Turgut GÜLER
“Kokulu hava” veya “kahkaha” sözlerinden galat “Kakava”, Kırklareli yöresindeki “Roman” vatandaşlarımıza mahsûs bir eğlence geleneği. Geçen zamân içinde, çok geniş coğrafyaya yayılan Kakava, Hıdrellez’den bir gün sonra yahut Hıdrellez’i tâkib eden ilk Pazar günü kutlanan “bahar karnavalı”dır. Bu renkli ve coşkulu bahar karşılaması için, akarsu kıyıları, ağaçlıklar, çeşme başları seçilir.
Bu Kakava iklîminin tabiî dekorlarndan ve daha dün denecek kadar yakın geçmişte, bizim insanımızın yünlü kumaş ihtiyâcını karşılayan İslimiye’yi, ölümden beter gafletlerle önce Bulgar komitacılarına, sonra da komünist rejimin acımasızlığına nasıl terkettiğimizi, şu günlerde, kaç kişi biliyor ve hatırlıyor?
Demirkapı ve Kotel geçitleri önünde stratejik bir mevkide yer alan İslimiye (Sliven), en son, Edirne’nin sancağı idi. Şehrin bânisinin, Yıldırımoğullarından Mûsâ Çelebî olduğunu bilmemiz, Musul ve Kerkük ağıtlarına yeni nidâlar ilâve eder mi?
“Sancak”, Türkçenin kalem ve hançere güzellerinden. Nice mânâyı içine sindiren bu mübârek kelime; hem bayrak salınışına “alem” olmuş, hem idârî teşkilâtın mühim bir rüknü sayılmış, hem de Balkanlar Türkiyesinin dâü’s-sılası mertebesine ulaşmıştır.
“Al sancak”, Türk Bayrağı’dır. İzmir semtlerinden pek meşhûr biri de “Alsancak”. Hattâ, yine İzmir’de bir stadyum, bir tren istasyonu ve çok işlek bir liman, aynı “Alsancak” adını taşıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun idârî taksimâtında, bugünkü “vilâyet” hacmindeki mülkî kısımlara “sancak” deniyordu. Meselâ, vâlisi İzmir’de oturan vilâyetin adı “Aydın” idi ve buraya bağlı sancaklardan biri Güzelhisar (=Aydın) adını taşıyordu.
Askerî birliklerimizin nâmus timsâli olan “sancak”, bayrağa âit bütün hürmet ve îtibârı askerî insiyakla birleştirmiştir. Velhâsıl, Türk’ün “sancak” defteri pek temiz, parlak ve şereflidir.
Bir de Sırbistan’ın güneyinde; Kosova, Karadağ ve Bosna-Hersek arasında, merkezi Yenipazar (Novi-Pazar) olan, nüfûsunun çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği “Sancak” ili vardı.
Osmanlı hâkimiyetinde “Sancak Sancağı”nın, uzun müddet Bosna Vâliliği’ne bağlı kaldığını görüyoruz. 1878’deki Berlin Andlaşması’yla Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bırakılırken; Sancak, Bosna’dan ayrıldı ve Kosova Vilâyeti’ne bağlandı. Balkan Savaşları sonunda, Sırbistan tarafından işgâl edilen Sancak, 1918’de de Sırp ilhâkına mâruz kaldı.
1990’larda Yugoslavya dağılmaya başlayınca, Sancaklı Boşnaklar, Bosna-Hersek’e katılmak istedi. Yapılan referandumda, Sancak Müslümanlarının yüzde doksan sekizi bu isteğe “evet” dedi (1990).
Sancaklı Müslümanlar, 1992’de gizlice seçim yaparak kendi parlâmentolarını ve ardından hükûmetlerini kurdular. Fakat Sancak’a yerleştirilmiş onbeş bin kişilik ağır silâhlı Sırp ordusu, bu parlâmento ve hükûmeti rahat bırakmadı. Hükûmet de, parlâmento da hep “gizli” kaldı.
Gizli Müslüman Sancak Hükûmeti’nin lideri Süleyman Uglyan, milletlerarası arenada Sancak Müslümanlarının sesini bir hayli duyurdu. Fakat Kosova’nın kaderi ile birleşen Sancak İli’nin mukadderâtı, Sırpların ve onların vahşetine medâr olan – sözde – büyük devletlerin insâfına kaldı.
Aydın ve Bilecik’in “Yenipazar” kazâları, Sancak’lı günlerimize dost selâmı gönderiyorlar.
Türk’ü “nev-peydâ” bir klân sûretinde göstermeye çalışanlar; başta coğrafya olmak üzere, Türk izini taşıyan âşikâr delilleri hesâba katmıyorlar.
Bâzen, gönül denilen temerküz noktasında öyle mânâlı sızılar zuhûr eder ki, “sancak sancısı” teşhîsi koyarlar. Çâresi, sâdece “Sancak” tadır…