Hasan ERDEM
Görkemli atını Tuna Nehri kıyısında koşturan Alemdar Mustafa Paşa tatlı eğimli bir tepenin sırtına çıkınca atının dizginlerini kasıp durdu, kartal bakışlarıyla nehrin karşı yakasını taradı. Tahmin ettiği gibi Ruslar hâlâ oradaydılar ve her an Tuna’yı aşmaya hazır bekliyorlardı. Aylardır sürekli olarak düşmanı gözleyen Rusçuk Âyanı Alemdar Mustafa Paşa’nın İstanbul’da olan bitenler yüzünden kalbi kan ağlıyordu ama yurtseverliği, fırsat kollayan düşman karşısında sessiz ve hareketsiz kalmasını, Tuna kenarından ayrılmamasını gerektiriyordu. Ön ayakları ile yerleri eşeleyen yağız atının üzerinde düşüncelere dalan Alemdar Mustafa Paşa’nın İstanbul’dan kulağına gelen haberler yüzünden canı pek sıkkındı. Etrafındakiler onun yalnızca ordusuyla ve Ruslarla meşgul olduğunu sanıyorlardı. Ancak o ise Kabakçı Mustafa isyanında tahtan indirilerek bir kafese kapatılan, dinine, vatanına ve milletine çok düşkün olan 3. Selim’in akıbetini her gün, her saat düşünmekten kendisini alamıyordu.
1765 yılında Hotin’de doğan, Rusçuk yeniçerilerinden Hacı Hasan Ağa’nın oğlu Alemdar Mustafa Paşa babası gibi Yeniçeri Ocağına girmiş, daha sonraları Rusçuk’ta çiftçilik yapmaya başlamıştı. Yörenin en güçlü Âyanı olan Tirsinkli İsmail Ağa, bu son derece yetenekli genci hizmetine almıştı. Asilere karşı yapılan mücadeleler sırasında gösterdiği başarılarından dolayı ismi duyulunca Kapıcıbaşılık rütbesine yükseltilmiş ve kısa bir süre sonra da Hezargad Âyanlığına tayin edilmiş, Tirsinkli İsmail Ağa aniden ölünce Rusçuk’a gelerek “Âyanlar Âyanı” seçilmişti.
Osmanlı İmparatorluğunun en yenilikçi Padişahlarından biri olan 3. Selim, Osmanlı-Rus savaşının devam ettiği günlerde zaferden zafere koşan Alemdar Mustafa’yı Ruslara karşı gösterdiği başarılardan ötürü üç tuğlu Paşa yaparak ödüllendirdi. Padişahının dostluğunu da kazanan iri cüsseli, at ve kılıç kullanmada son derece becerikli, kaderci bir cesarete sahip olan Alemdar Mustafa Paşa’nın efendisini sevmek ve ona hizmet etmek dışında bir düşüncesi kalmamıştı.
Güzel sanatlara düşkün ve açık fikirli olan Sultan 3. Selim, amcası Sultan 1. Abdülhamid’in ölümü üzerine yirmi beş yaşında Osmanlı tahtına oturduğu zaman halk ona büyük ümitler bağlamıştı. Osmanlı halkı, bilgeliği yaşının çok üstünde olan genç padişahın, Osmanlıları o güçlü ve ihtişamlı devirlerine geri döndüreceğine yürekten inanıyordu.
Bizzat Sultan 1. Abdülhamid tarafından yumuşak ve sevgi dolu bir şehzade olarak yetiştirilen 3. Selim tahta çıktığı zaman kendisini bekleyen sorunlardan dolayı şaşkınlığa kapılmadı. Osmanlı askerlerinin kalbinde zayıflayan din, yurt ve ırk bilinci değil idi. O dönemde eksik olan, Avrupa’daki teknik ilerlemelerin düzeyine çıkamamak, savaş biliminde onlardan geri kalmaktı.
Genç Padişahın düşünceli bir alnı, çoğu zaman yarı kapalı gözleri, Osman Bey’in burnu gibi kıvrık bir burnu, özenle taranmış kara bir sakalın dalgaları arasında zorlukla fark edilen ince bir ağzı, çiçek hastalığından kalmış hafif izler taşıyan esmer bir teni vardı. Milletinin umudu olan 3. Selim tebaasına yaptığı ilk çağrıda Asya ve Rumeli sancaklarından on altı ile altmış yaş arası yüz elli bin gönüllü toplamayı başardı.
3. Selim ikinci iş olarak Macaristan’da İmparator 2. Joseph’i yenen Koca Yusuf Paşa’yı sadrazamlıktan aldı ve onun yerine Vidin Seraskeri Meyyit Hasan Paşa’ya devletin mühürlerini verdi. Cezayirli Hasan Paşa’da Serasker unvanı ile Rusların karşısındaki öncü kuvvetlerin komutanlığına getirildi.
Yeni Sadrazam, Koca Yusuf Paşa’nın yıllar önce Avusturyalılara karşı kazandığı zaferlere özendiği için, yüz bin askerin başında Cobourg Prensini ezmek amacıyla yola çıktı. Rusların Avusturyalılara yardıma gelmelerine engel olmak isteyen Sadrazam, Cezayirli Hasan Paşa’ya da sağ taraftan General Souvarov’un üzerine yürümesini buyurdu.
Cobourg Prensi, üzerine gelen sayıca üstün Osmanlı kuvvetleriyle çarpışmaya girmedi ve askerlerini geri çekerken General Suvarov’a haberciler gönderip yardımını istedi. Prensin yardımını istediği Rus generali Suvarov’un özelliği savaş sırasında çok hızlı hareket etmesiydi. Prens’e “Geliyorum” diye kısa bir haber gönderen Rus General birkaç saat içinde ordusunu toparladı ve Rivnik Irmağının kenarında sıkışmış kalmış olan Avusturya ordusunun yardımına koştu. Sadrazam’ın ırmağın kenarındaki tepelerin üzerine karargâhını kurduğu saatlerde Avusturya ordusuna yardıma gelen Suvarov’un otuz iki taburu da savaş alanına ulaştı ve ovaya yayılıp hemen saldırıya geçti. Avusturya ve Rus askerlerinin ortak saldırısıyla Osmanlıların ileri mevkileri ve istihkâmları düştü, korkunç süngü saldırısına dayanamayan yeniçeriler ikiye bölündü. Yüz yirmi bin askerden oluşan Osmanlı kuvvetleri müttefik güçlerine üç saat direndikten sonra bozuldular ve savaş alanından çekilmeye başladılar. Askerlerine “İleri atılın ve vurun” diye haykırarak durmadan komut veren zaferin gerçek mimarı olan General Suvarov kazandığı zaferi Berlat’ta, Cobourg Prensi de Eflâk’ta kutladı. Savaşın ardından Avrupa’nın en ünlü kahramanı olarak görülen Rus Generale üzerinde “Sadrazam’ın galibine” yazılı pırlantalardan yapılmış bir defne dalı ile bir kılıç armağan eden Çariçe Katerina ona Rivnikski unvanını da verdi.
Bozgunun arkasından peş peşe kaybedilen kaleler Sultan 3. Selim’i derin bir kedere boğmuştu. Kendisi gibi acı içindeki halkının kızgınlığını yatıştırmak isteyen sultanın bir kurbana ihtiyacı vardı. Sultan 3. Selim, masum olduğunu bile bile, vatanına sadakatle hizmet etmiş, bütün vücudu kurşun ve kılıç yaraları ile dolu olan yaşlı savaşçı Hasan Paşa’nın başını kestirdi. Başını cesurca cellata uzatan Hasan Paşa’nın dudaklarından hiç itiraz sesi yükselmediği gibi son anında bile idamını emreden padişahı için dualar etti, ihtiyarlığı ile ölüme, erdemi ile de haksızlığa boyun eğmeyi bildi. 3. Selim sürgündeki eski sadrazamı Koca Yusuf Paşa’yı geri çağırdı ve ikinci kez Sadrazamlığa atadı.
Genç sultanın iktidarının ilk yıllarında yaşanan bu bozgun büyük bir buhrana sebep olabilirdi, ama o günlerde hiç beklenmedik şeyler oldu ve Avusturya İmparatoru 2. Joseph son nefesini verdi, Fransa’da ise ihtilal başladı. Floransa’dan gelerek Avusturya’nın başına geçen ve ordularını Belçika ve Hollanda’nın üzerine çevirmek isteyen 2. Leopold, Osmanlı devletiyle barış yaptı. Bu gelişmeler üzerine İngiltere ve Prusya’da Osmanlı devletiyle eşit şartlarda ve çabuk bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar.
Müttefiklerini kaybeden Ruslar bu işe fena bozulmuşlardı ama durmayıp saldırılarını sürdürdüler. Rusların şimdiki hedefleri Türkleri Besarabya’yla Bulgaristan’ın kıyı bölgelerinden sürmekti. Ancak bu planlarını gerçekleştirebilmek için Tuna’nın ağzındaki İsmailiye Kalesini ele geçirmeleri gerekiyordu. Kaleyi kuşatan Suvarov bütün kış sürecek bir kuşatmayı göze alamadığı için kaleye hemen saldırılmasını emretti. Gece yarısı saldırı başlatan Ruslar ağır kayıplar verdiler. Osmanlılara kalkan görevi yapan ve bir türlü ele geçirilemeyen İsmailiye kalesini savunan kırk bin asker kaleyi ölene kadar savunmaya karar vermişlerdi. Serasker Hasan Paşa “İsmailiye kenti Rusların eline geçmeden önce göğün yere değdiğine herkes tanık olacak” diye haykırarak savaşçılarını coşturuyordu.
Kaledeki ölmeye yeminli Türk askerlerinin direnişini kıramayan sabırsız Suvarov ordusunu iki büyük alaya böldü. İki ayrı koldan gece yarısı başlayan saldırı neticesinde gün daha doğmadan volkan patlamasını andıran top ateşi altında kalan surlar yıkıldı. Ruslar, bir gedikte vuruşurken ölen Serasker Hasan Paşa’nın cesedinin üzerine basarak kaleden içeri girmeye başladılar.
Suvarov’un sekiz kola ayrılmış olan altmış bin askeri cehennemi andıran kentin merkezine doğru ilerliyor, kadın, çocuk yirmi bin Osmanlı, işgalci askerlerin açtığı yaylım ateşinin üzerine korkusuzca atılıyor, kurşunlarla vuruluyor, alevlerde kavruluyor ve top ateşi yüzünden devrilen minarelerin altında kalıyordu. Ellerine şehit askerlerin tüfeklerini ve yatağanlarını geçiren genç kızlar, kalelerini korumak için Ruslarla boğaz boğaza savaşmaya devam ediyordu. Sivil halkın inatla sokakları savunması on saat sürmüştü. Büyük kayıplar vererek kaleyi ele geçirmeyi başaran Ruslar üç gün üç gece boyunca yaralıları öldürdüler ve evleri yağmaladılar. Bu uzun ve kanlı kıyım sırasında elli bin Türk şehit edildi. Soğuktan iyice sertleşmiş olan toprak ölülerin gömülmesine olanak vermiyordu. Suvarov’un ordusu gedikler üzerinde şehit edilen otuz üç bin Osmanlı askerinin, ölü on bin atın ve kent işgal edildikten sonra kılıçtan geçirilen on beş bin kadın, çocuk ve ihtiyarın cesetlerini Tuna nehrine ancak bir haftada atabildi.
Rusların boğazlara inmesinden çekinen ve Fransa’daki devrimin yayılmasından korkan Avrupa devletlerinin baskılarına maruz kalan Çariçe 2. Katerina’da biraz da savaş yorgunu ulusunu dinlendirmek istediği için 1792 yılı Ocak ayında Osmanlı devletiyle Yaş kasabasında barış anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Savaş bitmiş, Osmanlı devletinin elinden çıkan toprakların bir kısmı yapılan anlaşmalarla geri iade edilmişti.
Bu beklenmedik gelişmelerden sonra, askeri, silahı ve savaş gemileri neredeyse tükenmekte olan Osmanlı İmparatorluğu rahat bir nefes alma fırsatı buldu. O günlerde Yeniçeri Ocağı’nın yetersizliğini gören ve devletin başına açtığı sorunları göz önünde bulunduran 3. Selim, yaratıcısını yutacak olan bir devrim hareketine girişti ve yeniçerilere alternatif olarak Nizâm-ı Cedit taburlarını kurdu. Yeni ordu Fransız subaylar ve teknisyenlerin danışmanlığı ile süratle oluşturuldu, daha önce var olan mühendislik okulu genişletildi. Topçuluk, istihkam, denizcilik ve ek hizmet bilimleri konularında eğitim için yeni askeri okullar ve deniz okulları kuruldu. Bu arada Fransız dili bütün öğrenciler için mecburi tutuldu.
Bu köklü yeniliklerden memnun olmayan bazı devlet adamları ile İstanbul’da bulunan Yeniçeri Ağaları kafa kafaya verdiler ve Nizam-ı Cedit ordusunu ortadan kaldırmak için planlar yapmaya başladılar.
DEVAM EDECEK
Not 1: Koca Yusuf Paşa’nın görevden alınması Yeniçerileri kızdırmıştı.
Not 2: Barışı sağlar gibi gözüken Yaş anlaşması aslında bir ateşkesten başka bir şey değildi. Savaş yorgunu Ruslar bir süre sonra eski Osmanlı limanı olan Hocapaşa’nın yanında Karadeniz’in İzmir’i olan Odessa kentini kuracaklardı.
Not 3: Fransız subayların eğittiği Nizâm-ı Cedit ordusunun askerleri ilk başarısını Akka önlerinde Fransızları yenerek gösterdi.
Not 4: . İsmailiye kalesinde yaşayan bir Türk bu katliamdan kendisini Tuna’ya atarak canını kurtarabilmiş, geriye kalan asker ve siviller vahşice katledilmiştir.