2001‘de Çin, tepkileri beklemeden saldırıya geçti, 2002’de üniversitelerde Uygurca eğitimi kaldırıldı, asimilasyon operasyonları başlatıldı, “teröre karşı uluslararası savaş” bahanesiyle kanaat liderleri, iş adamları, alimler, öğrenciler ve çiftçilerin de aralarında bulunduğu 100 bin Uygur hapishanelere konuldu. 2004’te zorla, yaşları 16-25 arasında değişen binlerce genç Uygur kızı, memleketlerinden kopartıp Çin’in iç bölgelerine yolladı. Kızlardan birçoğu ya kendi canlarına kıydılar ya da Çinli patronları tarafından cinsel tacize maruz kalıp, fahişelik yapmaya zorlandılar. 2005 yılında, çok sayıda geleneksel Uygur evini ve kadim Uygur şehirlerini yerle bir etti, insanları evsiz bıraktılar. Yapılan evlere Çin’liler yerleştirildi. 2006’da binlerce Uygur genç erkeği Çin’in iç kesimlerine götürdü, bundan sonrası tam anlamıyla bir insanlık faciasına, soykırım boyutlarına varacak daha kapsamlı katliamlara dönüşmüştür.
*****
Sadi SOMUNCUOĞLU
Doğu Türkistan kimin yurdu, orada neler oluyor? -1[i]
Bu sorunun cevabını bilenler eminim ki çok azdır. Bazı okur yazar takımı da buna dahil. Doğu Türkistan varsa bunun bir de batısı, Batı Türkistan olmalı; değil mi? Demek ki, bir Türkistan varmış, sonra Doğu ve Batı diye ikiye ayrılmış. Bunlar ne zaman meydana gelmiş, meslek erbapları ve tarihe merakı olanların dışında, “iş birlikçiler” hariç, herhalde bilene rastlamak mümkün değil. Basit bir soru daha, Türkistan ne demektir? Okur-yazarlar biraz zorlarsa “Türklerin ülkesi” diyebilirler.
Acı değil mi? Tarihin en eskilerinden, dünyanın bilinen üç kıtasında, adalet temelinde bir çok devlet (sömürge değil, öz devletini) kuran, insanlığa asırlarca hizmet eden yegâne millet Türk Milletini yani kendi milletimizi tanımıyoruz. Ünlü tarihçi Yılmaz Öztuna 14 ciltlik “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde 15. yy’da devletlerin güç sıralamasını şöyle yapmış: 1’inci, 2n’ci, 3’üncü ve 4’üncü olarak Türkler var. Diğerleri buna göre sıralanıyor. Bir millet tarihini bilmiyorsa, kendini bilmiyor demektir. Bunun kabahati kimde? Hiç şüphe yok ki, 1938’den sonra Türkiye’yi yönetenlerde. Peki, Selçuklu ve Osmanlı’da nasıldı denirse, Osmanlı’nın son dönemindeki çırpınışları hariç, o çağların telâkkisi dikkate alındığında, genelde yoktu denebilir.
Doğu Türkistan’ın kısa tarihi[ii]
Türkistan, Türklerin yaşadığı coğrafyanın adı. Bu coğrafyada kurdukları devletlerin sınırları ise Büyük Okyanus’tan Hazar Denizi’ne kadar uzanıyordu. O asırlarda Çin’in sınırlarını kuzeyde Sarı Irmak çiziyordu. 1865’te (Sultan Abdülaziz Padişah iken)Türkistan’ın batı kısımları Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edilmeye başladı. Batı Türkistan adı bundan sonra kullanıldı. 1924 yılında Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla Batı Türkistan; Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan olmak üzere 5 cumhuriyete bölündü, her birine ayrı alfabe ve tarih uyduruldu.
1876′da Türkistan’ın doğusunu, o zamanlar Çin Devleti’nin egemeni Mançular işgale başladı. 8 sene süren kanlı savaşlar sonrasında Mançu İmparatorluğu, 1884‘te Doğu Türkistan’ı resmen ilhak etti; adını da “Yeni Bölge” anlamına gelen “Xinjiang” koydu. .
1911‘de Mançu İmparatorluğunu yıkan Çin’in hâimiyeti başladı. Buna karşı Doğu Türkistan Uygurlarının isyanları aralıksız bir şekilde sürdü, önce 1933‘te, daha sonra 1944‘te başarıya ulaşarak iki defa Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Mao ve Stalin’in iş birliği ile askerî kuşatma sonucunda devlet, 6 yıl süren savaştan sonra 1949’da yıkıldı. 1955‘te bölgenin adı Xingjiang Uygur Özerk Bölgesi olarak değiştirildi.
Komünist Çin devletinin, insanların kimliğine ve varlığına karşı yürüttüğü zalim ve yıkıcı operasyonlara rağmen Uygur, Kırgız, Kazak, Tacik, Tatar, Özbek, Salar gibi yerli halk, özgürlük ve insan hakları mücadelesinden vaz geçmedi, kitle direnişleriyle tepkilerini gösterdi. Bu tepkiler 1951‘de Gulya kentinde, 1953 yılında tüm Doğu Türkistan genelinde, 1954‘te Hotan’da, 1956′da yine, Hotan’da. 1957‘de Urumçi ve Ulanbay bölgesinde, 1958‘de Hotan’da, 1958‘de Altay bölgesinde ve Kumul’da, 1959 yılında Bay ve Tokşun bölgelerinde Kaşgar’ın Payziwat bölgesinde 1962 yılında Tursun Hapiz’de. 1969‘da, Taklamakan’da, 1980‘de Urumçi’de, 1981‘de Kaşgar’ın Payzivat bölgesinde, 1985′te üniversite öğrencilerin yürüyüşü Urumçi, Kaşgar, Aksu, Hotan ve Boratola’da, 1988′de Urumçi’de üniversite öğrencilerinin yürüyüşü, 1989′da Çin genelinde demokrasi yürüyüşü, 1990‘da Kaşgar’da çiftçilerin yürüyüşü, 1995‘te Hotan’da, 1996′da Onsu bölgesinde, 1997′de Gulya’da, 1998′de Aksu bölgesinde gerçekleşti.
2001‘de Çin, tepkileri beklemeden saldırıya geçti, 2002′de üniversitelerde Uygurca eğitimi kaldırıldı, asimilasyon operasyonları başlatıldı, “teröre karşı uluslararası savaş” bahanesiyle kanaat liderleri, iş adamları, alimler, öğrenciler ve çiftçilerin de aralarında bulunduğu 100 bin Uygur hapishanelere konuldu. 2004‘te zorla, yaşları 16-25 arasında değişen binlerce genç Uygur kızı, memleketlerinden kopartıp Çin’in iç bölgelerine yolladı. Kızlardan birçoğu ya kendi canlarına kıydılar ya da Çinli patronları tarafından cinsel tacize maruz kalıp, fahişelik yapmaya zorlandılar. 2005 yılında, çok sayıda geleneksel Uygur evini ve kadim Uygur şehirlerini yerle bir etti, insanları evsiz bıraktılar. Yapılan evlere Çin’liler yerleştirildi. 2006‘da binlerce Uygur genç erkeği Çin’in iç kesimlerine götürdü, bundan sonrası tam anlamıyla bir insanlık faciasına, soykırım boyutlarına varacak daha kapsamlı katliamlara dönüşmüştür.
Doğu Türkistan kimin, orada neler oluyor? -2[iii]
Bundan önceki yazımızda Orta Asya’nın adının 1865’e kadar Türkistan olduğunu, bu tarihten itibaren Doğu ve Batı Türkistan olarak ikiye bölündüğünü, 1884’te Doğu Türkistan’ı Mançu imparatorluğunun ilhak edip adını “Yeni bölge” (Xinjiang) yaptığını, 1911’de Mançuları yıkan Çin’in 8 yıl süren savaşlardan sonra bölgeyi işgal ettiğini hatırlatmıştık.
Demek ki Doğu Türkistan; Asya’ya hâkim olan Hun Devletinin başbuğu Teoman Han’dan sonra oğlu Mete Han’ın M.Ö. 209’da hükümdar olduğu Büyük Okyanus’tan Hazar’a, Keşmir’den Kuzey Sibirya’ya kadar uzanan devlet, 1884’e kadar değişik boyların idaresinde (Hun, Göktürk, Uygur, Kırgız gibi) Türklerin vatanıdır.
Çin’in 1911’de başlayan baskı ve zulmüne karşı Uygur, Kazak ve Kırgız Türklerinin kültürlerini, inançlarını, törelerini ve kimliklerini korumak için gösterdikleri direnişi zamanımıza kadar sürmüştür. Geçen yazıda 2006’ya kadar aralıksız süren olayları kısa kısa anlatmıştık. Ardı arkası kesilmeyen düşmanca baskı ve şiddete karşı protesto yürüyüşleri 2007, 2008, 2009 yıllarında da devam etti. 2009’da işçi kıyafeti giydirilmiş 10.000’den fazla Çinli asker ve polis, Shao Guan şehrinde bir fabrikada çalışan 800 Uygur’a saldırıyor. Saldırıda 100’den fazla Uygur işçi, hunharca öldürülüyor. Bunun üzerine üniversite öğrencileri Urumçi “Halk Meydanı’nda” toplanarak Shao Guan olaylarının iç yüzünün açıklanmasını, katillerinin cezalandırılmasını istiyor. Buna karşı tam teçhizatlı binlerce polis ve zırhlı araç halkın üzerine yürüyor ve rastgele ateş açıyor. Kışkırtılmış Han Çinlileri ise sokakta gördükleri Uygurlara saldırıyor. 3.000’e yakın Uygur Türkü’nün öldürüldüğü, 10.000’inin tutukladığı açıklandı. Vahşet yaşanıyordu.
Uygur bölgesinde tam anlamıyla insanlığa karşı bir vahşet yaşanıyordu. Buna karşı Türkiye’de yürüyüşler, mitingler ve protestolar yapıldı, katliam şiddetle kınandı. Hatta siyaset çevreleri ve iktidar tarafından bunun bir “soykırım” olduğu söylendi. Ülkemizde farklı düşünenler de vardı; malum çevrelerden tam tersi yazıldı ve anti-emperyalist yayım yaptığını iddia eden bir TV’de “her şeyin yolunda gittiğine dair bir de CD” yayımlandı. Tam bu sırada ziyaretime gelen Türk vatandaşı olmuş bir Uygur’un verdiği CD’yi seyrettim. Bu TV’deki CD’ninkiyle aynıydı. Uygur’a “sen bu CD’yi nereden aldın” diye sordum; “Bir yakınımın vizesi için gittiğim Çin Büyükelçiliğinden” dedi. Bu cevap şaşırtıcı değildi, ama önemliydi. Nitekim şimdi Çin’in bir milyondan fazla Uygur Türk’ünü “Yeniden Eğitim Kampları”nda beyin yıkama yoluyla mankurtlaştırma ve ağır şartlara dayanamayanları ölüme terk etmesi karşısında dünyayı ayağa kaldırdı. Hava fotoğraflarıyla elde edilen belgelere dayanarak BM aldığı kararla “Kampların kaldırılmasını ve bir heyetin kampı görmesini istedi.” Ancak Çin bu reddetti. Kampta soykırım anlamına gelen işler yapılmıyorsa, görülmesi neden istenmiyor? Bu konuda da bizdeki anti-emperyalist (!) TV’ciler ve yandaşları bakın ne diyor: ”Çin, Uygur politikasında Atatürk‘ü örnek alıyor. Yeniden eğitim programını yürüten üst düzey Çinli yetkili, Çin’deki gericilik ile mücadele” ediyor.
Cumhurbaşkanıyla Çin’e giden Verda Özer 8.8.2015’te şöyle yazmış; “Uygur Türkleri tarih boyunca Çinlilerle birlikte yaşamışlar. Ve sadece iki kez bağımsız olmuşlar. Biri 1933-34’te, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti. Diğeri de… 1944-49 arasında Doğu Türkistan Cumhuriyeti.” Biz de yukarıda yazdık ki, M.Ö.’den 1884’e kadar Mançuların, 1911’de Çin’in işgaline kadar Doğu Türkistan, Türklerin yurdu. Doğrusu cehaletin bu kadarına pes. Dedik ya, okuryazarlarımız da tarihimizi bilmezler diye. Bitmedi, Özer “Çin yönetimi tüm komünist rejimler gibi sadece İslam değil, tüm dinlere karşı mesafeli” imiş. Bu mesafe neyin nesi acaba? Gerçekten korkan Özer gelirken uçakta, “Hakeza Cumhurbaşkanı Erdoğan da Çin ziyareti dönüşünde uçakta sorumuz üzerine bunu vurguladı.” diyerek, sanki Çin’in yalanına inanmak istiyor gibi. Tuzu kuru yazarımızdan bir fetva daha, “Çin’in en büyük korkusu: Bölünmek.” Vah zavallı Çin! 1.3 milyar nüfusu ve gücüyle, 9.5 milyon Doğu Türkistan Türk’ünden korkuyormuş. Bunun için birden fazla çocuğu yasa ile suç sayıp yasaklamış, cezası ağır… Şunu anlayabiliriz, zora başvurmadan, tercihi insanlara bırakıp sosyal ve ekonomik tedbirlerle çocuk sayısını artırmaya veya azaltmaya çalışmak mümkündür. Ama ceza ile asla… Anasının karnındaki çocuğu zorla aldırmak, “soykırım” değilse nedir? Bunu da mı bilmiyorsunuz? Türk Çin Kültür Derneği Başkan Yardımcısı Mustafa Karslı önemli açıklamalarda bulundu.
Çin neden korkuyor?
Doğu Türkistan, dağdan inmiş bir aşiretin değil, M.Ö.’den beri dünyaya yön veren Türklerin yurdudur. Türk tarihi ve dünya için en büyük bilim, kültür ve medeniyet merkezlerinden biridir. Üç bin yıllık Türk Medeniyetinin şaheseri iki eserden bahsetmek isterim. 11. Asırda yazılmış Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t Türk (Ansiklopedik Türk Sözlüğü) ile Balasagun’lu Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig” (saadet, mutluluk veren bilgi/ilim). Avrupa’da Latincenin dışında yazılı eser yokken, Göktürk ve Uygurlar kendi alfabelerini kullanırlardı. Türkçe, gelişmiş, edebi ve özlü dildi. Uygur kimliğini eritemeyen Çin bundan korkuyor.
Sonuç: Devletler meselelerini illa savaşla çözmezler. Diplomasi diliyle ve siyasetin kurallarıyla çare ararlar. Kırım ve Ukrayna meselesinde olduğu gibi.
———————————————–
[i] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/dogu-turkistan-kimin-yurdu-orada-neler-oluyor-1-50013yy.htm
[ii] Abdugheni Sabit, “Doğu Türkistan tarihinin özeti ve Çin işgali“ makalesi okunmalı.
[iii] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/dogu-turkistan-kimin-orada-neler-oluyor-2-50101yy.htm