Turgut GÜLER
“Anavaşya”dan, “katavaşya”dan habersiz, leb-i deryâda oturanlara “deniz âmâsı” mı demeli? Göçmen kuşlar gibi, “göçmen balıklar” var. Coğrafyamıza âit denizlerde, bilhassa Akdeniz’le Karadeniz arasında, mevsimlere yayılmış bir balık alışverişi yürürlükte. Balık isimlerinin ekseriyeti nasıl Türkçe değilse, bu “muhâceret-i mâhî”nin dilimize yerleşmiş adları Yunânî. Güneyden kuzeye, yânî Akdeniz’den Karadeniz’e vâkî balık akınına “anavaşya”; Karadeniz’den güneye yönelenine ise “katavaşya” denmiş.
Barbaros Hayreddin ve onun mektebini parantezin dışında tutarsak, denizcilik târîhimizin hem askerî, hem de sivil sayfaları kendi hâlinde, iddiasız duruyor. Arada bir parlayan yakamozlarımızı, kopan fırtınaların dalgalarında ayırt edemiyoruz.
Yayla tabiatlı Türk milleti, su ile “hemhâl” olmayı çok geç öğrendi. Merkezî Asya topraklarındaki göllerle Yakın Doğu ve Anadolu’nun büyücek sularına “deniz” dememizin altında rivâyete, şâyiaya göre davranma psikolojisi yatıyor.
Hâlbuki daha Türk târîhinin fecrinde, Oğuz Kağan’ın:
“Takı taluy, takı müren!
Kün tûğ bolgıl, kök kurıkan!”
diye yükselen nidâsı, müstakbel hedefin su hâkimiyeti olduğunu ilân ediyordu.
Sâdece hamâsî maksatlara sermâye yapılan destânlarımızı, başka niyetlerle de ele alıp şerh etmek, milletimize yepyeni ufuklar açacaktır.
“Şemsiye”yi yağmurda kullanmak, belki o kadar garîb görünmeyebilir, ama resmen hükmettiğimiz açık ve kapalı sularda dilimizin yabancı sayılması, garîb üzre garîbdir.
Mikyâsı, hacmi çok daha büyük bir garâbet, bugünlerde inşaat sâhasında yaşanıyor. Gazete ve televizyonların en hatırı sayılır metinleri arasına giren inşaat reklâmları, Türkçeye savaş açmış gibi. Başta İngilizce olmak üzere, bütün batı dilleri, inşaatlı takdîmlerle önümüzde resm-i geçide çıkıyorlar. O, ne kapağı kaldırılmadık söz salataları öyle… Bu gayret-keşlik levhalarında Türkçenin kısmetine, sâdece “kâtil kelime”ler düşüyor. Evet, “kâtil balina” misâli, kâtil kelimeler…
Sanki bu memleketin bütün mîmâr, mühendis ve müteahhidleri, ağız birliği etmişcesine, o güzelim “hayât” sözünün boğazına sarılmışlar. İlk kaynağı ne ve hangi dilden olursa olsun, “hayât”, Türkçenin saltanatlı bir kelimesidir.
“Hayât”ın yerine konmaya çalışılan çirkin harf yığını; hangi evde, hangi villâda, hangi konakta, hangi sarayda, hangi ormanda, hangi koruda, hangi sâhilde “hayât”a vâris olabilir?
“Hayât”ı, olmayan meskenlerin, bizi hayâttan mahrûm ettiğini görmüyor musunuz?