Mankurtlaşmaya Direnen Adam Cengiz Aytmatov

Merve ERDOĞAN

İnsanın umudu ölmez, sönmez.
Umut: Bu hayat.

Aytmatov’un kaleme aldığı her bir cümle tutsaklığa, baskılara ve sürgünlere karşı umudu hep diri tutan bir meydan okuyuştur adeta. Verdiği eserleriyle bütün dünyada geniş yankılar uyandıran Aytmatov her zerresiyle yürek paralayan, tüyler ürperten bir haykırıştır.

Dünyada birçok büyük yazar mevcuttur. Her biri insanoğlunun edebiyatına, sanatına, gelişimine, bilincine tesir etmiştir fakat Aytmatov kendisini tekrarı mümkün olmayan görkemli dünyası ile diğer yazarlardan ayırmıştır. Dünya kültürüne ve sanatına her açıdan tesir etmesiyle Aytmatov’un yaratıcılığı; yazarlara, şairlere, gazetecilere, rejisörlere canlı hayatın gerçeğini yansıtmak için ilham vermiştir. Dünyayı tanımadaki felsefi-sosyal görüş açısının sınırlarını genişletmiş ve derinleştirmiştir. İnsanların, yaşadığı yerkürenin karışıklığına ve içinde sürüklendikleri krize karşı çıkmaları gerektiğini belirtmiş ve insanda kardeşlik duygusunu uyandırarak gerçeklerin korunmasını, yeniliği ve geleceği düşünerek yaşamayı öğretmiştir. 

Cengiz Aytmatov, 12 Aralık 1928 tarihinde Kırgızistan’da doğmuştur. 10 Haziran 2008 tarihinde tedavi gördüğü Almanya’da vefat etmiş ve 14 Haziran 2008’de Ata Beyit Kabristanı’na defnedilmiştir. Babası Törekul Aytmatov, kendi diline sahip çıktığı, soyuna bağlılık gösterdiği için “halk düşmanı” ve “pantürkist” ilan edilerek, 1937 yılında Stalin’in “temizlik harekâtı” kapsamında tutuklanmış ve 1938 yılında kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Çocuk yaşta babasız kalan Aytmatov’un babaannesinden dinlediği ninniler, masallar ve efsaneler ile edebiyata karşı büyük bir ilgisi oluşmuştur. Bunun yanı sıra yazarın babasını küçük yaşlarda kaybetmesiyle yaşadığı travma, eserlerinin konusunu ve kullandığı üslubu belirlemede önemli bir unsur olmuştur. Yazar, kendisinin ve milletinin geçmişini acı tatlı düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerimizin önüne seren bir üsluba sıkı sıkıya bağlanmıştır. Geçmişi, bugünü ve yarını büyük bir ustalıkla bir arada sunan Aytmatov, bizleri aynada kendimizle yüzleşmeye davet etmektedir. Buhranlı çocukluk günlerinin yanı sıra Moskova’daki eğitimi sırasında Türlüğünün ve Türkçesinin aşağılanması, onun edebiyata daha fazla sarılmasını sağlamış, kendisini ifade etmenin yolunu sembollerle bulmasına vesile olmuştur.

“Sanatın amacı, okuyucuyu korkutmak değil, ona yaşam korkusu ve ümitsizliğin üstesinden gelmede yardım etmektir ve onlara kalplerindeki soylu hisleri harekete geçirerek her ne şekilde olursa olsun her ne kılığa girerse girsin kötülükle mücadele etmeyi öğretmeyi sağlamaktır.” demiş ve eserleriyle komünizmin dogmalarını karşısına almıştır. O, içi boşaltılmış, artık işlerliğini yitirmiş insanların mutluluğunu sağlamak yerine onlara yük olmaya başlamış ve körlük alanları oluşturmuş her şeye karşı çıkmış ve bunda da başarılı olmuştur. Romanlarında uzak geçmişin hatırlatıldığı satırlarında şahitlik ettiğimiz olaylar aslında yekpare bir coğrafyaya kâbus gibi çöken siyasi bir rejimin gümbür gümbür çöküşüdür.

Son kırk yılda yazdıklarında Kırgız hayatını anlatıyor gibi görünse de öncelikle Türk dünyasının, sonra da insanlığın ufuk çizgisinde her zaman karşılaştığımız ve karşılaşacağımız durumlar ve onların yorumlarını anlatan Aytmatov, insanlığın büyük oğullarından biridir.

Cengiz Aytmatov’un asıl çıkışını yaptığı eseri Cemile adlı öyküsüdür. Bu öykü, 1958 yılında Sovyetlerin en ünlü edebiyat dergisi Novy Mir (Yeni Dünya)’de yayımlanmıştır. Devrin Sovyet edebiyat dünyasında geniş yankılar uyandıran öykü;’’Faşistlere karşı cephede savaşan bir askerin hanımı nasıl olur da bir başka adama âşık olup kaçar’’ diye eleştirilerek ‘’Bu anavatana ihanettir!’’ diye yargılanmıştır. Tam bu tartışmaların ortasında öykü, Fransız eleştirmen Louis Aragon’un dikkatini çekmiştir ve Aragon, Dünyanın En güzel aşk öyküsü dediği eseri Fransızcaya çevirerek yayımlamıştır. Eserin dünya dillerine çevrilmesinin ardından tartışmalar da kendiliğinden sona ermiştir. Aytmatov bu eserinde insanın zamanla, mekânla, sosyal ve siyasi kimliği ile değişmeyecek olan yönlerini, geçmişten geleceğe yönelmiş büyük gerçeğini anlatmaktaki hünerini gözler önüne sermiştir.

Savaş sonrasında yazdığı öykü ve romanlarında ise, toprağın diliyle savaşı sorgulamaya başlamıştır. Toprak Ana romanında anlatılan sadece Tolgunay’ın hikayesi değildir. Roman, Tolgunay’la Toprak Ana’nın hasbihali ile başlar. Her ikisi roman boyunca dertleşir.

“Savaş olunca benim acı çekmediğimi mi sanıyorsun Tolgunay? Çok, çok acı çekiyorum savaşlarda. Ölen köylülerin güçlü kollarını özlüyorum hep. Tohum eken evlatlarımı yitirmiş olduğum için hep ağlıyorum.” (Toprak Ana, 2015:78) Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi Tolgunay’ın acısı aynı zamanda Toprak Ana’nın da acısıdır.

Cengiz Aytmatov, “Dişi Kurdun Rüyaları” ve “Elveda Gülsarı” romanlarında, yalnız insanların değil, hayvanların da psikolojisini başarıyla anlatmıştır. Romanlarında kurt ve at gibi hayvanlara da yer vermiş, onlara insani özellikler atfetmiş ve bunda da başarılı olmuş dünyadaki sayılı yazarlardan biridir.

Aytmatov, “Gün Olur Asra Bedel” romanında Nayman Ana’nın hikayesini verirken, dünyaya “mankurt” kavramını hediye etmiştir. Bu ilginç kelime, insanın yani bütün geçmişini her an beraberinde taşıyan varlığın yerini, hafızası ve hatıraları olmayan, ruhunu kaybetmiş, komutlarla doldurulan biyolojik bir makinenin almış olmasıdır. Aytmatov tarihin sisli sayfaları arasından çıkararak manasçı Sayakbay’ın kendisine aktardığı bu efsaneyi “Gün Olur Asra Bedel” romanında şu satırlarıyla güncelleyerek Kırgız bozkırlarından tüm dünyaya dağılmış milyonlarca okuruna iletmeyi başarır:

“…Önce tutsağın kafasını kazırlar, kesilen bir devenin boyun bölgesinden yüzülen bir deri parçası tutsağın kafasına bir başlık gibi geçirilir. Kafasına deri geçirilen tutsak başını yere sürtmesin diye boynuna tahta kalıp takılır, yürek paralayıcı çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız bir yere götürülürdü. Kolları, bacakları bağlı tutsak orada güneşin alnacında, aç-susuz birkaç gün kalırdı. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlarsa belleklerini yitirerek geçmişlerini anımsamayan birer “mankurt” -köle- olurlardı. Tutsakların ölüm nedeni açlık, susuzluk değildi. Zavallılar başlarına geçirilen taze deve derisinin güneş altında kuruyarak büzülmesi sonucu acıya dayanamadıkları için ölürlerdi. Sımsıkı sarılan deri kurudukça tutsağın kazınmış başını mengene gibi sıkıştırırdı. Bütün bu acılar sonunda tutsak aklını yitirmeye başlardı. Juan-juanlar işkencenin beşinci gününde sağ kalan var mı diye bakmaya gelirlerdi. İşkenceye tutulanlardan biri bile sağ kalsa amaçlarına ulaşmış sayarlardı kendilerini… “Mankurt” kim olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını-babasını bilmezdi kısacası insan olduğunun bile farkında değildi. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar sağlardı… Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt, köleler arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında tek varlıktı. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurtta efendisinin sözünden dışarı çıkmazdı. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez, bedeninin gereksinimlerinden başkasını düşünmezdi…. En kirli, en ağır işler mankurtlara verilir, sonsuz sabır isteyen bıktırıcı, sıkıcı, sinir törpüleyici işler onlara yaptırılırdı.”

Rus kültürünün yoğun etkisine karşılık, eserlerinde mili unsurları kullanan Aytmatov, her yazarın bir millete mensup olduğunu ve kendi milletinin hayatını anlatmak, milli gelenek ve törelerini kaynak alarak eserlerini zenginleştirmek zorunda olduğunu söylemiştir. Yazarın burada durmayıp milli olanın ötesine geçerek evrensele ulaşması gerektiğini de eklemiştir.

Ünü bütün dünyaya yayılmış olan yazarın Cemile’sini okuyup Cemile ve Daniyar’ın aşkına şahitlik ettik, Gün Olur Asra Bedel’in Yedigey’i ile bir asra bedel bir gün yaşadık, Beyaz Gemi’nin isimsiz çocuğu ile Isıkgöl’den her gün geçen beyaz gemiyi seyrettik, Öğretmen Duyşen’in idealizmine hayranlık duyduk, Al Yazmalım Selvi Boylum’un Asel’i ile sevgi mi emek mi ikilemine düştük, Asker Çocuğu’ndaki babasız çocuğun baba hasretine ortak olduk.

Cengiz Aytmatov; edebi çalışmalarına ek olarak, Avrupa Birliği, NATO, UNESCO ve Benelüks ülkelerinin Kırgız delegeliğini üstlenmiştir. Ayrıca Kırgızistan Dışişleri eski Bakanı Askar Aytmatov’un babasıdır.

Cengiz Aytmatov’un eserlerinin dünyada edebiyatımızın gelişmesi, bediî eserlerimizin çoğalmasında önemli bir katkısı olduğunu hepimiz biliyoruz. UNESCO’nun yapmış olduğu istatistik araştırmasına göre, eserlerinin dünya halkı tarafından büyük ilgi görmesi ve çok baskı yapması, Kırgızistan milli yazarı olan Cengiz Aytmatov’u diğer yazarların önüne geçirmiştir. Cengiz Aytmatov, bütün Türk halklarının kültürlerinin, edebiyatlarının ve sanatlarının geliştiğini, dünya halkına gösteren aynası, haykıran sesi olmuştur.

İnsan için en zor olan şey,
Her gün insan kalmaktır
Cengiz Aytmatov

Yazar
Merve ERDOĞAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen