belirlemek için verilen mücadelede stratejik bir “savaş alanı” kabul ettiği kültürün önemini vurgulayan Gramsci’nin yaklaşımı, sosyal bilimlerde eleştirel gelenek içinden kültürle ilgile­nen hemen herkesin ilgilendiği bir alana dönüşür.[30]

Anti-ekonomist[31] sıfatıyla nitelenebilecek derecede metodolojik indirgemeciliği eleştiren Gramsci,[32] ideolojilerin maddi bir kuvvetle aynı enerjiye sahip olduklarını söylemektedir.[33] Kolektif eylem hakkındaki temel soruları anlamak için önerdiği ekonomi merkezci olmayan perspektif,[34] sa­dece kısa vadeli bireysel çıkarların değil, uzun vadeli kolektif arzuların da insanları eylem için motive ettiklerini kabul etmektedir.[35] Bu varsayımı temellendirirken, düşünmenin bireyi nasıl harekete geçir­diği, bir kimsenin nasıl ve niçin fikirlerle hareket edebildiği ve fikirlerin nasıl pratik/fiilî güçler haline geldiği sorularına çalışmalarında ağırlıklı yer vermektedir.[36]

Tarihsel materyalizmi, Gramsci’nin eleştirileri ışığında Sorel ve Weber’e yaptığı atıflar ile fi­kirler ve maddi şartlar arasındaki ilişkinin araştırılması şeklinde tarif eden Cox, fikirleri özneler arası anlamlar ve kolektif imajlar olmak üzere ikiye ayırmaktadır.[37] Özneler arası anlamlar ile, dünyanın do­ğasına dair bir insan grubu arasında mevcut bulunan hâkim algıyı ya da ortaklaşa paylaşılan “hakikat” anlayışını kast eden Cox’un kullandığı şekliyle özneler arasılık, toplumların varoluş şartları karşısında verdikleri kümülatif ortak cevaplar tarafından üretilen bilgi şeklinde de anlaşılabilir.[38] Cox, tarihsel yapıların derinliklerindeki ana özneler arası anlam kategorilerine örnek olarak dünyanın anlaşılmasını sağlayan, toplumlara ve çağa ait sağduyu ile iletişimi mümkün kılan dili göstermektedir.[39] Yeni-Gram- şiyan yaklaşım, tarihin bir ürünü olan özneler arası anlamlar formundaki bu fikirleri, politik ekonomi­nin bizzat parçası kabul etmektedir.[40]

Genellikle fazla sorgulanmayan özneler arası anlamların aksine kolektif imajlar ise, yoğun tar­tışmaların odağında yer almaktadır. Örneğin geniş kitleler, birer özneler arası anlamı ifade eden devlet ve devlet sistemini ontolojik hakikatler gibi görmektedirler. Fakat devletin ve devletlerarası sistemin fiilî örgütlenme biçimi üzerine yürütülen tartışmalar, mevcut devletler ve devletlerarası yapı içindeki güç ilişkilerinin meşruiyetlerinin farklı ideolojik konumlardan hedef alındıkları bir savaş alanını andır- maktadır.[41]

Hegemonya: Gramsci ve İktidarın Sosyolojisi

Cox’un İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen ABD liderliğindeki dünya düzeninin açıklan­ması problematiği çerçevesinde Uluslararası İlişkilere uyarladığı hegemonya teorisinin köklerin­de, Gramsa’nin İtalyan toplumu üzerine yaptığı iktidarın doğasına ilişkin analizler yatmaktadır.[42] Gramsci’nin temel problematiği, bir toplumda sınıfların ya da sosyal grupların hâkimiyeti nasıl ele ge­çirdikleri ve sürdürdükleri sorusudur. İktidarı anlama üzerine yoğunlaşan sosyolojik düşüncenin he­defi, muhalefet imkânlarının ve istikrarlı bir karşı iktidara giden yolun keşfidir. Zira Gramsci’ye göre, siyasi mücadele içinde bulunduğu burjuvazinin başarılı bir şekilde devrilebilmesi, ancak bu sınıfın gücü elinde nasıl tuttuğunun tatmin edici analizine bağlıdır.[43]

Gramsci’nin iktidar analizinin çatı kavramını oluşturan hegemonya, fizikî güç ya da “zorlama” ile; entelektüel, moral ve kültürel ikna ya da “rıza”yı birleştiren sosyal ve politik bir kontrol tarzıdır. He- gemonik bir düzenin karakteristiği olarak sınıflar, devlet ve sivil toplum arasındaki ilişkilere “zor”dan ziyade “rıza”nın hâkim oluşu gösterilmektedir.[44]

Bu kapsamda, bir ideal tip olarak Gramşiyan hegemonyanın hayata geçmesi için ikincil sınıfla­rın, hakim sınıf ya da gruplara ait moral ve kültürel değerleri, pratik ilişki kodlarını ve dünya görüşle­rini, yani hakimiyet sisteminin bizatihî sosyal mantığını içselleştirmeleri icap etmektedir. Bu mantık, sosyal bütünleşmede yapıştırıcı bir kuvvet ya da Gramsci’nin deyimiyle çimento işlevi gören ideoloji­nin içinde mündemiçtir.[45] “İkincil ve hakim olunan sınıfların önemli bölümlerinin rızasını kazanmak, çok farklı pozisyon ve çıkarları temsil etmek” hegemonik ideolojinin özellikleri arasındadır.[46] İdeoloji aracılığıyla, ikincil sınıfların görünürdeki çıkarları, siyasi liderliği yürüten hâkim sınıfınkilerle irtibatlandırılmaktadır.[47] Fakat ideolojiden daha fazla şey ifade eden ve bu yönüyle Marx’ın “yanlış idrak”ine indirgenemeyen hegemonya,[48] farklı sınıf ve grupları ikincil unsurların hâkim güç tarafından empo­ze edilen sosyal hayat doğrultusunda rızalarını kendiliğinden gösterdikleri gönüllü kabule dayalı bir hâkimiyet ortamında birbirine bağlamaktadır.[49] Böylece geniş bir siyasal oydaşma, hegemonik sınıfın hedeflerini desteklerken, hegemon da müttefiklerinin çıkarlarına dikkat etmekte, onları, üretim biçi­mi içindeki pozisyonlarından kaynaklanan eğilim ve talepleriyle diğer ideallerinden doğan arzularını tatmin etmek suretiyle kontrol altında tutmaktadır.[50]

Hegemonik iktidarı farklı kılan rıza unsuru olsa da, bu durum, zorun tamamen ortadan kalk­tığı anlamına gelmemektedir. Tutarlı bir sosyal düzenin otoriter ya da demokratik siyasal üst yapıla­rı, daima hem zora hem de rızaya dayalı unsurları birleştirirler. Bu iki form yalnızca metoda ilişkin hedefler için teorik soyutlamalarda birbirinden ayrılabilen, sosyal hâkimiyet ilişkileri içindeki farklı anlardır.[51] Hegemonik bir yapıda ise sosyal düzen, rızaya dayalı sosyal kontrol araçlarına daha fazla yer verme yoluyla yeniden üretilmektedir. Bu yüzden Gramşiyan hegemonya, “zorun zırhıyla korunan konsensüstür.[52]

Gramsci, iki unsurun bir aradalık ve farklılığını izah etmek için, Machiavelli’nin rıza ve zor­lamanın gerekli şartlarını üzerinde toplayan yarı insan, yarı hayvan Centaur unu kullanmaktadır.[53] Machiavelli’nin Centaur’uyla ilgili olarak yaptığı bir analojide, kuvvet ve rızanın birlikteliğini “çifte perspektif” kavramıyla açıklamaktadır: “Çifte perspektif, kendisini en temelden en karmaşığa kadar değişik şekillerde ifade edebilir. Ama bunlar teorik olarak Machiavelli’nin Centaur una tekabül eden iki temel düzeye indirgenebilir; yarı hayvan, yarı insan. Bunlar gücün ve rızanın, otoritenin ve hegemon­yanın, vahşetin ve medeniyetin düzeyleridir.”[54]

Gramsci, güce ve rızaya dayalı idare arasındaki farklılığı ise üstünlüğün iki ideal tipi, “hakimi­yet”, yani gücün yönetilenlerin eleştirel rızaları olmadan doğrudan uygulanması ile “ahlakî hegemon- ya/entelektüel ve moral liderlik”[55] arasındaki tezatı ortaya koyarak şöyle tarif eder: “Bir sosyal grubun üstünlüğü kendisini ‘hakimiyet’ ile ‘entelektüel ve moral liderlik’ olmak üzere iki şekilde ortaya koyar. Bir sosyal grup yok etme ya da boyun eğdirme eğiliminde olduğu uzlaşmaz grupları hâkimiyeti altına alır, akraba/çok yakın ve müttefik gruplara ise liderlik eder.”[56]

Lider grup etrafında oluşan istikrarlı koalisyonları Gramsci “tarihsel blok” olarak adlandır­maktadır.[57] Blokların tarihselliği, kendilerini var eden özel koşul ve dinamiklerin ürünüdür. Tarihsel blokları var eden şartlar arasında gruplar arası münasebetlerin yanı sıra, gruplar ile mümkün olanın sınırlarını belirleyen yapılar arasındaki ilişkiler de yer almaktadır. Gruplar, hegemonyacı olmak ya da mevcut konumlarını muhafaza edebilmek için ekonomik, siyasi ve kültürel düzeylerde elverişli şart­lara ihtiyaç duymaktadırlar.[58] Gramsci, tarihsel blokları oluşturup hegemonyacı mücadeleye girişen grupların başarı şanslarını, ekonomik açıdan üretim ilişkilerindeki konumlarına bağlamaktadır. Bu yüzden Augelli ve Murphy, sanayi toplumlarında ancak üretim tarzı içerisinde temel bir rol ifa eden sosyal grupların hegemon olabileceğine dikkat çekmektedirler.[59] Buna karşılık, Gramsci’nin indirge- mecilik karşısındaki entelektüel tavrıyla uyumlu olarak tarihsel bloklar, sadece maddî unsurlar üze­rinden tanımlanmamaktadır. Bir tarihsel bloğun oluşumunda ulusal ve küresel düzeydeki ideolojik iklim de etkilidir. Özellikle, medya ve eğitimdeki gelişmeler uzun vadede büyük öneme sahiptirler.[60] Bu yüzden Gramşiyan tarihsel bloğu, “maddî, kurumsal, özneler arası, teorik ve ideolojik kapasitelerin bütünleşmesi sonucunda siyasi ve sivil toplum arasında ortaya çıkan organik ilişki” şeklinde daha kap­samlı bir tanımlamaya tabi tutmak mümkün gözükmektedir. Yeni tarihsel blok, yalnızca sivil toplum ve ekonomide güç kazanmakla yetinmemekte, siyasi ağlar ve örgütlenmeyi destekleyecek ikna edici fikir ve argümanlara, yani “ahlakî-siyasî düzey”i gerçekleştirecek araçlara da ihtiyaç duymaktadır.[61]

Ahlakilik, Gramşiyan hegemonyacı düzen açısından özel bir anlama sahiptir. Daha önce de değinildiği gibi, Gramsci bir toplumsal grubun iktidarının hâkimiyet ile ahlâki hegemonya/entelektüel ve moral yönetim olmak üzere iki şekilde tezahür edebileceğini söylemektedir. Hâkimiyet ile yöne­tim arasında temel bir ayrım yapan Gramsci’ye göre,[62] hâkim grubun yönetici konumunu kazanması, yüksek bir senteze, “kolektif irade”yi temsil eden entelektüel ve ahlakî liderliğe erişmesine bağlıdır.[63] Ahlakî hegemonyanın mümkün olması için ise idare öncelikle, ikincil unsurların çıkarlarının sistem içerisine dâhil edilmesiyle sağlanacak genel bir meşruiyet ve aktif rızaya dayanmalıdır.[64]

Hegemonya ahlakî olmadığında, hile ve aldatma üzerine kurulduğunda Gramsci bunu hâkimiyetin bir şekli olarak kabul etmektedir.[65] Gramsci’ye göre hilekârlık ve rüşvet gibi yollar gücü korumak için ya­pılan mücadelede kullanılan taktik silahlardır. Fakat bunlar gücün değil, zayıflığın ifadesidirler.[66] Ahlaki hegemonyaya yönelen hareket ise, aktif rızayı sağlamak için hâkim ve ikincil gruplar arasında olduğu gibi hâkim grupların kendi aralarındaki ilişkilere aracılık eden mutabakat yaratma sürecini de işletmek zorun­dadır.[67] Gramsci’deki yapı-aktör ilişkisini anlatırken değindiğimiz “arınma” burada devreye girmekte ve söz konusu süreçte yapıdan karmaşık üst yapılar alanına geçilmektedir. Sürecin temel niteliği, kurumlar inşa edilirken ve ideoloji geliştirilirken bir grup ya da sınıfın özel çıkarlarının aşılmasıdır. Eğer söz konusu kurum ve ideolojiler ahlâki bir hegemonyayı yansıtacaklarsa, şekil itibariyle evrensel olmak, belirli bir sı­nıfınmış gibi gözükmemek ve hegemonyacı sınıfın hayatî çıkarlarını korurken, liderliğini desteklemeyen ikincil gruplara da bir miktar tatmin sağlamak durumundadırlar.[68]

Bir başka ifadeyle, ahlâkî hegemonyanın kurulmasının gerekli olan şartı, dar ekonomik çıkar­ların daha evrensel bir bakış açısı ya da ideoloji içinde eritilmesi ile lider grubun sosyal vizyonuna katılım sürecinde ikincil gruplara somut tavizler verilmesidir.[69] Bundan dolayı hegemonya, yönetici grubun ekonomik-korporatif nitelikte özverilerde bulunmasını da beraberinde getirmektedir. Fakat Gramsci’ye göre bu tür özverilerin ve böyle bir uzlaşmanın işin özüyle ilgili olmayacağı da kesindir. Çünkü hegemonya ahlâki-siyasi olduğu kadar ekonomiktir ve yönetici grubun ekonominin kilit ke­simlerinde yerine getirdiği karar alıcı işleve dayanmaktadır.[70]

Gramsci, burjuvazinin hegemonyayı sağlayamadığı için hâkimiyetle yetinmek zorunda kaldığı, iktidarın alt kesimler tarafından meşru kabul edilmediği düzenlerde ise idarenin çok daha zayıf ve is­tikrarsız olduğuna işaret etmektedir. Böyle durumlarda yönetim kuvvete dayanarak sürdürülmeye ve zayıf güç temeli desteklenmeye çalışılmaktadır.[71]

Hegemonyaya ahlakilik kazandırılarak zora duyulan ihtiyacın azaltılmasında ise entelektüel­lere önemli görevler düşmektedir. Gramsci’nin entelektüel liderliğin önemine yaptığı bu vurgu, bilgi edinme süreçleri ve bunların işlevleri hakkındaki düşüncelerinin ışığında daha iyi kavranabilmektedir. Gramsci, bilgi üretim teorisini kimlik ve çıkarlarla ilişkilendirerek, en azından bu anlamda, teorinin nasıl her zaman birileri ve bir amaç için olduğunu göstermektedir.[72] Gramsci’ye göre gerçeğin anlaşıl­ması ve bilginin edinilmesi ahlakî, kültürel ve ideolojik prizmalar ya da filtreler yoluyla olmakta; bu sayede toplum şekil ve anlam kazanmaktadır. Bu yüzden hegemonya belli bir bilgi yapısının ve değer­ler sisteminin inşası anlamına gelmekte, kendi bilgi ve değer sistemini yaratıp bunları genel ve evrensel olarak kabul edilebilir kavramlar haline dönüştürebilen sosyal grup yahut sınıf da entelektüel ve ahlaki liderliğe ulaşmaktadır.[73]

Bu noktada da, bilginin üretilmesi ve kitlelerin eğitilmesi fonksiyonlarını yürüten organik entelektüellere duyulan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Entelektüeller “organik”tir, zira Gramsci’ye göre bağımsız bir entelektüeller sınıfı yoktur. Her sosyal grup kendi entelektüel tabakasına sahiptir ya da böyle bir tabaka meydana getirme eğilimindedir.[74] Hegemonyacı sınıfın entelektüelleri beraberce ahenkli bir dünya görüşü oluşturabilecek felsefî, siyasî ve ekonomik bir teori ile disiplinler arasında aktarılabilecek prensipler inşâ etmek zorundadırlar.[75] ideolojik mücadele ortamında hakim sınıfın en­telektüelleri, daha ikna edici ve sofistike teoriler ortaya koymalı, diğer entelektüelleri hegemonyacı dünya görüşü ve hegemonun hedefleri içinde eriterek, onlar üzerinde de hakimiyet kurmalıdırlar.[76]

Gramsci, organik entelektüelleri “meşrulaştırma uzmanları” şeklinde tarif etmektedir. Bunlar yönetici grubun kültürüyle, ikincil kitlelerin kültürleri arasındaki çelişkiyi çözerek, mevcut güç yapı­sını müttefik ya da ikincil gruplar için kabul edilebilir kılmaktadırlar.[77] Entelektüellerin fonksiyonları yalnızca belli bir hayat tarzını ve dünyanın bir tanımını yaratmak değil, aynı zamanda bir sosyal grubun çıkarlarıyla değerlerini genel ve ortak değer ve çıkarlar olarak tercüme etmektir.[78] Bir başka ifadeyle, hegemonyacı sınıfa organik bir biçimde bağlı bulunan entelektüeller, hizmet ettikleri grubun arzuları­nın toplumun tümünün çıkarlarıyla uyumluluk arz ettiğini bilginin her alanında göstermektedirler.[79]

Bilgi üretiminin yanı sıra eğitim için de organik entelektüellere ihtiyaç duyulmaktadır. Zira her hegemonyacı ilişki zorunlu olarak bir eğitim ilişkisidir ve yalnızca değişik sosyal grupların rekabet halinde bulundukları ulusal toplumlar içinde değil, uluslararası alanda ulusal kompleksler ve kıtasal medeniyetler arasında da cereyan etmektedir.[80] Bireysel düzeyde ise, Gramsci’nin temel insan güdü­leri anlayışıyla hegemonyacı “eğitim” süreçleri arasında önemli bir ilişki mevcuttur. Gramsci’ye göre temel insan güdülerinin hiçbiri herhangi bir durumda aniden operasyonel hale gelmemektedir. İnsan­lar, bireysel çıkarlarının şuuruna kolektif arzularında olduğu gibi diğer insanlarla etkileşime geçerek, öğrenme yoluyla varmaktadırlar. Çünkü Gramsci’nin karmaşık insanları, nadiren sadece dar anlamda rasyoneldirler. insanlar yalnızca sezgi ve moral yargılarda bulunma kabiliyetlerine sahip değillerdir, aynı zamanda normal şartlar altında insan düşünceleri karmaşık bir şekilde irrasyoneldir. Bu yüzden, insanlığın çelişen şuuru, eğitmenlik yapacak kadrolara muhtaçtır. Ancak bunlar sayesinde şuurlardaki rasyonel olmayan halleri temizlemek ve insanların kolektif çıkarlarını fark etmelerine yardımcı olmak mümkündür.[81]

Görüldüğü üzere, bilgi üretimi ve eğitim, hem devlet iktidarını elinde tutan tarihsel bloğun hem de karşı hegemonya oluşturmak için yeni bir tarihsel blok inşâ etmeye çalışan grupların sivil top­lum zemininde yürüttükleri mücadelede önemli işlevlere sahiptirler. Bu mücadelenin niteliğinin daha net bir şekilde ortaya konabilmesi için Gramsci’nin sivil toplum, devlet ve bunlar arasındaki ilişkilere yaklaşım biçimini de ele almak gerekir.

İlk adım olarak Gramsci’nin analizlerinin tarihsel bağlamını, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyı­lın başında ileri derecede kapitalistleşmiş, sivil toplumun geliştiği, kapitalist sınıf gücünün toplumun kültürel kurumlarına ve nihayetinde devlet ve onun zor kullanma aygıtına nüfuz ettiği Batı toplumlarındaki siyasi ve ideolojik mücadele ortamının oluşturduğu hatırda tutulmalıdır.[82] Gramsci’nin problematiği de, bu özel zeminin başarılı bir iktidar stratejisinin hayata geçirilebilmesine imkân verecek şekilde analiz edilmesidir.

Gramsci, siyasi eylemin içinde gerçekleştiği iki önemli üst yapı düzeyi olarak gördüğü sivil top­lum ve devlet hakkındaki değerlendirmelerinde, bağlam değişikliğinden kaynaklanan özgünlükleri hem zaman hem de mekân farklılaşmalarını dikkate alarak vurgulamaktadır.[83] Bu yüzden Gramsci’nin yazılarında ilk bakışta birbirleriyle çelişir gibi gözüken üç farklı devlet tarifi bulunmaktadır.[84] Bunların ilkinde devlet, sivil toplumla zıtlığı esasında tanımlanmaktadır. Fakat, bu tarz bir devlet-sivil toplum ilişkisinin mekânı Avrupa değildir: “Doğuda devlet her şeydir, sivil toplum ilkel ve jelatinlidir; Batı’da devlet ve sivil toplum arasında uygun bir ilişki vardır ve ne zaman devlet sıkıntıya düşse güçlü sivil toplum yapısı derhal ortaya çıkar. Devlet yalnızca dış hendektir, ardında güçlü bir istihkâm ve siperler sistemi durmaktadır”[85]

Devletin sivil toplumu kuşattığını ve devletin sivil toplumla özdeş kabul edilebileceğini söyle­diği pasajlarda ise mekân olarak Avrupa’yı işaret ederken, farklılıkların kaynağı muhtelif hegemonik güç kombinasyonları tarafından sivil toplumla kurulan ilişkinin değişik ânlardır. İlk durumda, “Devlet = siyasal toplum + sivil toplum, bir başka söyleyişle zorun zırhıyla korunan hegemonyadır”[86] ikinci durumda ise, “devlet yalnızca hükümet aygıtı olarak değil, aynı zamanda hegemonya ya da sivil toplu­mun özel aygıtı olarak anlaşılmalıdır. Gerçekte sivil toplum ve devlet bir ve aynı şeydir.”[87]

Devlet, diktatörlük + hegemonya ve siyasî toplum + sivil toplum şeklinde tanımlandığında, bu iki düzey bir yandan hâkim grubun toplum üzerinde uyguladığı hegemonyaya, diğer yandan da dev- let ya da icracı hükümet aracılığıyla uygulanan “doğrudan hâkimiyet”e tekabül etmektedir.[88] Devlet vasıtasıyla iktidardaki grup/sınıf yalnızca hâkimiyetini meşrulaştırıp sürdürmemekte, aynı zamanda devleti yönettiklerinin aktif rızasını kazanmak için kullanmaktadır.[89]

Sivil ve siyasî toplumun farklılıklarını koruyarak bütünleştikleri bu durumda, sosyal kontrol iki seviyede uygulanmaktadır: Sivil toplum ve Gramsci’nin genişletilmiş devleti içinde erimiş olan siyasî toplum. Gramsci’nin genişletilmiş devletinde, hegemonya sivil toplum tarafından kendi içinde hayata geçirilirken, güç devlet aracılığıyla, ancak sivil toplumdaki mevcut kuvvetler zinciri esas alınarak kul­lanılmaktadır. Zora başvurma teşebbüsünü, gazeteler ve dernekler gibi kamuoyu organları, çoğunlu­ğun rızasına dayalıymış gibi göstermektedirler.[90] Bu noktada Gramsci’nin devlet ve sivil toplum ayrımı tamamen metodolojiktir. Yönetimin sağlanmasında rıza ve zorlama mekanizmaları birbirleriyle kay­naşmaktadır. Siyasal toplum formel devlet aygıtı şeklinde ele alındığında, Gramsci’nin genişletilmiş devleti, bunun yanında sivil toplumu da kuşatmaktadır.[91] İleri kapitalizmin iktidar mekanizmalarına zor ve rızanın iç ilişkilerine odaklanan bu “çifte perspektif”ten yaklaşan Gramsci, sivil toplumu siyasal toplumla bağlantılı bir şekilde anlamaktadır.[92]

Gramsci bunu yaparken, siyasal toplum ve kurumları sivil toplum zeminine yerleştirmektedir. Gramsci’nin “siyasal toplum”u, birçok gerçekçinin devlet olarak gördüğü şeydir. Fakat, gerçekçilerin ak­sine Gramsci, siyasal toplum ya da “devlet merkezi’ ile “organik, daha geniş anlamda devlet’ arasındaki ayrıma özel bir önem vermektedir. Gramsci organik anlamda devletle, tamamıyla özel tabiatta gibi görü­nenlerle birlikte siyasal hayatın temel kurumlarının dâhil olduğu üst yapının tümünü kastetmektedir.[93]

Devletin bu kuşatıcılıkta tanımlanmasının temel sebebi, hükümetin idare, yönetim ve zorlama aygıtlarına aslında bütün sosyal örgütlenmeye liderlik eden sınıfın hegemonyası tarafından hükmedi­liyor oluşudur. Bu yüzden devlet, siyasal yapının sivil toplumdaki destekçilerini de içerecek biçimde ele alınmalıdır. Gramsci bunları kilise, eğitim sistemi, basın ve insanlarda hegemonyacı sosyal düzenle uyumlu belirli davranış kalıpları ve beklentiler yaratılmasına yardım eden diğer bütün kurumlar şek­linde sıralamaktadır.[94]

Kitlesel siyasî partiler, medya, ticaret birlikleri ve diğer sivil örgütlenmeler de ikincil sınıfları kapitalist topluma entegre etmektedirler.[95] Devlet ayrıca, okullar ve mahkemeler gibi organları aracılığıyla sivil toplumda rıza unsurunun pekişmesi için doğrudan faaliyet göstermektedir. Bu yüzden, ordu ve polis gibi baskı araçlarının yanı sıra, meclisler ve eğitim organlarına da sahip olan devlet, basitçe sadece “negatif ve baskıcı” değil, aynı zamanda “pozitif ve eğitici”dir.[96] Benzer şekilde sivil toplum da bazı zamanlarda hegemonyanın zor unsuruna katılabilmektedir. Militarize olmuş siyasî partiler ve organize dinî gruplar bunun örnekleridir.[97] Liberal ekonomistlerin daha dar bir çerçevede tanımladıkları “gece bekçisi devlet’ ve Bismarck’la ilişkilendirilen “müdahaleci’ devlet tasavvurlarıyla tezat oluşturan Gramsci’nin bu devlet anlayışı,[98] tarihsel olarak devlet ve sivil toplum arasında sık sık organik bütünleşmenin yaşandığı Anglo-Saxon ülkelerinde rastlanan “yaygın” ve “bütüncül” yapıyla yakınlıklar taşımaktadır.[99]

Gramsci’nin genişlemiş devletinin içinde siyasal toplumla kaynaşan sivil toplum, kimlik oluşumu­nun, ideolojik mücadelenin, entelektüellerin faaliyetlerinin ve ahlakî ya da hilekârlığa dayalı hegemon­yanın mekânıdır. Kişinin şuur kazanarak ilk kez siyasal faaliyetle ilgilendiği bağlam olan sivil toplumda çıkarlar bir araya gelmekte, dar çıkarlar ideolojiler gibi daha evrensel görüşlere dönüştürülmekte ve itti­faklar kurulmaktadır.[100] Burjuvazinin hegemonyasını sürdürdüğü bu alan, karşı hegemonyaların inşa edi­lebileceği mücadele zeminidir.[101] Gramsci’nin sivil topluma müesses bir hegemonyacı yapı içinde biçtiği rol, sivil toplumun devlet hâkimiyeti ve toplumdaki gruplar arasında bir tampon olduğuna ve sınıf ile grup hâkimiyetinin sivil toplum geliştikçe hafifleyeceğine dair görüşlerle tezat teşkil etmektedir.[102]

Nitekim, Gramsci’ye göre hakim sınıf hegemonyasının sivil toplumdan yükselen güçlerin mey­dan okumalarıyla zayıfladığını gördüğünde, “pasif devrim” gibi değişik taktiklerle iktidarını korumaya çalışmaktadır.[103] Yönetici sınıf, aşağıdan gelen baskılarla mücadele edebilmek için verdiği tavizlerle sivil toplumu yeniden organize etmektedir. Bu sayede kitlelerin kendi siyasi talepleri doğrultusunda yapacakları faaliyetlerin önü alınmaktadır.[104] Nitelikli insan gücüyle geleneksel idareci sınıf, muhalif­lerden daha büyük bir hızla kadro ve programlarını değiştirerek, kaybetmeye başladığı kontrolü yeni­den ele geçirebilmektedir.[105] Pasif devrimler, birbirini takip eden küçük reform dalgaları ya da aydın despotizmi tarzı müdahalelerle, kitlelerin katılımı olmaksızın yukardan gerçekleştirilmektedir.[106] Bu esnada muhalif sınıflar, kendilerini az ya da çok örtülü bir zeminde uzlaşmak zorunda hissettikleri yavaşça ilerleyen “moleküler” bir sosyal değişimin içinde bulmaktadır.[107]

Pasif devrim ihtiyacını doğuran ulusaşırı gelişmelere dikkat çekişinden de anlaşılacağı üzere, ulusal ölçekteki siyasi mücadelelerin ulusaşırı bağlamlarını önemseyen Gramsci, uluslararası sistemin karakterinin temel belirleyicisi olarak sosyal ilişkileri görmektedir.[108] Bir başka ifadeyle, ulusal düzey­de siyasi dengelerin ana belirleyicisi nasıl sivil toplumdaki sosyal ilişkiler ağı ise, uluslararası sistemin niteliği de aynı zeminde şekillenen dinamikler tarafından tayin edilmektedir.
Gramsci’nin iktidar üzerine yaptığı sosyolojik analizlerde kullandığı anahtar kavramı adlan­dırmak için hegemonya kelimesini tercih edişinde, ulusal ve ulusaşırı arasındaki bu geçişken etkile­şimin pay sahibi olduğunu düşünmek mümkündür. Tarihsel olarak devletlerarası ilişkiler bağlamında kullanılan hegemonyanın etimolojik ve yan anlamları arasında liderlik ve hakimiyet bulunmaktadır.
Aristo’nun çalışmalarına bakıldığında, kelimenin etimolojik köklerinin yattığı Eski Yunan’da şehir dev­letleri arasındaki ilişki biçimlerini tasnif için emperyalizm ve hegemonyacı liderliğin birbirlerinden ayrıldıkları görülmektedir.[109] Bu noktadan hareket eden Arrighi de, Gramsci’nin hegemonyayı Ulusla­rarası ilişkilerle analoji yoluyla sosyal gruplar arasındaki münasebetleri açığa çıkarmak için kullanmış olabileceğini düşünmektedir.[110]

Bu durumda Cox’un, Gramsci’nin kavramlarını Uluslararası İlişkilere uyarlarken onun izlediği zihni süreci tersine çevirdiğini, ulusaşırı ve uluslararasının anlaşılması için ulusal düzenlerin analizin­den devşirdiği kavram dizilerine başvurduğunu söylemek mümkündür.

Hegemonya: Cox ve Küresel İktidarın Sosyolojisi

Cox’un hegemonya kavramını Uluslararası ilişkilere uyarlarken öncelik verdiği iki ana unsur şu şekilde tanımlanabilir: İktidarın somut güç temelinin yanı sıra idare edilenlerin meşruiyete tercüme edilecek rızasına duyduğu ihtiyaca yapılan vurgu ve devletin değişmez nitelikler etrafında tanımlanan dondu­rulmuş bir imaj üzerinden değil de, sosyal kuvvetlerin karmaşık etkileşimleriyle birlikte sivil toplum­daki mücadele ve dinamiklerin seyrine göre şekil kazanan bir zatiyet halinde ele alınışı.

Hegemonyayı, dünya tarihinin değişik dönemlerinde örneklerine rastlanan hâkimiyet biçimle­rinden ayıran temel nokta, ikincil devletlerin hegemonun liderliğine yalnızca maddi güç kaynaklarının yarattığı baskıyla değil, çıkar algılamalarındaki ortaklaşmanın da etkisiyle rıza göstermeleridir. Bir baş­ka ifadeyle, gücünün bazı yahut tüm devletlere nispetle artmasının diğerlerinin vatandaşlarının genel çıkarına da uygun düşeceği kanaatini uyandıracak derecede güvenilirlik kazanan devlet, dünya hege- monu olabilmektedir.[111] Güvenin kazanılması önemlidir, zira hareket kabiliyetleri tarihsel yapıların çerçevesini çizdikleri mümkün olanın algılanma sınırları tarafından baskılanıyor olsa da, hegemonya karşısında tavır belirleyecek insanlar şuur ve özgür irade sahibidirler.[112]

Coxcu bir hegemonyanın üzerine oturduğu fikir, maddi kabiliyet ve kurumlardan oluşan üçlü sacayağından fikir, rızanın sağlanmasında hayati işlev görmektedir. Bu yüzden, Cox’a göre bir devletin ekonomik, sosyal ve siyasi temel kurum ve örgütlenme şekillerini ikincil devletlerin taklit etmeleri hegemonyanın oluşumu için yeterli olmamakta, anahtar değerlerinin de bir benzeşme modeli haline gelmesi gerekmektedir.[113] Hegemonya, devletler ve devlet dışı unsurların meydana getirdikleri yapılar bütününe nüfuz eden, düzenin doğası hakkındaki değerler ve anlayış biçimi şeklinde tarif edilmekte, bunların görece istikrarı ile sorgulanamazlık derecesi de sistemin hegemonik niteliğinin ölçüsü ka­bul edilmektedir.[114] Mümkün olanın algılanma sınırlarına işaret eden sorgulanamazlık, hegemonun öngörülen tepkilerine göre belirlenen rasyonel kısıtlamaların değil, böyle bir hesaba dayanılmaksızın değerlerin doğal ve kaçınılmaz hissedilecek kadar içselleştirilmesinin sonucudur.[115]

Pek çok aktöre doğalmış gibi gözüken bu özneler arası anlamlar yapısını, hegemon devletin hâkim olduğu maddi güç temeli desteklemektedir. Cox hegemonik dünya düzeninin dayandığı mad­di kabiliyetleri, aynı zamanda hem üretici hem de yıkıcı potansiyellere sahip teknolojik ve örgütsel kabiliyetler, üretici ve yıkıcı potansiyellerin teknolojinin dönüştürebileceği doğal kaynaklar şeklinde biriktirilmiş halleri, sanayi tesisleri ve askeri techizat gibi ekipman stokları ile bunları yönetebilecek re­fah şeklinde sıralamaktadır.[116] Hegemonyacı dünya düzeninin ayırt edici özelliği oydaşma olsa da, söz konusu maddi kabiliyetlerin yarattığı zorlama imkânlarına yaslanan siyasî, askerî, ekonomik ve psiko­lojik unsurların hepsi hegemonik ilişkide mevcut ve önemlidir.[117] Zorlama potansiyeli maddi güç iliş­kilerinin bünyesinde yer almakta, güçlü gerekli durumlarda zayıf tarafa iradesini dayatabilmektedir.[118]

Buna karşılık, zora başvurma ile sistemin hegemonyacı niteliği arasında ters orantı vardır. He­gemon, liderlik misyonunu sadece kendi özel çıkarlarının gereği olarak değil, ikincil devlet ve grupla­rın çıkarlarını da gözeterek rızalarını almaya imkân verecek evrensellikle temellendirebildiğinde, itaati sağlamak için zora başvurma ihtiyacı kalmayacaktır. Her zaman varlığını hissettirse de, hegemonyacı ilişkide gücün bilinçlerdeki yeri, rızaya göre çok daha geridedir. Aksi olduğunda, yani güçlü rıza ara­maksızın zor kullanarak itaati sağlamaya ve özel çıkarlarını bu yolla kollamaya başladığında iktidar ilişkisi hegemonyacı olma vasfını yitirecektir.[119] ilk durumda liderlik hegemonyacı iken, ikinci durum zamanla hegemonun gücünü korumasını sağlamak bir yana, rekabeti teşvik ederek, karşı hegemonyacı kuvvetler zincirini[120] tetikleyeceği için “kendine karşı liderlik” olarak tanımlanmaktadır.[121]

Hegemonyacı dünya düzeninin üçüncü sacayağında yer alan kurumlar, fikirler ve maddi güç unsurlarının özel bir bileşimi ile hayat kazanmakta, daha sonra hem fikirlerin hem de maddi kabili­yetlerin gelişimini etkilemektedir. Temel görevleri bir taraftan hegemonun siyasi-ekonomik projesini meşrulaştırıp savunurken, diğer yandan da sistemin istikrara kavuşarak ebedileşmesinin yolunu aç- maktır.[122] Ancak tarihlerinin ilk evrelerinin ardından kendi hayatlarını yaşamaya başlayan kurumlar, zıt eğilimlerin savaş alanı haline dönüşebilmektedir. Ayrıca, zaman içinde aynı alanda farklı eğilimlerin temsil edildiği rakip kurumlar da oluşabilmektedir.[123]
Maddi kabiliyetler, fikirler ve kurumların meydana getirdikleri hegemonik üçgen, birer sosyal, ekonomik ve siyasi yapıyla somutluk kazanmakta, bunlardan yalnızca bir tanesine dayanılarak hayat bulamamaktadır.[124] Cox’un söz konusu yapıların şekillenişine yaklaşımı, Uluslararası İlişkilere aktardı­ğı ikinci temel Gramşiyan perspektif doğrultusundadır. Sosyal, siyasi ve ekonomik yapıların oluşumla­rı ve etkileri ele alınırken, hegemon da dâhil olmak üzere devletler tektipleştirilmeyip, sivil toplumları ve sosyal kuvvetlerle ilişkileri göz önünde bulundurulmak suretiyle değerlendirilmekte; ayrıca ulusa- şırı güçler de analizlere dâhil edilmektedir.

Örneğin Cox, birbirlerinin türevi ya da tek yönlü belirleyeni şeklinde görmediği, bilakis siste­min diğer unsurlarına etki edecek değişim dinamiğinin herhangi birinden doğabileceğini varsaydığı sosyal kuvvetler, devletler ve dünya düzenlerinden oluşan insan faaliyetlerinin muhtelif düzlemleri arasındaki çok yönlü etkileşimi açıklarken, ulusaşırı dinamiklerin oynadıkları hayatî role dikkat çek­mektedir. Cox’un politik ekonomi perspektifinden çizdiği dünya portresinde küresel ve yerel ölçekte faaliyet gösteren sosyal kuvvetlerin meydana getirdikleri güç konfigürasyonu önemli yer tutmakta, devletler de otonom nitelikleri vurgulanmakla birlikte, ilişkilere aracılık etme işlevleriyle büyük re­simde yer bulmaktadırlar.[125]
Sosyal kuvvetlere odaklanma, Uluslararası İlişkiler disiplininin temel tartışma konularından biri olan gücün doğası ve niteliği hakkındaki sorular karşısında yeni-gerçekçiliğin maddi kuvvetleri oluşum süreçlerinin niteliğini dışlayarak birikmiş nihai kapasiteler üzerinden değerlendiren yaklaşı­mına alternatif cevaplar üretilmesinin de önünü açmaktadır. Güç sadece bir verilenden ibaret kabul edilmemekte, gücü var kılan sosyal süreçlerin anlaşılması için çaba gösterilmektedir.[126] Söz konusu süreçler de, yalnızca ulusal sınırlar içindeki dinamiklerin özerk gelişim şemalarından izlenmemektedir. Örneğin, devletlerarası askeri ve diplomatik ilişkilerin daha geniş bağlamlarından yalıtılmış hallerine odaklanan bir uluslararası sistem tasavvurundan farklı olarak, sosyal ilişkiler etrafında biçim kazanan Coxcu dünya düzenlerindeki önemli bir yapısal değişimin, yerel ölçekteki sosyal ilişkileri çerçeveleyen ulusal siyasi düzenlerde de temel bir değişmeye tekabül edeceği varsayılmaktadır.[127]

Etkileşimin diğer yüzünde müesses bir hegemonyacı sistemin, ulusaşırı güçlerin eylem alan­larını çevreleme kabiliyeti bulunmaktadır. Hegemonyayı hayata geçiren kurumlar, evrensel normlar ve hâkim üretim sistemini destekleyen kuralların belirlendiği diğer mekanizmalar, sadece devletlere etkileri bağlamında incelenmemekte, ulusal sınırları aşarak faaliyet gösteren sivil toplum kuvvetlerinin genel davranış tarzlarına tesirleri de kuram içerisinde önemli yer tutmaktadır.[128]

Bir başka ifadeyle, hegemonyanın kaynağını teşkil eden hâkim devletin sivil toplumu uluslara- rasılaşarak iktidarını kurumsallaştırdığında, meydana getirdiği yapılar hem kendisinin hem de nüfuz edilen devlet-sivil toplum komplekslerinin davranış çerçeveleri üzerinde etki sahibi olmaktadır. Bu noktada söz konusu çift yönlü etkileşimin oluşum süreçleri ve niteliğini daha yakından kavrayabilmek için Cox’un, Gramşiyan çözümlemelere dayanarak kuramına uyarladığı devlet, sivil toplum ve hege­monya arasındaki ilişki demetini ele alış biçimine odaklanmak yararlı olacaktır.

Uluslararası İlişkilerde devleti, önce tüm devletlere uygulanabilecek modellerden hareketle tanımlayıp, daha sonra bu modellerin niteliği hakkında tartışmalar yürüten perspektiflerden farklı olarak; varlık şartları, kurucu prensipleri ve normları zaman içinde değişen muhtelif devlet ve dünya düzeni formları olduğunu ileri süren Cox’un yaklaşımı,[129] devletin tektipleştirilmesini reddetmekte ve dikkati çeşitliliği doğuran sebeplere yöneltmektedir.[130] Devletleri birbirlerinden farklılaştıran temel unsur, sivil toplumları ile kurdukları ilişkinin niteliğidir. Dünya düzeninin farklı devlet/sivil toplum komplekslerine etkileri de içerdeki ilişki biçiminin önemli belirleyicilerindendir.[131]

Sivil toplumun devleti şekillendirme kabiliyetini öne çıkaran bu bakış açısı, uluslararası po­litika analizlerinde güç ilişkilerinin yalnızca devletlerarası düzeyle sınırlanarak değerlendirilmesinin yarattığı sorunlar karşısında alternatif bir yaklaşım önermektedir.[132] Bu sayede, dünya hegemonyası inşâ eden gücün, sivil toplum içindeki oluşum süreçlerinden başlanarak, uluslararası sistem ve etki alanı içindeki diğer devlet/sivil toplum komplekslerine kadar uzanan bir çerçevede incelenebilmesi mümkün olmaktadır.

Cox, ilk dönem çalışmalarında farklı ideolojiler ve sosyal kuvvet bileşkeleri üzerine kurulu sivil toplum/devlet komplekslerine örnek olarak Doğu Bloğu’ndaki yeniden dağıtımcı devletler ile Birinci Dünya Savaşı sonrasının yeni-liberal devletlerini göstermektedir. 1980’lere doğru yeniden dağıtımcı devlet güç kaybederken, yeni-liberal devlet ABD’de Reaganomics ve Ingiltere’de Thatcherism ile birlikte güç kazanmıştır.[133]

Bu farklı devlet/sivil toplum kompleksleri, önce ulusal düzeyde şekillenmiş, daha sonra hege- monik nüfuz sahaları oluşturabilmek için birbirleriyle rekabete girişmişlerdir. Cox, ulusal hegemonya­nın hem doğuş hem de yayılma sürecini açıklarken, Gramsci’nin tarihsel blok kavramına başvurmak­tadır. Hegemonyacı koalisyonun inşasında maddi çıkarlar ve fikirlerin beraberce oynadıkları rollere dikkat çeken Cox’un perspektifi, muhtelif aktörlerin öncelikleri arasındaki uyumun analiz edilmesini kolaylaştırmaktadır. iktidarın kuruluşunda siyasi, ahlakî ve ideolojik faaliyet alanları ile ekonomi ara­sındaki yanyanalık ve karşılıklı etkileşime yapılan vurgu, aktörlerin bir araya gelişlerinde her şeyin ekonomiye ya da fikirlere indirgenmesinin önüne geçmektedir.[134]

Nitekim hegemon ülkede devlet ile iktidardaki tarihsel bloğun ilişkilerinde, birinciye sosyal kuvvetler karşısında göreli bir otonomi tanıyan Cox, devletin bir bütün halinde hakim sınıfın eko­nomik projesiyle uyumlu faaliyet göstermekle birlikte, bu sınıfın unsurlarının özel çıkarlarına cevap vermediğini düşünmektedir. Özel çıkarlar üzerinde yükselen zayıf devletler ise yüksek bir düzenleme gücüne sahip olamamaktadır.[135]

Tarihsel bloğun içerde hegemonyacı liderliğe erişmesi, dünya hegemonyasına giden yolda ilk aşamadır. Cox’un tanımladığı şekliyle dünya hegemonyası, ulus devlet temelli bir karakterle tezahür ettiğinde, en büyük ulusal ekonomi içindeki hâkim gruba ait sosyal kuvvetlerin en güçlü oldukları dönemde yerel düzeyden uluslararası alana yayılışları ile doğmaktadır.[136] Hegemonyanın genişleme güzergâhındaki ülkelerin iktidardaki sosyal tabakaları ile hegemonik güce hâkim olan tarihsel blok arasındaki uzlaşı ve bütünleşmeler, hegemonyayı mümkün kılmaktadır.[137] Bunun gerçekleşebilmesi için, hegemonun diğerlerinin paylaşabileceği evrensel bir vizyon üretmesi ve icap ettiğinde kendi kısa vadeli menfaatlerini göz ardı etmesi gerekmektedir. Cox, dünya algılamasındaki evrenselleşmenin, he­gemonyacı ülkenin liderlerinin özel ve yerel çıkarlarla çatıştığı durumlarda bile evrensel prensipleri desteklemelerini sağlayacak dereceye ulaşabileceğine dikkat çekmektedir.[138]
Cox’a göre hegemonyanın çevreye doğru genişlemesi, pasif devrim biçiminde gerçekleşmek­tedir. Bu süreçte, hegemonik sisteme eklemlenmeye çalışan toplumlar birçok problemle yüzleşmek durumundadırlar. Zira, eski yapılarını koruyarak hegemonik modelden parçalar almaya çalışan ülke­lerin, hegemonla aynı sosyal ve ekonomik süreçlerden geçmedikleri için bazı ekonomik ve kültürel unsurlara uyum şansları bulunsa da, siyasi modelleri benimsemeleri kolay olmamaktadır.[139]

Cox, tarihsel blok kavramının ifade ettiği ittifaklar üzerine kurulu iktidar anlayışına uluslara- rasının ulusaşırıya dönüştüğü konjonktürde, dünya hegemonyasının zorunlu olarak tek bir devletin inhisarında bulunması gerekmediğini göstermek için de başvurmaktadır. Bir ideoloji ve bu ideolojiy­le uyumlu kurumlar aracılığıyla sağlanan geniş temelli rızanın ayakta tuttuğu hegemonya, bir iktidar yapısıdır. Hâkim olan güç bir devlet ya da devletler grubu olabileceği gibi, devlet ve özel aktörlerin koalisyonundan da oluşabilir.[140] Cox’un bu açılımı, yeni-Gramşiyan okul yazarlarının 1990’lardan 2000’lere uzanan süreçte küresel yönetişim kavramını eksene alarak yaptıkları çalışmaların ve impara­torluk tartışmalarının da öncülüdür.[141]

Sonuç

Bu çalışmada, Robert W. Cox’un hegemonya kavramı etrafında incelediği iktidar mantığı, zaman oku üzerinde geriye doğru gidilerek Gramsci’nin yazılarındaki entelektüel köklerinin ışığında değerlendi­rilmiştir. Giriş bölümünde belirtildiği üzere, “geçmişe” doğru bu zihni yolculuğa çıkışın temel sebe­bi, uluslararası politik ekonomi alanında “günümüzde” meydana gelen hızlı dönüşümlerdir. Bunların “gelecekte” ortaya çıkarabilecekleri muhtemel dünya düzeni mimarileri hakkında eleştirel kuramın sunduğu perspektiften yararlanılarak fikir yürütülebilmesi için ise, yeni konjonktürle birlikte tarihsel­leşen analizlerin değişim dinamiklerini perdeleyerek yol açabilecekleri olumsuzluklardan sakınılması gerekmektedir.

Bu yüzden de kuramın temel teorik önermeleri ve analitik imkanlarının gözden geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Başarılabildiği takdirde, söz konusu kaygıyı paylaşan akademik çevreler, Ortadoğu’dan Doğu Avrupa’ya uzanan istikrarsız kuşaktan başlayarak geniş bir coğrafyadaki genişle­meleri çok ihtiyaç duyulan özgün perspektiflerden yorumlayabileceklerdir.

Kaynakça

Adamson, Walter L., “Beyond ‘Reform or Revolution’: Notes on Political Education in Gramsci, Habermas and Arendt”, James Martin (der.), Antonio Gramsci, Critical Assessments of Leading Political Philosophers, Londra, Routledge, 2002, s. 289-318.
Althusser, Louis, For Marx, çev. Ben Brewster, Londra, Verso, 2005.
Anderson, Perry, “The Antinomies of Antonio Gramsci” New Left Review, No 100, 1976, s. 5-78.
Aristotle, The Politics of Aristotle, Ernest Barker (çev.), Oxford, Clarendon Press, 1948.
Arrighi, Giovanni, “The Three Hegemonies of Historical Capitalism”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 148-185.
Augelli, Enrico ve Craig N. Murphy, “Gramsci and International Relations: A General Perspective and Example from Recent US Policy Toward the Third World”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 127-147.
Augelli, Enrico ve Craig N. Murphy: “Consciousness, Myth and Collective Action: Gramsci, Sorel and the Ethi­cal State”, Stephen Gill ve James H. Mittelman (der.), Innovation and Transformation in International Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 25-38.
Avni, Alexander ve Mira Sucharov, “Philosophical Realism”, Routledge Encyclopedia of International Political Eco­nomy, R. J. Barry Jones (der.), Londra, Routledge, 2001, s. 1212-1213.
Barrett, Michèle, Marxian Foucault’a İdeoloji, Ahmet Fehmi (çev.), İstanbul, Mavi Ada Yayıncılık, 2000.
Bieler, Andreas and Adam David Morton, “A Critical Theory Route to Hegemony, World Order and Historical Change: Neo-Gramscian Perspectives in International Relations”, Capital & Class, No 82, 2004, s. 85-114.
Bobbio, Norberto, “Gramsci and the Conception of Civil Society”, Chantal Mouffe (der.), Gramsci and Marxist Theory, Londra, Routledge, 1979, s. 21-47.
Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 1999.
Bostanoğlu, Burcu, “Uluslararası İlişkilerde Metodoloji Tartışmaları ve Robert W. Cox”, Burcu Bostanoğlu ve Mehmet Akif Okur, Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Kuram, Hegemonya, Medeniyetler ve Robert W. Cox, Anka­ra, Gazi Kitapevi, 2008, s. 15-66.
Bouillon, Markus E., “Gramsci, Political Economy, and the Decline of the Peace Process”, Critique: Critical Midd­le Eastern Studies, Cilt 13, No 3, 2004, s. 239-264.
Brilmayer, Lea, American Hegemony, Political Morality in a one-Superpower World, New Haven, Yale University Press,1994.
Bunnin, Nicholas ve Jiyuan Yu, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy, Oxford, Blackwell, 2004.
Cassels, Alan, Ideology and International Relations in the Modern World, Londra, Routledge, 1996.
Cox, Robert W., “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory”, Millennium: Journal of International Studies, Cilt 10, No 2, 1981, s. 126-155.
Cox, Robert W., Production Power and World Order: Social Forces in the Making of History, New York, Columbia University Press, 1987.
Cox, Robert W., “Middlepowermanship, Japan and Future World Order”, International Journal, Cilt 44, No 4, 1989, s. 823-862.
Cox, Robert W., “Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 49-68.
Cox, Robert W. “Civil Society at the Turn of the Millenium: Prospects for an Alternative World Order”, Review of International Studies, Cilt 25, No 1, 1999, s. 3-28.
Cox, Robert W., “The International in Evolution”, Millennium: Journal of International Studies, Cilt 35, No 3, 2007, s. 513-527.
Cox, Robert W. ve Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996.
Cox, Robert W. ve Michael G. Schechter, The Political Economy of a Plural World: Critical Reflections on Power, Morals and Civilization, Londra, Routledge, 2002.
Dombroski, Robert S., Antonio Gramsci, Boston, Twayne Publishers, 1989.
Emadi-Coffin, Barbara, Rethinking International Organization: Deregulation and Global Governance, Londra, Ro­utledge, 2002.
Entwistle, Harold, Antonio Gramsci: Conservative Schooling for Radical Politics, Londra, Routledge, 1979.
Femia, Joseph V., Gramsci’s Political Thought: Hegemony, Consciousness and the Revolutionary Process, Oxford, Clarendon Press, 1981.
Ferguson, William Scott, Greek Imperialism, New York, Biblo & Tannen Publishers, 1981,
Finocchiaro, Maurice A., Gramsci and the History of Dialectical Thought, New York, Cambridge University Press, 1988.
Fiori, Giuseppe Antonio Gramsci: Life of a Revolutionary, Tom Nairn (çev.), Verso Books, 1996.
Fontana, Benedetto, Hegemony and Power, On The Relation Between Gramsci and Machiavelli, Minneapolis, Uni­versity of Minnesota Press, 1993.
Forgacs, David ve D. Sternbach (der.), An Antonio Gramsci Reader: Selected Writings, 1916-1935, New York, Schocken Books, 1989, s.190-200.
Gill, Stephen, “Gramsci and Global Politics: Towards a Post-Hegemonic Research Agenda”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 1-20.
Gill, Stephen, “Epistemology, Ontology and the ‘Italian School”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materi­alism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 21-48.
Gill, Stephen ve David Law, “Global Hegemony and the Structural Power of Capital”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 93-126.
Gramsci, Antonio, Selections From the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, Quentin Hoare (der.), çev. G. Nowell Smith, New York, International Publishers,1978.
Hall, Stuart, Thatcherism and the Crisis of the Left: the Hard Road to Renewal, Londra, Verso Press, 1988.
Hobson, John M., The State and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 2000.
Joseph, Jonathan, Hegemony, A Realist Analysis, Londra, Routledge, 2002.
Keyman, E. Fuat, “Eleştirel Düşünce: İletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark”, Atilla Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s. 227-260.
Laclau, Ernesto ve Chantal Mouffe, Hegemony and Socialist Strategy, Towards a Radical Democratic Politics, Lond­ra, Verso, 1990.
Machiavelli, Niccolo, The Art of War and The Prince, Henry Neville ve W. K. Marriott (çev.), Texas, El Paso Norte Press, 2005.
Martín-Barbero, Jesús, Communication, Culture and Hegemony, From the Media to Mediations, Elizabeth Fox ve Robert A. White (çev.), Londra, Sage Publications, 1993.
Merrington, John, “Theory and Practice in Gramsci’s Marxism”, New Left Review (der.), Western Marxism, A Critical Reader, Londra, Verso, 1978, p. 140-175.
Mitchell, G. Duncan (der.), A New Dictionary of the Social Sciences, New Jersey, Transaction Publishers, 2007.
Mittelman, James H., “World Order Studies and International Political Economy”, Alternatives, Cilt 9, No 3, 1983, s. 325-349.
Mittelman, James H., “Rethinking Innovation in International Studies: Global Transformation at the Turn of the Millenium” Stephen Gill ve James H. Mittelman (der.), Innovation and Transformation in International Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 248-263.
Morera, Esteve, Gramsci’s Historicism: A Realist Interpretation, Londra, Routledge, 1990.
Mouffe, Chantal, “Hegemony and Ideology in Gramsci”, Chantal Mouffe (der.), Gramsci and Marxist Theory, Londra, Routledge, 1979, s. 168-204.
Okur, Mehmet Akif, “Millet-İmparatorluklar Çağının Eşiğinde: Genişleyen Dünyada Küresel Kapitalizmin Yeni Mimarisine Doğru,” Türkiye Günlüğü, No 95, 2008, s. 82-118.
Outhwaite, William, The Blackwell Dictionary of Modern Social Thought, Oxford, Blackwell, 2003.
Perlman, Shalom, “Hegemony and Arkhe in Greece: Fourth-Century B.C. Views”, Richard Ned Lebow ve Barry S.Strauss (der.), Hegemonic Rivalry: From Thucydides to the Nuclear Age, Boulder, Westview Press, 1991, s. 269-286.
Pijl, Kees van der, “Transnational Class Formation and State Forms”, Stephen Gill ve James H. Mittelman (der.), Innovation and Transformation in International Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 115-137.
Ransom, Paul, Antonio Gramsci, A New Introduction, Hempstead, Harvester Wheatsheaf, 1992.
Robinson, William I., Promoting Polyarchy: Globalization, US Intervention and Hegemony, Cambridge, Cambrid­ge University Press, 1996.
Robinson, William I., “Globalization, The World System and Democracy Promotion in US Foreign Policy”, Theory and Society, No 25, 1996, s. 615-665.
Rupert, Mark, “Alienation, Capitalism and the Inter-State System: Towards a Marxian/Gramscian Critique”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge Uni­versity Press, 1993, s. 67-92.
Sassoon, Anne Showstack, Gramsci’s Politics, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1987.
Sinclair, Timothy J., “Beyond International Relations Theory”, Robert W. Cox ve Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 3-18.
Taylor, Ian, Stuck in Middle Gear: South Africa’s Post-Apartheid Foreign Relations, Praeger, Greenwood, 2001.
 
—————————————————————————-
Bu makaleye şu şekilde atıf yapılabilir;
OKUR, Mehmet Akif, “Gramsci, Cox ve Hegemonya: Yerelden Küresele, İktidarın Sosyolojisi Üzerine”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 12, Sayı 46, s. 131-151.
Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği / Uluslararası İlişkiler Dergisi
Web: www.uidergisi.com.tr / E- Posta: [email protected]

[1]        Küreselleşme-sonrası (Post-Globalization) tartışmaları için bkz. Mehmet Akif Okur, “Millet-imparatorluklar Çağının Eşiğinde: Genişleyen Dünyada Küresel Kapitalizmin Yeni Mimarisine Doğru,” Türkiye Günlüğü, No 95, 2008, s. 82-118.
[2]        Tarihselcilik (Historicism) kavramının sosyal bilimlerdeki muhtelif kullanımlarına ilişkin genel değerlendirmeler için bkz. G. Duncan Mitchell (der.), A New Dictionary of the Social Sciences, New Jersey, Transaction Publishers, 2007, s. 95­97; Nicholas Bunnin ve Jiyuan Yu, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy, Oxford, Blackwell, 2004, s. 307-308; William Outhwaite, The Blackwell Dictionary of Modern Social Thought, Oxford, Blackwell, 2003, s. 271-272.
[3]        Felsefi realizm, en temelde, gerçekliğin bizim onun hakkındaki tasavvurlarımızdan bağımsız olarak varolduğunu kabul eden bakış açısıdır. Bkz. Alexander Avni ve Mira Sucharov, “Philosophical Realism”, Routledge Encyclopedia of International Political Economy, R. J. Barry Jones (der.), Londra, Routledge, 2001, s. 1212-1213. Esteve Morera da, bazı metinlerinden hareketle Gramsci’nin düşünceleriyle uyumlu olduğunu düşündüğü felsefi realizmi iki temel özellik etrafında tanımlamaktadır: Gerçekliğin bağımsız olarak varoluşunun kabulü ve gerçekliği yansıtan bir bilgi kavramlaştırması. Bkz. Esteve Morera, Gramsci’s Historicism: A Realist Interpretation, Londra, Routledge, 1990, s. 41.
[4]        Antonio Gramsci, Selections From the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, Quentin Hoare (der.), çev. G. Nowell Smith, New York, International Publishers,1978, s. 1424-1425.
[5]        John Merrington, “Theory and Practice in Gramsci’s Marxism”, New Left Review (der.), Western Marxism, A Critical Reader, Londra, Verso, 1978, s. 143.
[6]        Robert W. Cox ve Michael G. Schechter, The Political Economy of a Plural World: Critical Reflections on Power, Morals and Civilization, Londra, Routledge, 2002, s. 59. Cox, Collingwood’a atıfla, olayların hem iç hem de dış yüzlerinin bulunduğunu söylemektedir. Dış yüz, olayın dışarıdaki gözlemci tarafından veri olarak kaydedilen kısmıdır. Tarihçinin anlamaya çalıştığı iç yüz ise, yapılmış bir şey olarak olayı “gerçek” kılan arkadaki düşüncedir. Bkz. Robert W. Cox, “The International in Evolution”, Millennium: Journal of International Studies, Cilt 35, No 3, 2007, s 514.
[7]        Maurice A. Finocchiaro, Gramsci and the History of Dialectical Thought, New York, Cambridge University Press,1988, s.135.
[8]        Cox ve Schechter, The Political Economy of a Plural World, s. 56.
[9]        Morera, Gramscis Historicism, s. 41.
[10]      Ibid., s. 38-53.
[11]      Cox ve Schechter, The Political Economy of a Plural World, s. 26.
[12]      Morera, Gramsci’s Historicism, s. 36, 74-93.
[13]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 341. Morera, Gramscis Historicism, s. 37-38, 94-114.
[14]      Cox ve Schechter, The Political Economy of a Plural World, s. 78.
[15]      Timothy J. Sinclair, “Beyond International Relations Theory”, Robert W. Cox ve Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 8-11.
[16]      Robert W. Cox, “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory”, Millennium: Journal of International Studies, Cilt 10, No 2, 1981, Robert W. Cox ve Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 100.
[17]      Louis Althusser’in anti-humanist Marksizm yorumu ve yapısalcılık anlayışı için bkz. Louis Althusser, For Marx, çev. Ben Brewster, Londra, Verso, 2005.
[18]      John M. Hobson, The State and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 2000, s.129.
[19]      Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 97-98.
[20]      Cox, “The International in Evolution”, s. 516.
[21]      Norberto Bobbio, “Gramsci and the Conception of Civil Society”, Chantal Mouffe (der.), Gramsci and Marxist Theory, Londra, Routledge, 1979, s.33-34. Robert S. Dombroski, Antonio Gramsci, Boston, Twayne Publishers, 1989, s.120. Walter L. Adamson, “Beyond ‘Reform or Revolution’: Notes on Political Education in Gramsci, Habermas and Arendt”, James Martin (der.), Antonio Gramsci, Critical Assessments of Leading Political Philosophers, Londra, Routledge, 2002, s. 297-298; Morera, Gramsci’s Historicism, s.58.
[22]      Stephen Gill, “Epistemology, Ontology and the ‘Italian School”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 22; Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 366-367.
[23]      Ibid.,s.180.
[24]      Ibid.,s.181.
[25]      Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s.105-111.
[26]      James H. Mittelman, “Rethinking Innovation in International Studies: Global Transformation at the Turn of the Millenium”, Stephen Gill ve James H. Mittelman (der.), Innovation and Transformation in International Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 253.
[27]      Robert W. Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s.56.
[28]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 407.
[29]      Finocchiaro, Gramsci and the History of Dialectical Thought, s.134.
[30]      Jesus Martin-Barbero, Communication, Culture and Hegemony, From the Media to Mediations, Elizabeth Fox ve Robert A. White (çev.), Londra, Sage Publications, 1993, s.73-74.
[31]      Michèle Barrett, Marx’tan Foucaulta İdeoloji, Ahmet Fehmi (çev.), İstanbul, Mavi Ada Yayıncılık, 2000, s. 66.
[32]      Gill, “Epistemology, Ontology and the ‘Italian School”, s.24.
[33]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s.377.
[34]      Enrico Augelli ve Craig N. Murphy: “Consciousness, Myth and Collective Action: Gramsci, Sorel and the Ethical State”, Stephen Gill ve James H. Mittelman (der.), Innovation and Transformation in International Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 25.
[35]      Ibid.,s.37.
[36]      Giuseppe Fiori, Antonio Gramsci: Life of a Revolutionary, Tom Nairn (çev.), Verso Books, 1996, s.93.
[37]      Cox ve Schechter, The Political Economy of a Plural World, s.28.
[38]      Ibid., s.89.
[39]      Cox, “The International in Evolution”, s. 516.
[40]      Andreas Bieler and Adam David Morton, “A Critical Theory Route to Hegemony, World Order and Historical Change: Neo-Gramscian Perspectives in International Relations”, Capital & Class, No 82, 2004, s. 100.
[41]      Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 99.
[42]      Stephen Gill, “Gramsci and Global Politics: Towards a Post-Hegemonic Research Agenda”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 3.
[43]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 443; Paul Ransom, Antonio Gramsci, A New Introduction, Hempstead, Harvester Wheatsheaf, 1992, s.135.
[44]      Stephen Gill ve David Law, “Global Hegemony and the Structural Power of Capital”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 93.
[45]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 328.
[46]      Chantal Mouffe, “Hegemony and Ideology in Gramsci”, Chantal Mouffe (der.), Gramsci and Marxist Theory, Londra, Routledge, 1979, s.181; Stuart Hall, Thatcherism and the Crisis of the Left: the Hard Road to Renewal, Londra, Verso Press, 1988, s. 165.
[47]      James H. Mittelman, “World Order Studies and International Political Economy”, Alternatives, Cilt 9, No 3, 1983, s. 331.
[48]      Alan Cassels, Ideology and International Relations in the Modern World, Londra, Routledge, 1996, s.2-8.
[49]      William I. Robinson, Promoting Polyarchy: Globalization, US Intervention and Hegemony, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 21-22.
[50]      Enrico Augelli ve Craig N. Murphy, “Gramsci and International Relations: A General Perspective and Example from Recent US Policy Toward the Third World”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s.130.
[51]      Robinson, Promoting Polyarchy, s. 22.
[52]      William I. Robinson, “Globalization, The World System and Democracy Promotion in US Foreign Policy”, Theory and Society, No 25, 1996, s. 628.
[53]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 169-170; Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s.52.
[54] Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s.169-170; Niccolo Machiavelli, The Art of War and The Prince, Henry Neville ve W. K. Marriott (çev.), Texas, El Paso Norte Press, 2005, s. 259. Bir “değişim” teorisyeni olarak bilinen Gramsci ile “realist” politikanın klasikleri arasında sayılan Machiavelli arasındaki ilişki ilk bakışta garipsenebilir. Ancak Gramsci’ye göre Machiavelli, ütopist bir hayalci ya da statüko içinde hareket eden bir diplomat değil, “değişim”i tedbirle savunan bir gerçekçidir. Bkz. Finocchiaro, Gramsci and the History of Dialectical Thought, s.143.
[55]      Augelli ve Murphy, “Gramsci and International Relations”, s. 127-128.
[56]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 57
[57]      Ibid., s.366.
[58]      Jonathan Joseph, Hegemony, A Realist Analysis, Londra, Routledge, 2002, s. 125.
[59]      Augelli ve Murphy, “Gramsci and International Relations”, s. 130.
[60]      Gill ve Law, “Global Hegemony and the Structural Power of Capital”, s.112.
[61]      Ibid., s. 94.
[62]      Gramsci, Selections From the Prison Notebook, s.57, 59, 80, 169-170. Harold Entwistle, Antonio Gramsci: Conservative Schoolingfor Radical Politics, Londra, Routledge, 1979, s.12.
[63]      Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe, Hegemony and Socialist Strategy, Towards a Radical Democratic Politics, Londra, Verso, 1990, s.67.
[64]      Gill, “Epistemology, Ontology and the Italian School”, s. 40.
[65]      Augelli ve Murphy, “Gramsci and International Relations”, s. 128.
[66]      Giovanni Arrighi, “The Three Hegemonies of Historical Capitalism”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 149.
[67]      Robinson, Promoting Polyarchy, s.22.
[68]      Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s.58.
[69]      David Forgacs ve D. Sternbach (der.), An Antonio Gramsci Reader: Selected Writings, 1916-1935, New York, Schocken Books, 1989, s.190-200.
[70]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 161.
[71]      Hobson, The State and International Relations, s.129.
[72]      Gill, “Epistemology, Ontology and the Italian School”, s. 23-24.
[73]      Robinson, Promoting Polyarchy, s.42.
[74]      Merrington, “Theory and Practice in Gramsci’s Marxism”, s. 167.
[75]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s.403.
[76]      Ibid., s. 229-239.
[77]      Benedetto Fontana, Hegemony and Power, On The Relation Between Gramsci and Machiavelli, Minneapolis, University of Minnesota Press,1993, s. 140.
[78]      Ibid., s. 141; “Theory and Practice in Gramsci’s Marxism”, s. 153.
[79]      Augelli ve Murphy, “Gramsci and International Relations”, s. 131.
[80]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 240 -241.
[81]      Augelli ve Murphy, “Consciousness, Myth and Collective Action”, s. 37.
[82]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 235-239, 258-263.
[83]      Ibid., s. 262.
[84]      Çelişki tezini savunanlara örnek olarak bkz. Perry Anderson, “The Antinomies ofAntonio Gramsci”, New Left Review, No 100, 1976, s. 12-13.
[85]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 238.
[86]      Ibid., s. 263.
[87]      Ibid., s. 261, 160.
[88]      Ibid., s.12.
[89]      Ibid., s. 244, 182.
[90]      Merrington, “Theory and Practice in Gramsci’s Marxism”,s.154.
[91]      Robinson, Promoting Polyarchy”, s. 28.
[92]      Mark Rupert, “Alienation, Capitalism and the Inter-State System: Towards a Marxian/Gramscian Critique”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 78-79.
[93]      Augelli ve Murphy, “Gramsci and International Relations”, s. 129.
[94]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 261; Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 51; Rupert, “Alienation, Capitalism and the Inter-State System”, s. 79; Joseph V Femia, Gramsci’ Political Thought: Hegemony, Consciousness and the Revolutionary Process, Oxford, Clarendon Press, 1981, s. 25-26.
[95]      Robinson, Promoting Polyarchy, s. 28.
[96]      Ibid., s. 28.
[97]      Femia, Gramsci’s Political Thought, s. 28.
[98]      Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 257-263.
[99]      Ibid., s.12.
[100]    Augelli ve Murphy, “Gramsci and International Relations”, s. 129.
[101]    Robert W. Cox, “Civil Society at the Turn of the Millenium: Prospects for an Alternative World Order”, Review of International Studies, Cilt 25, No 1, 1999, s. 3-28.
[102]    Robinson, Promoting Polyarchy, s. 29.
[103]    Pasif devrim kavramı üzerine detaylı bir inceleme için bkz. Anne Showstack Sassoon, Gramsci’ Politics, Minneapolis, University of Minnesota Press, 1987. Gramsci’nin pasif devrim kavramını kullandığı değişik bağlamlar için bkz. Cox, “The International in Evolution”, s. 519.
[104]    Joseph, Hegemony, A Realist, s.125, 138.
[105]    Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 210.
[106]    Ibid., s. 115.
[107]    Kees van der Pijl, “Transnational Class Formation and State Forms”, Stephen Gill ve James H. Mittelman (der.), Innovation and Transformation in International Studies, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 128.
[108]    Gramsci, Selections From the Prison Notebooks, s. 176.
[109]    Konuyla ilgili tartışmalar için bkz. Shalom Perlman, “Hegemony and Arkhe in Greece: Fourth-Century B.C. Views”, Richard Ned Lebow ve Barry S.Strauss (der.), Hegemonic Rivalry: From Thucydides to the Nuclear Age, Boulder, Westview Press, 1991, s. 269-86; William Scott Ferguson, Greek Imperialism, New York, Biblo & Tannen Publishers, 1981, s. 19-22; Aristotle, The Politics of Aristotle, Ernest Barker (çev.), Oxford, Clarendon Press, 1948, s. 319.
[110]    Arrighi, “The Three Hegemonies”, s.150. Gramsci’nin “büyük politika-küçük politika” sınıflandırması da Uluslararası İlişkilerle yerel politika arasında kurduğu ilgiyi açıkça göstermektedir. Finocchiaro, Gramsci and the History of Dialectical Thought, s. 138-139.
[111]    Arrighi, “The Three Hegemonies”, s. 151.
[112]    Gill, “Epistemology, Ontology and the Italian School”, s. 43.
[113]    Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 62.
[114]    Robert W. Cox, “Towards a Counterhegemonic Conceptualisation of World Order”, Notes Prepared for the Governance- without-Government Workshop, California, 1990, Aktaran: Stephen Gill, “Epistemology, Ontology and the Italian School”, s. 42.
[115]    Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, Ankara, imge Kitabevi, 1999, s. 197.
[116]    Cox, “Social Forces, States”,s.98.
[117]    Lea Brilmayer, American Hegemony, Political Morality in a one-Superpower World, New Haven&London, Yale University Press,1994,s.14.
[118]    Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 99.
[119]    Ibid., s. 99.
[120]    Gill, “Epistemology, Ontology and the Italian School”, s. 43.
[121]    Arrighi, “The Three Hegemonies”, s. 150.
[122]    Ian Taylor, Stuck in Middle Gear: South Africa’s Post-Apartheid Foreign Relations, Praeger, Greenwood, 2001, s.11.
[123]    Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 99.
[124]    Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 62.
[125]    Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 105.
[126]    Ibid., s.105.
[127]    Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 64.
[128]    Ibid., s. 62.
[129]    Robert W. Cox, Production Power and World Order: Social Forces in the Making of History, New York, Columbia University Press, 1987, s. 111-211.
[130]    Markus E. Bouillon, “Gramsci, Political Economy, and the Decline of the Peace Process”, Critique: Critical Middle Eastern Studies, Cilt 13, No 3, 2004, s. 241.
[131]    Sinclair, “Beyond International”, s. 3.
[132]    E. Fuat Keyman, “Eleştirel Düşünce: İletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark”, Atilla Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s. 246.
[133]    Burcu Bostanoğlu, “Uluslararası İlişkilerde Metodoloji Tartışmaları ve Robert W. Cox”, Burcu Bostanoğlu ve Mehmet Akif Okur, Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Kuram, Hegemonya, Medeniyetler ve Robert W. Cox, Ankara, Gazi Kitapevi, 2008, s. 34.
[134]    Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 55-56.
[135]    Cox, Production Power and World Order, s. 149.
[136]    Ibid., s. 149.
[137]    Gill, “Epistemology, Ontology and the Italian School”, s. 42.
[138]    Robert W. Cox, “Middlepowermanship, Japan and Future World Order”, International Journal, Cilt 44, No 4, 1989, s. 829.
[139]    Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 61.
[140]    Cox, “Social Forces, States and World Order”, s.103, 105, 115.
[141]    Barbara Emadi-Coffin, Rethinking International Organization: Deregulation and Global Governance, Londra, Routledge, 2002, s. 28.

[i] Doç. Dr., Uluslararası İlişkiler Bölümü, Gazi Üniversitesi, Ankara. E-posta: [email protected]
Yazar
Mehmet Akif OKUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen