Bir Dile Adını Veren Şair Ali Şir Nevaî (1441-1501)

Merve ERDOĞAN

Her doğan ölümlüdür ama onun bir sözü,
ölümsüz bir eser olarak kalabilir.”

Yusuf Has Hacip 

“Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamları kendisinde toplar. Nitekim denizden cevherleri dalgıçlar çıkarır ve onlara mücevherciler katında değer biçilir. Gönülden söz incileri çıkarma şerefine erenler de bu işin uzmanıdırlar. O inciler, bu uzmanlar ağzında canlanır, nispetlerine göre yayılır ve ün kazanırlar.

Türkçenin oluşumu ve konularında pek çok incelik, özgünlük vardır. İnce farklar, en uçucu kavramlar için bile kelimeler yaratılmıştır ki bilgili kimseler tarafından açıklanmazsa kolay anlaşılmaz.

Türkün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiirler söylemeye özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler, Türkçede bu kadar genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay, şiirlerinin daha beğenilir olacağını anlarlar.”

Bu satırların yazarı, 15.yüzyılın büyük sanat ve kültür şehri Herat’ta doğan milli dil uğrundaki mücahitlerin en kudretlisi, belki de yeganesi olan Uygur Türkü Ali Şir Nevaî’dir.

Nevaî, Orta Asya edebiyatını milli ruh ve milli zevkle klasik bir seviyeye ulaştırmaya muvaffak olmuş, Türkçeyi yüksek bir sanat dili haline getiren ve münevver Türk’ün ruhunu yükseltmek gayesi güden, yüksek milli şuura ve sarsılmaz bir Türkçe sevgisine sahip olduğu hemen hemen bütün eserlerinde görülen Türkçülük aşığı bir yazardır. Bu milliyetçi yazar, bir sanatçı olduğu kadar, erdemli, olgun ve içli bir insan, vefalı bir dost, hayırsever bir kişi olarak çevresinde yükselmiş, bütün bu vasıflarıyla çağının en büyük adamı olarak tarihe geçmiştir.

9 Şubat 1941’de Herat ’ta doğan Nevaî, yedi göbekten beri Temür ve Temüroğullarının sarayında önemli görevler üstlenmiş bir aileye mensuptur. Temürlü şehzadesi Hüseyin Baykara ile birlikte tahsil görmüş, Hüseyin Baykara 1469’da Horasan tahtına oturunca onun hizmetine girmiş; Herat’ta Baykara’nın mühürdarı, nedimi, divan beyi olmuştur. Bu iki ruh kardeşi hem kendi dillere destan hikâyelerini yaşamışlar, hem de Herat’ın ve 15. yüzyılın tarihini yazmışlardır.

Baykara-Nevaî devrinde Herat’ın edebî muhitleri, eski zamanlarla kıyas edilemeyecek kadar parlak ve canlı bir manzara arz ediyordu; kurduğu sağlam ve devamlı idarenin başında bulunan Sultan Hüseyin Baykara’dan başka, fikir ve sanat eserlerini her şeyden üstün tutan ve memleketin belki en nüfuzlu adamı olan Ali Şîr Nevaî gibi bir şahsiyet, millî dil ve edebiyat cereyanının başında bulunuyordu.

Halil İnalcık’ın da dediği gibi belki de “Divan sahibi şair hükümdarlar olmasa idi, Türk edebiyatının büyük dehaları belki ortaya çıkmazdı…”

Ali Şir Nevaî’de bir şair-hükümdarın himayesi altında, edebiyatın malzemesi olan dili öyle büyük bir hünerle işledi, dilin imkânlarını öyle genişletti ki bu dil gazeller, mesneviler, tezkireler şeklinde onun kaleminden en mükemmel ifadesini buldu.

Herat Orta Asya’nın en zengin, eski ve etkileyici abidevi eserlere sahip şehriydi. Bu şehirde güneş yeşim taşı ile kaplanmış sarayların, altınlı tuğlalardan yapılan binaların kubbelerinde kızıla dönerdi.

Dünya bir vücut ise Herat onun ruhuydu. İşte bu şehirde bir hükümdar Türkçe şiirler yazıyordu. Bir taraftan da şairlerin bundan böyle Türkçe yazmaları konusunda ferman çıkararak Nevaî’yi destekliyordu.

Nevaî’nin Türkçülüğü ve Türkçe sevgisi hakkında ondan bazı alıntılar yapacak olursak Lisânü’t Tayr adlı eserinde şöyle diyor Nevaî:

Türk nazmıda çü min tartıp alem

Eyledim ol memleketni yek-kalem

“Ne zaman ki ben Türk şiirinde bayrak yükselttim, o zaman bütün memleketi yek-kalem eyledim, birleştirdim.”

Tam bir şuurla ve planlı bir surette yaptığı işin büyüklüğünü çok iyi bilen Nevaî’nin eserlerinde bundan duyduğu gurura sıklıkla rastlamak mümkündür. O, kılıcı ile değil kalemi ile Türk ve hatta Türkmen ülkelerini fetheden bir sahib-kırandır.

Ali Şir Nevaî’nin “millî şuur” unu en iyi şekilde Muhâkemetü’l-Lugateyn adlı eserinden takip edebiliriz.

Nevaî’ye göre “Türk, Sart’tan (Fars’tan) daha pratik düşünceli, daha yüksek kavrayışlı ve yaradılış bakımından daha saf ve temiz yüreklidir. Sart ise Türk’ten bir konu üzerinde kafa yorma ve ilimde daha hassas, marifet ve olgunluk tefekküründe daha derin görünür… Ne var ki dillerinde mükemmellik ve noksanlık açısından öyle ayrıdırlar ki söz ve ibarelerin ortaya konuluşunda Türk, Sart’ı geçmiştir.”

Nevaî, Türklerin çok güzel Farsça söyleyip yazmalarını; Farsların ise Türkçe konuşup yazamayışlarını bu iddiasının ilk delili olarak gösterir:

“Ammâ Türkning ulugdın kiçigige diginçe ve nökerdin bigige diginçe sart tilidin behre-menddürler. Andak kim öz hord ahvâlıga köre ayta alurlar. Belki ba’zı fesâhat u belâgat bile hem tekellüm kılurlar. Hattâ Türk şuarâsı kim Fârsîtil bile rengîn eş’âr ve şîrîn güftâr zâhir kılurlar. Ammâ Sart ulusının erzâlidin eşrâfıgaça ve âmîsidin dânişmendigaça hîç kaysı Türk tili bile tekellüm kıla almaslar ve tekellüm kılgannıng ma’nâsın hem bilmesler. Eger yüzdin, belki mingdin biri bu tilni örgenip söz aytsa hem her kişi işitse bilür ve anıng Sart ikenin fehm kılur ve ol mütekellim öz tilli bile öz rüsvâlıgıga özi ikrâr kılgan dikdür.”

“Fakat Türkler, büyükten küçüğüne, hizmetçiden beyine kadar Sart dilinden nasiplerini almışlardır. Öyle ki içinde bulundukları vaziyetin uygunluğu nispetinde konuşabildikleri gibi, bazısı kesinlikle doğru ve güzel olarak da konuşur. Hatta Fars dili ile parlak şiirler, tatlı sözler ortaya çıkaran Türk şairleri olduğu halde, Sart halkının en aşağısından en ileri gelenine, ümmîsinden bilginine kadar hiçbiri Türk dili ile konuşamaz, söylenilenin manasını da anlamaz. Eğer yüzde, belki binde biri bu dili öğrenip bir-iki cümle söylese ve herhangi bir kimse işitse, onun Türk olmadığını anlamakla kalmaz, Sart olduğunu da çıkarır. Böylece o konuşan kişi kendi ağzıyla kendi rüsvalığını bizzat tasdik etmiş olur.”

Aslında Nevaî’ye göre Farslar mazurdurlar; çünkü onların dilinde, Türkçede bulunan pek çok çalar (nüans) yoktur. Nevaî Türkçeden 100 fiil sıralar ve bunları anlatabilmek için Farsların birkaç kelimeyi bir araya getirmek mecburiyetinde olduğunu ifade eder. Sonra da bu kelimelerin ince anlamlarını beyitlerden örneklerle eserinde açıklar.

Yani onun Türkçeye verdiği değer sözde kalmadı; Türkçenin imkânlarının nasıl kullanılacağını da gösterdi, bu dille ölümsüz eserler meydana getirilebileceğini de…

Türkçenin engin denizlerinden çıkardığı, elden ele geçen ucuz inciler olmadı. Onun ifadesiyle sultanların kulaklarına küpe olacak inciler çıkardı.

Edebiyatın malzemesi olan dili öyle büyük hünerle işledi, dilin imkânlarını öyle genişletti ki Türkçe onun kaleminden en mükemmel ifadesini buldu.

Ondan sonra hiç kimse Çağatay lehçesinde onun kadar iyi eserler veremedi.

Böylelikle 15. Yüzyılda Nevaî, Çağatay edebiyatının son büyük temsilcisi oldu.

Onun çabalarıyla Türkçe, Orta Asya Türk dünyasının ortak yazı ve edebiyat dili haline geldi. O hiçbir ölümlüye nasip olmayan bir onura sahip oldu, bir dile adını verdi.

Nevaî, “Klasik nazım ve nesrin her nev’inde ve her şeklinde 29 eser yazdı. 60 yıllık bir ömre bu kadar eser bırakabilmek bugün insanının beyin sınırlarını zorlamaktadır. Onu gelecek kuşaklara aktarmak, tanıtmak bizlerin görevi olmalıdır. Onun hatırasını yaşatmak, onun düşüncelerini anlatmaktan geçer.

 

Yazar
Merve ERDOĞAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen